Topbaş ve Gökçek yargılansın!

Erdoğan’ın “metal yorgunluğu” parolasıyla başlattığı, AKP’li belediyelerle, il örgütlerini kapsayan tasfiye çalışması itina ile bir parti içi meseleymiş gibi sunulmaya çalışılıyor. “Metal yorgunluğu” parolası böyle bir izlenim oluşturmak için seçilmiş bir kavram. Yorulmuş ve yıpranmış kadroların değiştirilmesini bir kan değişimi ile, yaklaşan seçime hazırlanma çabasını çağrıştırıyor. Ancak gelişmelere bakıldığında meselenin partinin iç ilişkileriyle sınırlı olmadığı ve öyle kalamayacağı anlaşılıyor. Çünkü tasfiye edilen ve edilmek istenen isimler siyasi performanslarından ziyade cemaatle ilişkileri ve yolsuzluk dosyaları ile gündeme gelmekte.

Yolsuzluk iddiaları herkesten önce Erdoğan tarafından dile getiriliyor. Erdoğan, AKP il başkanları ile yaptığı konuşmada metal yorgunluğundan bahsederken bunun yolsuzluğu kapsadığını şu sözlerle itiraf etmiştir: “Bu millete hizmette kalkıp da afedersiniz her türlü yolsuzluğa bulaşan mı var, kenara koyacağız. Buralarda dikkatli olmaya mecburuz.” Erdoğan daha önce de aynı kapsamda konuşurken “bu hırsızı nereden buldunuz dedirtmemeliyiz” sözüyle AKP’nin getirdiği isimlerin en çok eleştirildiği noktalardan birinin “hırsızlık” olduğunu açık etmişti.

Halkın parası AKP’nin iç işi olamaz!

Erdoğan’ın sözleriyle ifade edecek olursak ortada ciddi bir “hırsızlık” ve “yolsuzluk” sorunu varken “metal yorgunluğu” ve istifalar sürecinin bir parti içi sorun olarak kalması düşünülemez. Hele ki dev bütçelere sahip belediyeler söz konusu olduğunda… Son süreçte istifasını veren Kadir Topbaş 42 milyar lira bütçesi olan İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin başındaydı. Her an istifa etmesi beklenen Melih Gökçek ise 6 milyara yakın bir bütçeyi yönetiyordu. İstifası istenen ancak henüz istifa etmeyen Belediye Başkanı Edip Uğur’un yönettiği Balıkesir Belediyesi’nin bütçesi 750 milyon lira. Başkanları istifa ettirilen daha küçük illerden Düzce ve Niğde belediye başkanları sırasıyla 255 milyon ve 134 milyon liralık bütçeyi yönetiyordu.

AKP il örgütleri söz konusu olduğunda belki bu parti içi mesele olarak görülebilir. Yine de Konya il örgütünün toplu istifası gibi gelişmeler mutlaka 15 Temmuz’un AKP’ye bir türlü ulaştırılmayan siyasi ayağı açısından tartışılacaktır. Ancak belediyeler söz konusu olduğunda yolsuzluk iddialarının geçiştirilmesi mümkün değildir. Halkın olan biteni öğrenme, eğer kamu kaynakları talan edilmişse bunun hesabını sorma hakkı olduğu gibi eğer bir suç varsa bunun da cezasız kalmaması gerekir. İstifa ise bir ceza değildir ve içinden geçtiğimiz süreçte bir yaptırım olmaktan ziyade iddiaların üstünü kapatmak için kullanılmaktadır.

Kadir Topbaş’ın 4 katrilyon liraya ulaşan İstanbul Metrosu ihalelerinde devleti 1 katrilyona yakın zarara uğrattığına dair davaların daha sonra cemaatçi olduğu için tasfiye edilen hakim ve savcılar tarafından kapatıldığı iddiası söz konusudur. Son dönemde damadının cemaatle ilişkisiyle gündeme gelen Topbaş’ın bu ilişkisi sadece 15 Temmuz’la bağlantılı kalmamaktadır. Aynı zamanda o damadın ortağının 33 milyona aldığı araziyi, belediyeden imar değişikliği yapılması sayesinde 370 milyon liraya hem de imar değişikliğini yapan belediyenin kendisine sattığı da iddialar arasındadır. Melih Gökçek için de Bülent Arınç’ın Ankara’yı “parsel parsel sattığı” suçlaması hala açıklama bekliyor. Melih Gökçek’le ilgili 3 önemli dosyanın Erdoğan’ın önünde olduğu, bu dosyaların cemaat bağlantıları ile imar yolsuzluklarını kapsadığı, ayrıca Gökçek’in Zarrab’tan 300 milyon liraya yakın rüşvet aldığı eski bakanlardan Yaşar Okuyan tarafından gündeme taşındı. İstifa etmeyi reddeden Balıkesir Büyükşehir Belediye Başkanı Edip Uğur ise AKP genel merkezinde parti yetkilileriyle tartışması ve koridorlarda “İstifa etmiyorum. Sıkıysa siz görevden alın… Ben gidersem yalnız gitmem. En az 2-3 kişiyi de beraberimde götürürüm. Benim yanımda…. şirketlerinden istenen paraları da kamuoyuna açıklayayım mı?.. O günlerde iyiydik de şimdi mi kötü olduk…” diye bağırmasıyla gündemde.

Türkiye yakın tarihine damgasını vuran SHP’li Nurettin Sözen’i Belediye Başkanlığı koltuğundan eden İSKİ skandalında yolsuzluğa konu olan meblağın genel müdür Ergun Göknel’in İsviçre’deki hesaplarında bulunan 30 bin dolar ve 670 bin Mark olduğu düşünülecek olursa ayyuka çıkan yolsuzluk iddialarının, o dönem tüm Türkiye’yi sarsan skandalın kat be kat fazlası olduğu görülür. İSKİ skandalı davasından Nurettin Sözen beraat etmişse de ertesi seçimde aday olmamış ve Erdoğan yerel seçimi alarak İstanbul Büyükşehir Belediyesi başkanı olmuştu. Dolayısıyla Erdoğan bu tür davaların siyasi sonuçlarını ve en azından bu anlamda mutlaka kendisine de uzanacağını gayet iyi bilmektedir.

Şantaj, mobbing ve dosya savaşları

Diğer yandan Erdoğan’ın belediye başkanlarını istifa ettirmekte istediği başarıyı gösteremediği açıkça gözüküyor. Bu konuda ayak direyenlere, sorun çıkarmadan istifa ettiği için örnek olarak gösterilen Kadir Topbaş’ın bile Temmuz ayından itibaren belediye meclisindeki AKP’li üyeler tarafından ciddi şekilde baskı altına alındığı biliniyor. Belediye meclisinden istediği kararları geçiremeyen, geri gönderdiği kararlar aynen iade edilen Topbaş sonunda “insanlar çok şeyi affeder adam yerine konmamayı affetmez” diyerek istifa etmişti.

Melih Gökçek ise uzun süre direndikten sonra adım adım yelkenleri suya indirmeye başlamış gözüküyor. Kesin olmamakla birlikte makam odasını boşaltmaya başladığı ve her an Ankara Valiliği’ne istifa dilekçesini sunabileceği konuşuluyor. Sonuç ne olursa olsun Gökçek’in olası istifası kadar istifa etmemekteki direnişi de ciddi ipuçları barındırıyor. Zira Gökçek’in kendi hakkındaki dosyalara elindeki dosya arşiviyle karşılık verdiği ve istifa sürecinin bu yüzden geciktiği iddiaları çok ciddi. Bu konuda Yeniçağ gazetesi yazarı Ahmet Takan’ın yazısındaki henüz yalanlanmayan ifadeler yenilir yutulur cinsten değil: “Gökçek'in yakın çevresine Erdoğan için "bunu onun yanına bırakmam" dediği iddia edilirken, saray danışmanlarının da "Gökçek'in elinde dosya arşivi var ama şu dönemde bir anlamı yok. Suç duyurusunda bulunmak için savcı bile bulamaz. Elinde ne olduğunun bir anlamı yok. Aksi halde sizin otoriteniz sarsılıyor. 17/25 Aralık'ın üstesinden geldiniz bunun da rahatlıkla üstesinden gelirsiniz" diye rapor verdikleri konuşuluyor.”

Bu yazılanlar, istifa ettirilmek istenen belediye başkanları için önce ikna sonra mobbing ve şantaj yöntemlerinin kullanıldığını ancak şantaja şantajla karşılık veren belediye başkanları için ne yapılacağının tartışılmakta olduğunu ifade ediyor. Tam bu tartışmalar yoğunlaşmışken İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun TBMM’de yaptığı konuşma en son olarak “görevden alma” seçeneğinin kullanılacağına işaret ediyor:"Yolsuzluk yapan kim olursa olsun, kanuna aykırı davranan her kim varsa, belediye başkanıdır, x'tir, y'dir, z'dir, yetkimiz dahilinde gözünün yaşına bakmayız. Bu saatten sonra muhalefet belediyeleri de iktidar belediyeleri de nasıl gözünün yaşına bakmayacağımızı görecekler.”

Erdoğan ne derse o oluyorsa… 

Abdülkadir Selvi, Topbaş’a belediye meclisinde uygulanan kuşatmanın Gökçek için de devreye sokulduğunu yazıyor: “Gökçek direnmeye başlayınca, Ankara İl Başkanlığı’nda belediye meclis üyeleri ile toplantı yapılarak, belediye meclisinde karar alınmaması istendi. Bu, Gökçek’in kilitlenmesi anlamını taşıyordu.” Bu durum belediyelerde Erdoğan’ın iradesi hilafına hiçbir şeyin olamayacağının bir kanıtı niteliğinde. Erdoğan, belediyeler üzerinden güç gösterisi yaparken fiilen geçmişe yönelik tüm sorumluluğu da üzerine alıyor. Topbaş 13 yıldır görevdedir, Melih Gökçek ise tam 22 yıl boyunca Ankara’yı yönetmiştir. Bu yıllar, Erdoğan’ın cemaat için “ne istediniz de vermedik” dediği dönemleri de kapsamaktadır. Dolayısıyla hem cemaatle ilişkiler hem de yolsuzluk dosyaları açısından iddiaları kendisine ulaştıracak taşları bizzat Erdoğan kendi elleriyle döşemektedir. Süleyman Soylu’nun ifade ettiği gibi yolsuzluk ve kanuna aykırı davranma söz konusu ise mutlaka sürecin bir aşamasında yargının devreye girmesi gerekir. Bu belediyelerdeki olası bir yolsuzluk soruşturmasının Erdoğan’a uzanması riskini beraberinde getirecektir.

Hırsızlık ve yolsuzluk suçtur! Yargılanmak zorundadır!

Takan’ın yazısında iddia ettiği gibi eğer kimsenin bu soruşturmayı yapacak savcı bulamayacağına güveniliyorsa da bunun herhangi bir meşruiyetinin olmayacağı açıktır. Ayrıca yargının baskı altına alınması, devletin arazileri parsel parsel satılırken, halkın ödediği vergiler ihale yolsuzluklarıyla peşkeş çekilirken, açlık sınırında geçinmeye çalışan ve her talebine devletten “para yok” diye cevap alan milyonlarca işçiyi, emekçiyi, yoksulu bağlamaz. Halk, elindeki tüm meşru araç ve yöntemlerle yolsuzluğun üzerine gidebilir, hakkını arayabilir. 

Bugün hırsızlık ve yolsuzluk ifadeleri miting alanlarından yükselmiyor, bizzat Erdoğan’ın Süleyman Soylu’nun dilinden dökülüyor. Ankara kulislerinden başlayarak tüm Türkiye yenir yutulur olmayan iddialarla çalkalanıyor. Bu aşamadan sonra Kadir Topbaş ve Melih Gökçek’ten başlamak üzere belediye başkanlarının yargılanmadığı her seçenek delil karartma ve örtbas etme anlamına gelecektir.