Yeni sol bozgun

Marksizme yönelik liberal saldırılar çok yönlü ve çeşitli olmuştur. Ancak ideolojik yönden ortak tema Marksizm’in modası geçmişliği ve köhneliği, Marksistlerin ise yeni eğilim ve gelişmeleri anlamamakta ısrar etmesidir. Bu tema işçi sınıfının olmadığına ya da varsa bile siyasette belirleyici olmadığına dair argümanlarla desteklenir. Liberal soldan gelen saldırılarda devrim düşüncesine hakaret etmek ayıp sayıldığından bu güzel hayalin yakın zamanda gerçekleşmesinin mümkün olmadığının altı çizilir ve mutlaka varılan nokta tarihi Marksizm’den de eski olan (nedense hiç modası geçmeyen ve köhneleşmeyen) düzen içi reformlar için burjuvaziye bel bağlamaktır. 

Sosyalist solun önemli bir kesimi 2011 seçimlerinden sonra HDP’ya iltihak etmişti. Şimdi 24 Haziran seçimleri vesilesiyle yeni sosyalist kesimler HDP’ye iltihak ederken, bu liberal tema bir kez daha tedavüle sokulmuş durumda. Sayısız örneği mevcut. Sosyal medya bunlarla dolu. Ama en ilginç olanı yıllarca bir “Ortodoks Marksist” olarak bu saldırılara maruz kalmış olan ve benim ilk defa bir birleşik parti olduğu dönemde ÖDP’de, bizim de bir bileşeni olduğumuz, partinin yüzü işçi sınıfına dönük ve Kürt halkının mücadelesini de ciddiye alan eğilimi olan Sosyalist Emek İnisiyatifi içinde Marksizmin savunulduğu politik siperlerde aşina olduğum Metin Çulhaoğlu’nun bu kadim liberal temayı aynen kopyalayıp İleri Haber’de yayınlanan “Yeni Sol Duruş” başlıklı yazısına yapıştırmasıdır.

İnsan konduramıyor ama maalesef durum bu. Çulhaoğlu, Gezi’den bu yana yeni bir sol duruşun şekillendiğini söylüyor ve solu tanımlayan öğelerden “eşitlik, özgürlük, adalet, laiklik, demokrasi vb.” bu yeni duruşta da mevcut olduğunu belirterek başlıyor. Bu kavramların hepsi burjuva devrimleriyle ortaya çıkan kavramlardır ve haliyle hiçbiri solu tek başına tanımlayan öğeler değildir. Hele ki sınıfsal özünden soyutlandığında hiç değildir. Nitekim bu kavramların her birinin “Millet İttifakı” ya da Ali Koç tarafından da kendi işlerine geldiği zamanda,kendi işlerine gelen bir içerikle kullanılabildiğine tanık oluyoruz. Demek ki sermayeye, emperyalizme, istibdada vb. karşıtlığı içinde ele almadan, bu kavramların solu tanımlaması mümkün değildir.

Ancak zaten yazı yeni sol duruşu başka ayırıcı özelliklerle tanımlıyor. Asıl karakteristik, “öfkenin, reddiyenin ve arayışın damgasını vurduğu bir değişim beklentisidir.” Ancak bu değişim devrim değildir: “Devrim, henüz gündemde değildir ya da istenilen değişim ile devrim arasındaki bağlar henüz kurulmamıştır.” Sosyalist hareketin gündemini gereksiz yere kaplayan “Stalin-Troçki kavgaları,  Komintern’in 1919-43 dönemi politikaları, yıkılan sosyalist sistemin eğitim ve sağlık gibi alanlardaki başarıları ya da başka bir açıdan bakılırsa Mustafa Kemal’in Çanakkale savaşındaki rolü gibi başlıkların bu yeni sol duruşta fazla ağırlığı yoktur.”

Peki ya ne vardır? Çulhaoğlu’na göre: “Yeni sol duruş, en kritik uğraklarda bile felaket tellallığına ve abus (somurtuk) suratlı bir muhalefete ısınamamakta, dün Gezi, bugün Selahattin Demirtaş ve Muharrem İnce örneklerinde görüldüğü gibi belirli bir mizah anlayışına daha yakın durmaktadır” ve “Beğensek de beğenmesek de böyledir ve düpedüz sol bir duruştur.”

Bizim beğenip beğenmememizle ilgisi yok… Böyle bir sol tanımı yoktur; böyle bir sol duruş varsa da bu yeni bir şey değil köhnemiş “liberal sol” argümanların yine köhnemiş “güleryüzlü sosyalizm” tenceresinde yeniden ısıtılıp önümüze sürülmesidir. Son dönemin bir tekerlemesi var. Sol Gezi’yi anlamadı. Doğru da bunu Gezi kuşağının esprilerini anlamama derecesine indirgemenin de âlemi yok. Gezi her şeyden önce halkın parlamenter olmayan yollardan isyanıydı. Bu isyanın çadırlarını kaldıran ve yerine seçim sandıklarını koyan Türkiye’nin sosyalist örgütleri oldu. Bunu ayrıntısıyla daha önce “İhanete Uğrayan İsyan” yazımızda (http://gercekgazetesi.net/gundemdekiler/ihanete-ugrayan-isyan) yazdık. Mesela “Tatava yapma bas geç” mizahiydi, espriliydi ama hiç de Gezici değildi. Bir hırsızın karşısına başka bir hırsızla çıkmanın komik bir yanı da yoktu.

Nihayet Gezi, Türkiye’de halkın mücadele dinamikleri açısından sınıf mücadelesi yöntemlerini dışlamak için sıklıkla istismar edildi. Çulhaoğlu da ne yazık ki aynı hataya düşüyor. Çulhaoğlu’nun “Bugün ülke ölçeğine damgasını vuran, az çok bütünlüklü bir sınıf hareketinden söz edemiyoruz” dediği Gezi sonrası dönemde Türkiye’nin 12 Eylül sonrası (belki 1990-91 Zonguldak dışında) en kapsamlı ve etkili fiili grev ve işgal dalgası, 2015 metal grevleriyle yaşandı. Gezi’de hak edilmemiş bir sempati kazanan Ali Koç’un fabrikalarının da içinde olduğu dev işyerleri haftalarca işgal edildi. Gezi’den sonra “artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” diyenler o sırada en eski sandık siyasetinin peşindeydi. Gördüğümüz gibi Gezi’de isyan edenlerin sosyalist siyasete uzaklığı her türlü hoşgörüyle karşılanırken fabrikalarını işgal eden grevci işçilerin sosyalist olmayışı bütünlüklü bir sınıf hareketi açısından tamamen görmezden gelinebiliyor.

Çulhaoğlu sadece devrim fikrini değil sınıf hareketini de tamamen çöpe atmayacak kadar Ortodoks bir Marksist. O yüzden sınıf hareketini çöpe atmasa da rafa kaldırıyor. Ama argüman yine de sol liberalizmin kadim argümanı. Önerisi şu: “Gerçek bir sınıf hareketinin sosyalistler tarafından yaratılması da mümkün olmadığına göre en doğrusu, yükselen genel toplumsal muhalefet dalgasının sınıfı da tetiklemesine sağlayacak çalışmalardır.” Nasıl olacak o? Mesela bugün kendilerinin “yeni sol duruş”un adresi olarak bulundukları HDP liderleri TÜSİAD’la görüşmeler yapıp, “demokrasi” mücadelesine “her kesimi” katmaya çalışırken nasıl olacak? (Demokrasi solu tanımlıyordu değil mi?) Muğlâk bir toplumsal muhalefet dalgasının sınıfı tetiklemesine bel bağlamaktansa somut işçi mücadeleleriyle etkileşim içinde yeni bir sol (sosyalist) inşanın temellerini atmak daha gerçekçi olmaz mıydı? Eğer gerçekten derdimiz sınıf hareketiyse tabii…

Durum gayet açık. Ortada yeni bir sol duruş falan yok. Çulhaoğlu yazının başında bizim yapacağımız türden eleştiriler için, “daha ötelere gitmeden “sol” diyoruz ve ‘duruş’ diyoruz” ifadesiyle bir ihtiyat payı bırakıyor gerçi. Ama durum bu ihtiyat payını bile kaldırmıyor. Çünkü sosyalistler HDP’ye iltihak ederken sola dair ne varsa kapıda bırakmış durumdalar. “Sosyalist” HDP adayları ekonomide “Türkiye’nin uluslararası alanda güven vermemesi”nden şikâyet etmeye başlarken kriz karşısında izlenecek politikalar bağlamında sermayeyi ve özel mülkiyeti tehdit eden hiçbir söz söylenmiyor. Emperyalizm, NATO, İncirlik ve diğer üsler bir anda ülke gündeminden çıkmış gibi… Yeni bir sol duruş isteyenlerin, HDP’ye iltihak etmeyenleri en köhne sol liberal argümanlarla eleştireceğine, sermaye ve emperyalizm karşıtı politikaları gündeme taşımaları gerekmez mi? (Yoksa demokrasi solu tanımlıyor da anti-emperyalizm tanımlamıyor mu?) Ama o zaman bizi değil NATO Parlamenterler Asamblesi’nde gururla yer alan ve TÜSİAD’la demokrasi mücadelesi vermeye çalışan HDP’yi eleştirmeleri gerekirdi. Ama derin bir sessizlik hakim. Çünkü duruş bile değil geri gidiş var. Vuruşarak ricat etmek de yok. Bu, olsa olsa yeni sol bozgundur!