Gezi ile Ukrayna’nın ne alakası var?

Ukrayna yeniden alevler içinde. Yüksek sayıda ölü var. İç savaşın eli kulağında görünüyor. Bu bağlamda kitle hareketinin siyasi karakterini kavramak iyice önem kazanıyor. Aşağıdaki yazı Gerçek gazetesinin Şubat 2014 tarihli 52. sayısında yayınlanmıştır.

Ukrayna Kasım ayından beri sarsılıyor. Meydanlar dolu. Kiev’in her yanında barikatlar yükseliyor. Eylemcilerle polis arasında ortaçağ savaşlarını andıran sahneler görülüyor. Polis güçleri kalkanlarıyla Roma lejyonlarının meşhur kaplumbağa taktiğini uyguluyor. Eylemciler ortaçağ mancınıklarıyla taş ve Molotof kokteyli atıyorlar. Silahların da sahneye çıktığı oluyor. Manzara iç savaşın eşiğindeki bir ülke.

Ukrayna’daki sokak savaşları bazılarının gözünde Türkiye’de Gezi ile başlayan halk isyanı ile paralellik oluşturuyor. Bu tür paralellikler kurmak son derece yüzeysel bir bakış açısının ürünü. Çünkü Gezi ile başlayan halk isyanının dinamikleriyle, mücadele eden güçlerin niteliğiyle Ukrayna’dakiler ciddi anlamda bir benzerlik ya da paralellik taşımıyor.

Batılı emperyalistler mi Rus oligarkları mı?

Elbette ki dünyadaki tüm ciddi siyasi ve toplumsal gelişme gibi Ukrayna’daki olayların da arka planda kapitalizmin dünya çapında içine düştüğü büyük depresyon yatıyor. Kapitalizm tarihinin halen içinden geçmekte olduğumuz Üçüncü Büyük Depresyonu emek sermaye çelişkisi başta olmak üzere tüm çelişkilerin daha da sert yaşanmasına neden oluyor. Bunlar içinde tabii ki hakim sınıflar içindeki çelişkiler de var. Türkiye’de İslamcı sermaye ile Batıcı-laik sermaye çatışmasının aldığı son hal ve Ukrayna’da bir yandan Batıcı kapitalist restorasyoncularla diğer yanda Rusya yanlısı restorasyoncuların kavgası da bu süreç içinde değerlendirilebilir.

Gezi Akdeniz’deki devrimci sürecin parçasıdır

Ancak Tunus devrimi ile birlikte başlayan Arap Devrimi dünya çapında yeni bir devrimci süreç başlatmış durumda. İlerlemeler ve gerilemelerle, isyanlarla, devrimler ve karşı devrimlerle, darbeler ve savaşlarla ilerleyen ve ilerleyecek olan bir süreç bu. Tunus ve Mısır’la başlayan İspanya ve Yunanistan’da yükselişlerle Akdeniz’i saran bu dalgaya son olarak Türkiye Gezi ile başlayan halk isyanı ile katıldı.

Ukrayna’daki hareketin kökeni emperyalizm destekli “Fason devrimler”

Ukrayna’da yaşanan süreç ise her ne kadar kaçınılmaz olarak aynı kapitalist kriz dinamiklerini arka planında tutsa da Tunus’la başlayan devrimci sürecin değil 2000’li yılların başındaki “turuncu devrimler” olarak adlandırılan karşı devrimci öze sahip fason devrimlerin bir ürünüdür.  SSCB’nin yıkılmasının ardından bu büyük coğrafyada ve Doğu Avrupa’da kapitalist restorasyon sürecini Batı emperyalizminin hegemonyası altında tutmak için büyük bir politik mücadele başladı.

Yugoslavya’nın NATO eliyle parçalanmasının ardından 2003 yılında Gürcistan’da karanfil devrimi adıyla, 2004 yılında da Ukrayna’da turuncu devrim adıyla, ABD ve AB emperyalizminin desteklediği isyanlar yaşandı. İki ülkede de Batı yanlısı hükümetler kuruldu. 2008 yılında Rusya’nın Osetya sorunu üzerinden Gürcistan’a müdahalesi emperyalist girişimlere önemli bir darbe vurdu ve bölgede güç dengeleri Rusya lehine kaydı. Gürcistan’da Saakaşvili adım adım etkisini yitirirken Ukrayna’da Rusya yanlısı Yanukoviç 2010 yılı ile birlikte devlet başkanlığı koltuğuna oturdu.

Bugün Ukrayna’da yaşanan çatışmaları ateşleyen ise Yanukoviç’in 5 yıldır AB ile müzakere edilmekte olan ticaret anlaşmasını askıya alarak yerine Rusya’dan 15 milyarlık yardım alması oldu. Böylece 2004 yılında depreme yol açan fay hattı yeniden tetiklendi.

Gezi ve Ukrayna arasındaki uçurum

Ukrayna’daki muhalefetin yapısına bakıldığında önü çeken tamamen neo-liberal ve milliyetçi bir programa sahip eski boksör Kliçko’dan adı da politikası da Türkiye’dekine benzeyen Anavatan Partisi’ne, faşist ve ırkçı Sağ Kesim ve Svoboda Partisi’ne kadar muhalefet bileşenleri harekete apaçık gerici bir karakter veriyor.

Gezi ile başlayan halk isyanında anti-emperyalist vurgu yetersizdi bu doğru ama Ukrayna gibi AB ve ABD emperyalizmine açık destek yoktu. Gezi’de Amerikan bayrakları yakılmadı ama kimse Ukrayna’daki gibi AB ve ABD bayraklarıyla da alana koşmadı. Faşist partiyi destekleyen ona oy veren ya da kendini ülkücü olarak tanımlayan bireyler ya da ufak ırkçı gruplar Türkiye’de de zaman zaman eylemlerde yer aldı. Ama eylemlerde hâkim renk olmadılar. Taksim meydanında Atatürk Kültür Merkezi’nin üzerindeki pankartlar sosyalistlerin hareketi tümüyle yönlendirmese de varlıklarının ve etkilerinin bir yansımasıydı. İşçi sınıfı hem Ukrayna’da hem de Türkiye’de isyanın merkezinde yer almadı, örgütleri ve kendine özgü talepleriyle yer almadı. Ancak Türkiye’de etkisiz grev çağrılarına rağmen hiç değilse KESK ve DİSK’in süreçteki varlığı göz ardı edilemez. Ukrayna’da işçi sınıfının Yanukoviç’e güven duyduğu söylenemez. Pek çoğu onu da hırsız olarak görüyor. Ancak AB’ci, neo-liberal, sağcı ve faşist güçlerin hegemonyası altındaki muhalefetten net biçimde uzak duruyorlar.

Elbette ki halk hareketleri her zaman doğru ve devrimci önderliklerle beraber yükselmiyor. Ancak her halk hareketinin de kendiliğinden ilerici bir karakterde olduğu söylenemez. Bu anlamda Arap devrimiyle başlayan sürecin bir parçası olan Gezi ile emperyalizm yanlısı restorasyonist muhalefetin 2000’lerin başından beri güttüğü davanın ürünü olan Ukrayna’nın bir alakası yoktur. Ukrayna’da yaşanan kalkışma devrimciler için hareketin önderliğini alma görevini değil anti-faşist mücadeleyi yükseltme görevini dayatıyor. Ukrayna’da işçi sınıfının sahneye çıkması, faşizme yolu açan restorasyoncu Yanukoviç iktidarına bel bağlamadan güçlü bir anti-faşist cepheyi oluşturmak için gerekli. Türkiye’de ise işçi sınıfının sahneye çıkması isyanı ilerletmenin bir unsuru. Ukrayna’dan Gezi çıkarmaya çalışanlar gerici bir hareketi Avrupacı ve sol liberal ön yargılarla allayıp pullamaktan başka bir şey yapmıyorlar.