Kent ağası Trump savaş ağalığına yürüyor

BBC muhabiri, bir Amerikan üniversitesinin Asya uzmanı profesörüne soruyor: “Çin dışişleri bakanı, Kuzey Kore’ye ilişkin gelişmelerden dolayı her an savaş çıkabileceğini söyledi. Katılıyor musunuz?” Herhalde “abartma” falan gibi bir cevap bekliyor. Amerikalı profesörün cevabı: “Tabii katılıyorum”!

ABD’nin yeni başkanı Donald Trump, Beyaz Saray’da 100 günü bile dolmadan savaş tamtamları çalmaya başladı. Önce Suriye’de İdlib civarında ordunun kimyasal kullandığı iddiası karşısında uluslararası araştırma falan beklemeden Suriye’nin bir askeri üssüne 59 Tomahawk füzesi yolladı. Sonra, aradan sadece birkaç gün geçmişken, DAİŞ’in (IŞİD’in) Afganistan’daki bir kampına/mağarasına “bütün bombaların anası” diye anılan çok güçlü bir bomba ile saldırdı. Tam aynı sıralarda, Kuzey Kore’nin askeri hazırlıklarının Doğu Asya’daki müttefikleri (Güney Kore ve Japonya) için bir tehdit oluşturduğu gerekçesiyle bir uçak gemisi grubunu Kore Yarımadası’na yönlendirdi. Dışişleri Bakanı’ndan sonra Başkan Yardımcısı Mike Pence’i de Kore’ye yolladı.

Trump sizi daha çok şaşırtır!

Trump’ın taraftarları da, karşıtları da Suriye’ye füze atılmasına çok şaşırdılar. Trump’ın Obama-Clinton çizgisinden farklı olarak Suriye’ye karışmayacağı beklentisi her iki tarafta da anlaşılan yaygındı. Bu şaşırma aslında bir şaşkınlığın ifadesi olmalı. Kimi “hani esas öncelik DAİŞ’i yıkmak olacaktı?” diyor, kimi “hani Trump ‘Önce Amerika’ diyordu, ne oldu” diye soruyor. Aman efendim, Trump Amerika’yı mı bombaladı ki bu politika “Önce Amerika” çizgisine aykırı düşüyormuş? Ayrıca, önce Esad’a füze atarsınız, arkasından “bütün bombaların anası” gibi caka satarak DAİŞ’e saldırırsınız, çizginizde bir sapma olmadığını ilan edersiniz.

Trump, Suriye’ye füze atarken, birincisi, kendini 2013 Guta kimyasal silah saldırısında ABD’nin kırmızı çizgisi geçildiği halde müdahale etmeyen Obama’dan ayırdı, hem birdenbire herkesin başkanı oluverdi (sadece Senato Silahlı Kuvvetler Komisyonu’nun Cumhuriyetçi başkanı savaş düşkünü John McCain değil, aylardır köşesinde sus pus oturan, liberallerin sevgilisi Hillary Clinton da bu girişimi destekledi!), hem de İsrail’e ve Ortadoğu’nun gerici rejimlerine de bir çiçek atmış oldu. Bir taşa bu kadar kuş, daha ne istenir ki?

Trump, çelişkiler içinde kıvranan, tarihsel olarak gerileyen kapitalist düzenin siyasi ve askeri yönetici gücü olan ABD’nin barbar yüzüdür. İlk günden beri söylediğimiz gibi, serseri mayın faşizmidir. Serseriliğini de, faşizmini de yapmıştır! Ne şaşırıyorsunuz?

ABD-Rusya ittifakına ne oldu?

Şaşkınlar aynı zamanda Trump’ın Suriye’ye füze yollamasının o çok yüceltilen ABD-Rusya ittifakı yönelişine de aykırı olacağı için beklenmedik bir gelişme olduğunu düşünüyorlar. Gerçek başından beri ifade ediyor. ABD-Rusya ittifakı projesi, esas olarak Çin’i yalıtmak, Şanghay İşbirliği Örgütü ve çevresindeki ilişkiler ağını boşa çıkartmak üzere düşünülmüştür. Stratejik değildir. Olamaz da. Olamaz çünkü Trump’ın Siyonizme angaje olması, bundan doğan İran düşmanlığı, Rusya ile ilişkisini sonuna kadar dostane götürmesine engel olacak temel yaklaşımlardır. İran düşmanlığı, aynı zamanda Trump’ı Esad düşmanlığına doğru itecekti. Bu belliydi. Bugün olan bunun sadece bir ilk belirtisidir.

Şimdi ABD ile Rusya Birleşmiş Milletler’de de, ikili ilişkilerde de itişip duruyor. Henüz ilişkiyi husumete çevirmiyorlar. Ama ABD Dışişleri Bakanı Rex Tillerson’ın Rus muadili Yevgeniy Lavrov ile görüşmesinin başlangıcında ikilinin nasıl el sıkıştığını, özellikle Lavrov’un nasıl buz gibi davrandığını görenler, ilişkilerin ne kadar gergin olduğunu anlayabilirler. Şimdi ABD Esad’la olmaz diyor. Ama Rusya (hep yazdık) Esad’ı değil, Arap terminolojisinde “laik rejim” anlamına gelen “sivil devlet”i savunuyor başından beri. Bu aşılabilir. Ama Ukrayna? Şimdilik hayır. İran? Uzunca bir süre hayır. Emperyalizmin Rusya’yı sömürgeleştirme hedefi? Asla!

Kuzey Kore’nin ardındaki hedef: Çin

Kuzey Kore bir hanedan tarafından yönetiliyor olabilir. Bürokratik kastın temsilcisi Kim Jong-un’un tarzı ile dünya âlemin alay konusu olabilir. Halka sahte sadakat gösterileri yaptırtarak kendinden kuşku duyulmasına neden olabilir. Hatta kapitalist restorasyon yolunda bazı adımları da atıyor olabilir. Ama hiç unutulmaması gerekir, Kuzey Kore, yozlaşmış da olsa emperyalizmin amansız düşman olarak gördüğü işçi devletleri silsilesinin sonuncularından biridir. Ve tehdit altındadır. Kore’nin öteki yarısında 30 bin, Japonya’da ise 50 bin Amerikan askeri konuşlandırılmıştır! ABD sabah akşam Kuzey Kore’nin kıtalar arası balistik füze ve nükleer silah yapımına engel olacağını haykırmaktadır. Fırsatını bulur bulmaz Kuzey Kore’nin üzerine çullanacaktır! Kimse Kuzey Kore liderinden nefret edip yorgan yakmasın!  Kim Jong-un’u komik mi buluyorsunuz? Yukarıdaki fotoğraflara bakın, Trump daha mı az komik? ABD’ye karşı Kuzey Kore’nin savunulması dünya işçi sınıfı hareketi açısından bir görevdir.

Ama iş burada bitmiyor. ABD emperyalizminin esas stratejik hedefi (Rusya ile birlikte, ama daha da önemli olarak) Çin’dir. Kuzey Kore meselesi, Güney Çin Denizi ile birlikte, ABD’nin Çin’i hedef almak amacıyla kaşıdığı iki büyük meseleden biridir. Kuzey Kore Çin’in müttefikidir. Çin bu ülkenin her yaptığını onaylamamakla ve zaman zaman ABD’nin taleplerinin baskısı altında onu köşeye sıkıştırmakla birlikte Kuzey Kore rejiminin yıkılmasından stratejik bir zarar görecektir. Bu yüzden Kuzey Kore’ye yönelik ABD saldırganlığı, aslında doğu Asya’daki stratejik mücadelenin bir parçasıdır. ABD Başkan Yardımcısı Michael Pence Güney Kore’yi ziyaret edip “bütün seçenekler masada” dediğinde bunun arı anlamda emperyalizm olduğunu anlamayan dünya politikasını analiz etmeyi bıraksın!