Ukrayna’da politik kriz

Aşağıdaki yazı, Ukrayna’da Dördüncü Enternasyonal’in Yeniden Kuruluşu Koordinasyonu’nun temas içinde olduğu bir Marksist örgüt olan Akıntıya Karşı adına kaleme alınmış bir analizdir. Yazı Ukrayna’daki olayların ilk evresinde, Aralık ayında yazılmıştır. Orijinali Rusça olarak kaleme alındığından başka dillere çevrilmesi vakit almıştır. Önce Rusça’dan Yunanca’ya çevrilmiş ve Yunanistan’daki kardeş örgütümüz EEK’in gazetesi Nea Prooptiki’de yayınlanmıştır. Ardından Yunanca’dan Türkçeye çevrilmiştir. Çeviriden çeviri her zaman zorlu ve yanıltıcı yönler taşır. Bu yüzden buradaki Türkçe çeviride Yunanca çeviriden kaynaklanan bazı belirsizlikler bulunması kaçınılmazdır. Yazıyı Yunanca’dan Türkçe’ye bu zorluklara aldırış etmeden büyük bir emekle çeviren Üner Eyüboğlu arkadaşımıza teşekkürü borç biliriz.

Yazıyı artık eskimiş olduğu halde yayınlamamızın birkaç nedeni var. Birincisi, Ukrayna toprağından Marksistlerin olayları, sınıfların oynadığı rol üzerinde de durarak, soğukkanlı biçimde analiz etmesine yaslanan bir kaynağın özel bir önem taşıdığına ilişkin inancımızdır. İkincisi, yazının Ukrayna tarihinin derinliklerinden gelerek ülkenin politik hayatına damgasını vuran özgül yönlere, özellikle ülkenin bölgesel farklılıklarına ışık tutmasıdır. Nihayet, Aralık’tan bu yana birçok yeni gelişme olmuş olsa da, yazıda siyasi kamplar konusunda ortaya konulan analiz bütün geçerliliğini korumaktadır. Kitle hareketlerini, siyasi karakteri konusunda titiz tespitler yapmaksızın körce desteklemenin özellikle 1989 Doğu Avrupa sarsıntılarından bu yana solun belirli kesimlerinde alışkanlık haline geldiğini biliyoruz. 1989’un kendisinin bir devrim değil bir kapitalist restorasyon süreci olduğu ortaya çıkmasına rağmen, bu kesimler tavırlarını bir türlü değiştirmemekte ısrar ediyorlar. 2000 Sırbistan, 2004 Ukrayna (“Turuncu Devrim”), 2005 Gürcistan (“Gül Devrimi”) gibi olaylarda olsun, Libya’da ve 2011 sonundan itibaren Suriye’de olsun bu yanlış ısrarla sürdürüldü. Ukrayna’da aynı yanlışın solun başka kesimlerine yayılmasını engellemek için ülkenin kendi toprağından gelen bir Marksist sesi Türkiye okuyucusuna eriştirmek bize önemli göründü. Nihayet, buradaki tahlilin Gerçek sitesinde yayınlanan analiz ile aynı doğrultuda olduğunun da altını çizelim.

 

Son haftalarda Ukrayna bir karışıklık içine girdi. Başkent Kiev’de sürekli protestolar yapılıyor, protestocuların ülkenin en yoğun protestolarını yürüttükleri yer de “Maidan” oluyor.  (Bu kelime Ukraynaca’da meydan anlamına geliyor.) Burada olayların bir analizini yapmaya çalışacağız. Ukrayna’daki kriz, yurt içindeki ve uluslararası problemlerin bir araya gelmesi ile ortaya çıktı. Uluslararası problemlerle başlayalım:

Ukrayna, her şeyden önce dış politikasında hangi yolu seçmesi gerektiği problemi ile karşı karşıya bulunuyor. Zaten epeydir dış güçlerin etkilemek için birbiriyle mücadelesinin alanında bulunuyor! Avrupa devletleri arasındaki rekabet varken hasım taraflar ABD ve Rusya ise bunların arkasına gizleniyor. Gerek Rusya gerek Avrupa Birliği, uluslararası piyasalarda daha çok çıkar elde etmek için kendi emperyalist birliklerini kurmaya çalışıyor. Her iki taraf da kendisiyle yandaş olması için Ukrayna’yı davet ediyor.

“Turuncu Devrim”den sonra Ukrayna’yı Amerikan yanlısı cumhurbaşkanı Viktor Yuşçenko yönetiyordu, ülke doğrudan AB’ye davet edilmemiş olsa da hızla NATO’ya gireceği belli oluyordu. Halkın çoğunluğu ve burjuva elit tabakanın bir kısmı NATO’ya karşı bir tavır içinde. ABD liderliğindeki NATO’nun, SSCB’ye karşı düşman olduğu “Soğuk Savaş” dönemi hafızalarda henüz taze. NATO’nun saldırganlığı ispatlanmış bir stratejik-politik müttefik olduğu da apaçık ortada.

Bu nedenle, cumhurbaşkanı Yanukoviç’in[1] hükümeti dış politika rotasını değiştirdi ve Avrupa-Atlantik bütünleşmesini reddetti. Ülkenin NATO’ya girme meselesi gündemden çıkartıldı. Bununla birlikte, yeni hükümet “Avrupa İle Bütünleşme”ye olumsuz yanıt vermedi. Yeni hükümetin Avrupa Birliği’ne yaklaşımı apaçık stratejik bir hedefti. Eş zamanlı olarak Yanukoviç hükümeti Rusya ile ilişkilerini geliştiriyordu. Bir çok kişi bunu, dış politikanın ağırlığının Doğu’ya doğru kayması olarak yorumladı fakat objektif olarak Yanukoviç  hükümeti iki emperyalist güç arasında bir denge kurma rolü oynuyordu.

Bu denge kurma rolü 2013 yazında son buldu. O tarihte Yanukoviç, Ukrayna’nın Avrupa ülkeleri camiasına girmesi dışında alternatif bir çözümün bulunmadığını beyan etti. Bütün büyük kitle iletişim araçlarında Ukrayna’nın Avrupa lehinde bir seçim yapması için bir kampanya fırtınası başladı. Hükümetin, Doğu-Batı arasındaki politik dengeyi neden durdurduğu hakkında hiç bir açıklama yapılmadı, ne o zaman ne de şimdi! Ukrayna kapitalistlerini temsil eden iktidardaki yönetici sınıf toplumsal temayülü desteklemeyi gerekli görmüyordu. Kısa zamanda bunun bedelini ödedi.

Son anda, anlaşmanın müzakeresi ve imzası için birkaç gün kalmışken hükümet zaten üzerinde anlaşılmış olan belgeyi imzalamayı reddetti. Bildiğimiz kadarıyla, Ukrayna’nın büyük sanayicileri, işbirliğinin şartlarından hiç memnun değillerdi ve onların sonuç veren protestoları, hükümeti süreci durdurmaya mecbur etti. Hükümet Avrupa Birliği’ne girişin dış politikanın hedefi olmaya devam edeceğini deklare etti, sadece AB ile daha iyi koşullar konuşabilmek için müzakereleri dondurdu. Bunlar da krizi ateşledi. 

Avrupa Birliği ile işbirliği antlaşmasını, Ukrayna’da toplumsal olayları analiz eden gazetecilerden hiç biri ciddi olarak ele almadı, araştırmadı. Eğer, başlangıcından beri krizin nedenleri tekrar düşünülüp büyük yayın organlarında analiz edilmiş ve yayınlanmış olsaydı, şu açıkça görülürdü ki Avrupa Birliği ülkenin ekonomisi içinde kendisi için alması gereken en iyi yeri seçmiş ve ekonominin bir sıra dallarını kesip yok etmeye karar vermişti. Böylece, Avrupalı emperyalistler fırsatı ellerinden kaçırmış oldukları için üzüldüler. AB, Ukrayna’nın işbirliği antlaşmasını, başlangıçta olduğu şekliyle imzalaması için baskı yapmaya başladı ve metinde hiç bir değişikliği kabul etmedi. Her ihtimale karşı Ukraynalı diplomatlar henüz geri çekilmeye yanaşmadılar. Aralık ayının 15’inde bu makale yazılırken, Avrupa Komisyonu’ndan Stefan Füle Ukrayna ile metinde değişiklikler yapmak için müzakere yapmayacağını deklare etti.

 Ülkede büyümeye başlamış olan politik kriz, AB’nin Yanukoviç hükümetine aşırı baskı yapabilmesini sağlayan bir araç oluyordu. AB ve ABD, muhalefeti etkin şekilde destekliyorlar. AB’nin ve ABD’nin temsilcileri, “Maidan”a gelip açık şekilde protestoculara destek veriyor. Yanukoviç’in ayaklarının altındaki zemin kayarken,  müzakerelerde değişmez, anlaşmazlık yanlısı tutumlarını rahatça sürdürüyorlar. Protesto ve eleştirilerde işbirliği yapanlar bilinçli olarak batı burjuva sınıfının emperyalist çıkarlarının ajanı oluyorlar. Fakat emperyalistlerin kalabalıkları sokağa çıkarttığına inanmak aptallık olur: “Maidan”a çıkan protestocuların ayaklanmak için kendi sebepleri var.

Ukrayna’nın ülke içindeki toplumsal bölünmüşlüğü iyi bilinen bir olgudur. Ülkenin batısında ve merkezi bölgesinde nüfusun daha büyük kısmı Ukraynalı, en önemlisi Ukrayna dili kullanılıyor. Ülkenin doğusunda ve Güney’de etnik Ukraynalıların miktarı azalıyor, buralarda çok Rus yaşıyor ve Rusça Ukraynaca’dan daha güçlü duruma geçiyor. Ve Karpatya’ya yakın olan tarihi Galiçya bölgesi özel ilgi arz ediyor. Bugünkü Ukrayna’nın kuruluşunda, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, bu bölgeler arasındaki çok büyük farklar giderilmedi, etkisini kaybetmedi.

Özellikle kültür ve dildeki tarihi “patikaların” yarattığı farklıklar, bütün ülkede geçerli bir burjuva ideolojisinin eksikliğinin temelini oluşturuyor. Bu nedenle politik partiler sermayenin desteklenmesi yönünde işçi sınıfını kullanamıyor. Sonuçta, Ukrayna’da mahalli zeminde ideolojik “sivrilikler” 2004’de, Turuncu Devrim’den sonra belirlenmiş oldu. O aşamadan beri Ukrayna’nın batısında ve merkezde, halk kitlelerinin eğilimi kapitalistlerle birlikte, Avrupa Birliği’ne yakınlaşma ve Rusya’dan kopuş yönünde gelişti; halbuki güney’de ve doğu bölgelerde Rusya ile yakınlaşma, Batı’dan uzaklaşma yönünde gelişti.

2013’ten beri belirlenmiş olan AB istikametine yöneliş,  giderek sabitleşiyor. Alternatif görüşler yayınlarda yer almıyor. Yanukoviç,  iktidardaki partinin milletvekilleri üzerinde, AB ile müzakerelerde mesafe alınabilmesi için gerekli belgeleri oylamaları yönünde baskı kuruyor. Milletvekili İgor Markov, Gümrük Birliği’ne[2] girilmesini alenen destekleyince milletvekilliği kaldırıldı ve tutuklandı. Markov, Odessa’dan seçilmişti. Tutuklanması şehirde kaosa sebep oldu: tutuklanmasından sadece birkaç saat sonra yaklaşık 500 protestocu mahalli emniyet müdürlüğüne hücum ederek onun serbest bırakılmasını talep etti. Protestonun bastırılması için üç bölgenin özel kuvvetlerini harekete geçirmek gerekli oldu. Bu, sonuç olarak Yanukoviç’in 2010’da, Rusya ile ilişkilerin iyileşmesini umarak ona oy vermiş olan seçmenlerinden bir kısmını kaybetmesine sebep oldu. Avrupa ile bütünleşmek için çizilen yolun istikameti Yanukoviç ve partisinin geleneksel taraftarlarını kaybetmelerine sebep oldu, kuzey-batıdaki Avrupa hayranlığından bir fayda da elde edilmedi. Bu bölgelerde, hükümet hiç bir zaman destek elde etmeyi başaramadı. Avrupa perspektifi sayesinde destek sağlanması için yoğun bir umut vardı fakat başarılamadı. Ayrıca müzakerelerin dondurulması ülkenin batısında memnuniyetsizlik iklimi yarattı.

Ülkenin hemen tamamı Yanukoviç rejiminden memnuniyetsiz. İktidardakiler memleket içinde öyle halk tarafından tutulmayan politikalar izlediler ki herkes onlara karşı cephe aldı. Fakat ülkenin coğrafi farklılıkları işçi kitleleri ile rejim arasında çok değişik ilişkileri önceden belirlemişti. Merkezde ve batıda onu kabul etmediler tıpkı doğu ve güneyde Yusçenko’yu kabul etmedikleri gibi. Başka bir deyişle, şimdi iktidarda olan hükümet seçmenlerin gözüne ideolojik bir değişmezlik gibi göründü ve bu yüzden Avrupa bütünleşmesi konusunda kendini inandırmış olanların gözünde düş kırıklığı yarattı ve genel bir hoşnutsuzluğa sebep oldu.

Böylece, “Maidan”da, “Avrupaseverler” diye adlandırılan hareket, Kiev’de 21 Kasım gecesi, küçük, kendiliğinden doğan bir protesto olarak başladı. Ukrayna’da pek çok insan, Batı Avrupa’ya burjuva özlemleri taşıyor, Batı’nın bir cennet olduğuna ya da orada ideal hayat şartları bulunduğuna inanıyor. Aynı zamanda burjuvazi, hareketi yönetmek yolunu seçti.  Bütün bunlara rağmen Kiev olup bitenden uzakta kalmaya çalıştı. Sonuçta birbirine yakın iki meydanda iki ayrı “Maidan” kuruldu; bir tanesi Bağımsızlık Meydanı’nda bağımsız bir topluluk, diğeri Avrupa Meydanı’nda partizan bir topluluk.

Şimdi muhalefet politikalarının kuruluşunu ele alalım. “Turuncu” olarak adlandırılan üç tane partimiz var: “Batifsçina” (Vatan), Yulia Timoşenko’nun tutuklanmasına rağmen hayatta kalmayı sürdürüyor; ikinci olarak Udar (Darbe) adlı yeni parti,  başında Amerikan yanlısı boksör Vitali Kliçko var; üçüncü olarak “Svoboda” (Özgürlük) partisi. Sonuncusunun savunduğu ideoloji “bütünsel milliyetçilik” – faşizmin Ukrayna versiyonu, ırkçı fikirler besliyor! 2002 yılına kadar Ukrayna’nın Nasyonal Sosyalist Partisi olarak adlandırılıyordu, Hitler’e karşı hayranlık duyuyordu ve onun fikirlerini örnek alıyordu; bu nedenle de Nazi olarak tanınıyordu. Bu partinin hususiyeti hastalık derecesinde Rus korkusuna sahip olması bu nedenle de Rus hükümetinden son derecede bağımsız olan Yanukoviç, onlara Rus işgalcilerin temsilcisi gibi görünüyor.

               "Svoboda" son yıllarda çeşitli aktivistlere ve bu arada sol aktivistlere yaptığı pogromla böbürleniyordu. Şunu da söylemeliyiz ki, 2013'te, Troçki'nin Ukrayna hakkında yazılmış eserlerinden yapılan bir seçmecenin ilk kez Ukrayna dilinde yapılan tanıtım toplantısını dağıttı. Bu güne kadar yapılan dört toplantıdan ikisini dağıttı.“Svoboda”nın yükselişi son 6 yılın içinde gerçekleşmiştir. Az zaman önce, Galiçya’da az miktarda taraftarı olan marjinal bir partiydi, bugün ise Stalinist Ukrayna Komünist Partisi’ndan daha fazla milletvekili var. Bu önemli başarının, milliyetçi liberal partilerin büyük kitlelerde yarattığı hayal kırıklığı ile ilgisi var. Yuşçenko’nun iktidarda olduğu sürede liberal milliyetçiler kabiliyetsizliklerini ispatladılar. Fakat bu itiş kakış içinde turuncu partilerin seçmenleri, milliyetçiliğe inançlarını kaybetmek yerine çıkışı daha radikal milliyetçilikte buldular. “Vatan” ve “Darbe” partilerinin liberal milliyetçileri halkı harekete geçirmek bakımından güçsüz kaldılar ve şimdi “Svoboda” faşistlerinden yardım almak gereğini duyuyorlar. Bu, uzak görüşten mahrum, miyop politikanın sonucu sadece aşırı sağa genel bir sempatinin güçlenmesi oldu.

Rengi olmayan ve partiler dışı AB yanlısı “Maidan” hareketi, pek çok kişide dünyanın burjuvazinin etkisinden kurtulmaya başladığı gibi yeterince yanlış bir izlenimi güçlendirdi ama gerçek tam da böyle değil. Doğmak üzere olan bu bağımsızlığı birkaç gün için istismar etmeye karar vermiş olan turuncu muhalefet güçlerinin sayısı az değildi ve “Maidan”ın dağıtılması için Avrupa Meydanı’nda toplanan “Bağımsızlık Meydanı” adı altındaki kalabalıkları bir araya getirdiler. Tipik olarak bu, partiler dışı bir kalabalıktı; fakat pratikte bunları çeken onların organizasyonuydu. Onların kendilerinin ise bir organizasyonu yoktu.

Maidan hareketi AB zirve toplantısına kadar dağılmayacağını deklare etti. Kesinleşmiş bir plan yoktu ve kısa sürede, barışçı bir şekilde dağılacakmış gibi görünüyordu. Fakat tam o zaman durum önceden görünmeyen bir değişime girdi: 29 Kasım gecesi emniyetin özel polis kuvvetleri meydanda toplanmış olan insanları dağıtmaya çalıştı.

Bunların, muhalefet tarafından yapılan provokasyonlar mı olduğu henüz belli değildi. Bir yoruma göre Maidan’ın önderleri şehrin bir ucundan öbür ucuna kadar özel bir “yanlış bilgi” yayma hareketi başlattılar. Öyle olmuşsa bile, şimdiki rejimde halkın yaptığı protestolar şiddetle karşılanıyor! Böyle olmasaydı provokasyonların yapılması zor olurdu. Özel polis kuvvetlerinin 29 Kasım günü şafak vakti yaptığı eylem tamamen iktidardaki hükümetin tarzına uyuyor. Maidan’ın dağıtılmasında hiç kimse ölmedi fakat öğrencilerin sopalarla dövülmesi ülkenin merkezinde ve batısındaki insanları öfkelendirdi. Avrupa’dan fazla beklentileri olmayan doğu ve güney’deki halk pek duyarsız kaldı... Kiev’de birincisinden daha kalabalık ikinci bir Maidan kuruldu. Aralık ayının birinci günü Yanukoviç’in rejimine karşı yüz binlerce Kiev’li protesto için toplandı. Ülkenin batısında büyük gösteriler gerçekleştirildi, oradan da Kiev’e doğru seferler düzenlendi.

Kiev’de ve Batı Ukrayna’da eğilimin değiştiği hükmüne varabiliriz. Galiçya’nın daha büyük bölümünde Nazilere karşı sempati duyuluyor; halbuki Kievliler, demokratik ve ahlaki eğilimlerle yollara döküldüler. Esas olarak onları bürokratların yolsuzlukları ve keyfi davranışları harekete geçirdi. Lvov’da faşist gösteriler yapıldı. Kiev’deki göstericilerin bir kısmı entelektüellerden, küçük burjuvalardan, işçilerden ve eğitimli gençlerden oluşuyordu, halbuki Galiçyalılar yarı proleter çiftçilerden oluşan bir kitleydi, gösterilerde çok sayıda işçi yer almamıştı. Bu oluşumla yeni Maidan ağırlıklı olarak küçük burjuva karakterde ve sadece AB’yi hedeflemiyor aynı zamanda yönetimdeki hükümetin devrilmesini istiyor ve ideolojileri de çeşitlilik gösteriyor. Büyük bir kısmı demokratik fikirlere sahip, kalanlar da faşist fikirlere.

Aralık ayının birinde, akşam üstü, protestocuların çıkarttığı seslerin yankıları arasında aşırı sağın savaşçı kuvvetleri Ukrayna cumhurbaşkanlığını işgal etmeye çalıştılar. İşgal teşebbüsü başarısız oldu, Maidan’ın önderleri, bu eylemi açıkça reddetti; bununla birlikte son günlerde Svoboda partisi işgal eyleminde tutuklananların serbest bırakılmaları için yoğun çaba harcadı. Bu çaba faşistleri hareketin yöneticisi durumuna getiriyor.

1 Aralık eyleminin sorumluluğunu daha üstlenmemiş olan Svoboda’nın taktik manevraları marjinal gruplar arasında memnuniyetsizlik yarattı. Maidan’da “Sağ Sektör” adı ile tanınan aşırı hareketler görülmeye başlamıştı, Svoboda’nın yöneticilerini “oportünizm” ve “etnik menfaat” peşinde koşmakla suçluyorlar ve Ukrayna Cumhurbaşkanlığı’nın her ne pahasına olursa olsun feshedilmesi gerektiğini ilan ediyorlar. Ancak bunlar ideolojik olmaktan ziyade taktik farklılıklar olarak kalıyor.

İkinci Maidan’ın hemen hemen ilk günlerinden itibaren Faşistlerin, hareketin kontrolünü tamamen ele geçirmeleri tehlikesinin bulunduğu görülüyordu. Svoboda ve diğer silahlı guruplar Maidan’ı muhafazaları altına alıp gösteri yapan kitleyi etkilemeye ve sol aktivistleri kovmaya çalışıyordu. Onların ilk kurbanı tekmelerle Maidan’dan dışarı attıkları “Sol Muhalefet” adlı Troçkist örgüttü. 4 Aralıkta Kresçatki caddesinde sendikalı aktivistlere ve sosyal içerikli duyuru dağıtan Levin Kardeşler adlı örgütün üyelerine saldırgan bir müdahalede bulundular.

Maidan’da Naziler hâlâ liberal, milliyetçi müttefiklerini sıkıştırıyorlar. Daha güçlü olmaları sayesinde hegemonya kurmayı başarabildiler. Şimdi Maidan’ın korosu Nazilerin “milli marşı”nı tekrar ediyor, “Ukrayna’ya şan, şeref; Kahramanlara şan, şeref”. Doğal olarak, sol dışında, başka örgütlerin temsilcileri de Maidan’da kendilerini gösterebilirler.

Protesto hareketinde faşistlerin sembolik zaferini mühürleyen şey Lenin anıtının Bessaramaskaya meydanında barbarca imha edilmesiydi Araya giren hafta içinde anıta birçok hücum yaptılar fakat ayın 8’inde büyük ölçekte bir eylem gerçekleştirdiler: Anıtı koruyan grubun üzerine büyük güçle gelip onları uzaklaştırdılar, anıtı kaidesinden uzaklaştırıp çekiçlerle vurarak, restore edilemeyecek derecede parçaladılar.

Anıtın imha edilmesi taktik bir başarı fakat stratejik bir mağlubiyetti. Anıtın yıkımı demokratik çevrelere büyük bir tahrik oldu ve katılanların sayısındaki azalmadan anlaşılacağı gibi, Maidan’a destek azaldı. Eğer günümüzü Turuncu Devrim ile karşılaştırırsak, onun kapsamı daha sınırlı, bileşimi daha marjinal, kitlesel toplantılar çok daha gevşekti. Kievliler, 2004’ten farklı olarak,  Maidan’a sadece işleri bittikten sonra gidiyorlardı ve bugünkü gibi ateşli toplantıları ise, 2004 boyunca da sadece hafta sonunda yapıyorlardı. Örgütleyiciler batı Ukrayna’dan daha çok destek bekliyorlar; özellikle, Lenin anıtının tahrip edilmesinden sonra ilginin geliştiği Galiçya’dan. Başka bölgelerde protestolar aynı derecede yahut daha fazla insan çekiyor; halbuki güneyde ve doğuda toplantılar daha az katılımlı oldu. Τuruncu Devrim’de orada daha kitlesel toplantılar yapılıyordu. Bunlar da gösteriyor ki bugünkü Maidan’ın toplumsal temeli daha yerel, daha yöresel.

Maidan’a yapılan destek onun başarısızlığı nedeniyle çoğalmadı. 1 Aralık tarihinden beri hükümetle yoğun bir yakınlık kurdu fakat cumhurbaşkanı Yanukoviç herhangi bir taviz vermeyi kabul etmedi, Azarov’un suçlamaları başarısızlığa uğradı. Netice olarak da muhalefet bloke oldu ve hükümet işine devam ediyor. Mecliste başarısızlığa uğrayan muhalefet hükümetin faaliyetlerini, binaları işgal ederek engellemeye çalışıyor. Maidan burada da başarısızlığa uğradı, binalar 12 Aralık şafak vakti geri alındı, polisin özel kuvvetleri saldırdı ama göstericilerden ölenlerimiz olmadı.

Burada politik bir çıkmaz vardı: Göstericiler hükümeti püskürtmeyi başaramıyorlardı, hükümet de göstericileri dağıtamıyordu. Yanukoviç muhalefetle “Yuvarlak Masa” metodu ile müzakere girişiminde bulundu fakat böyle bir şey mümkün olmadı, muhalefet koşulsuz olarak taleplerinin gerçekleştirilmesi hususunda ısrar ediyor. Karşılıklı ısrar durumu değişmiyor. Batıda, özellikle Galiçya’da hükümet kontrolü elinden kaçırdı, fakat ülkenin birçok bölgesinde kendini güçlü hissediyor. Maidan’ın aşırı sağ eğilimi, pasif ve pesimist bir duruşu olan doğuyu ve güneyi korkutuyor. Hükümeti kimse desteklemezken, bazıları da bunu bazı Nazi yanlılarını devlet dairelerine yerleştirmeleri yüzünden intiharcı kabul ediyor.

Durumun sınıfsal mücadeleden bağımsız olduğu düşünülemez. Hem hükümete, hem faşistlere karşı eş derecede mücadele ihtiyacını hisseden sol güçler toplumu etkileyemiyor. Stalinistlerin büyük bölümü çatışmadan geri çekildi, Gümrük Birliği’ne girmeyi destekliyorlar. Maidan’la birlikte tanımlandılar; şu farkla ki onlar Batılı emperyalistlerin çıkarına katkıda bulunuyor; halbuki Stalinistler Ruslar için çalışıyor.

Çok ilginç olan şu ki Ruslar böyle bir tutum istemiyorlar. Ruslar Ukrayna’nın içinde tarafsızlığın sürdürülmesini uygun buluyor, AB’nin politik krize müdahale etmesini istemiyor ama buna paralel olarak Yanukoviç hükümetiyle işbirliği için müzakerelere devam ediyor. Fakat Ukrayna ile ilgili hayati önemde tavizler vermeyecek. Doğal gazın mantıksız derecede yüksek fiyatı değişmemiş olarak duruyor. Bu zaman içinde hükümet uluslararası ortamda yalnız kalmaktan sıkıntı çekiyor. Bugüne dek kimsenin vermek istemediği kredi borçları bakımından umutsuz durumda. AB, ABD, IMF (Uluslararası Para Fonu) böyle bir konuyu görüşmek bile istemiyorlar! Krizin ortasında Yanukoviç ziyaret yapıncaya kadar Çin bile kriz içinde böyle bir umut vermedi... Ülkenin ihtiyacı en az 10 milyarken Yanukoviç’e ancak 3 milyar dolar verdi.[3]

Ukrayna’nın yurt dışından umutsuzca borç bulma ihtiyacı ikinci bir ekonomik kriz dalgası yarattı. Bu da 2012 yazında ortaya çıktı fakat birinciden daha hafifti; bununla beraber hükümet 2013 bütçesi ekonomik planında tekrar başarısız oldu. 2013 sonbaharından itibaren ücretlerin, emeklilik maaşlarının, yardımların, sosyal yardımların vb. ödenmesinde gecikmeler yaşanmaya başlandı. Bütçenin büyük bölümü henüz karşılanmadı. Bu şartlar altında hükümet ya borçlanmaya başvurmak ya da sosyal ihtiyaçlar miktarında kesintiler yapmak zorunda; borç hiç bir yerden gelmediği için ücretlerin, emekli maaşlarının, bursların ve diğer ödeneklerin azaltılması zorunlu oluyor. Kriz zamanında bunların yapılması sosyal nedenlerle imkânsız. Böylece hükümet bir bataklığa ulaştı.

Hükümet değişse bile yeni burjuva hükümet aynı problemlerle karşılaşacak. Belki Batılılardan borç almayı başarır ama bunun karşılığında işbirliği anlaşmasını imzalaması gerekecek, yerli ekonominin yağma edilmesi anlamına gelecek, sonuç da yine aynı olacak, krizin şiddetlenmesi! Bu durum, ayrıca, ülkede bölünmelere sebep olabilir: Ülkenin doğu tarafındaki çoğunluk ve hükümet için olduğu kadar Naziler için de aynı derecede kabul edilemez. Muhalefetin galibiyeti ise politik kaosa sebep olur!

Ülkenin ekonomik durumundaki kötüleşmeyi politik mücadelenin sonucundan bağımsız olarak görebiliriz. Politik sistem için, muhalefetin kuvvetlenmesi istikametindeki genel eğilimden uzaklaşmadan krizden kurtulmanın birçok yolu vardır.

Eğer Yanukoviç hükümeti iktidarını sürdürecekse, devlet baskısının provoke ettiği halk tarafından rağbet görmeyen sistemi düzeltmesi gerekmektedir. Kesin sonuca ulaştıran belirleyici bir çözüm, antidemokratik yönetimi 2015 cumhurbaşkanlığı seçimine kadar frenleyebilirdi. Muhalefet kazanırsa rejimin tersi olacak; o derece ki yarı-faşistler ve Ukrayna’lı faşistler, “Şeref Ukrayna’ya”, “Şeref Kahramanlara” sloganına karşı çıkanları kovacaklar.

Bütün bu senaryolar Ukrayna proletaryasının sınıfsal organizasyonunu zorlaştırıyor. Svoboda’nın uzun zamandan beri “Komünist ideoloji” ifadesinin her kullanıldığı yerde suç sayılması için kanun istemesini burada hatırlamamız yeterli. Böyle olunca, ülkedeki politik mücadelelerin perspektifi yeteri kadar umutsuz ve zor. İşçi kitlesi bir kez daha muhalefetin ellerinde oyuncak oldu ve biz bu durumu kesin şekilde değiştiremiyoruz.


[1]Yanukoviç, 2010 cumhurbaşkanlığı seçiminde, Yuşçenko’nun halefi olarak cumhurbaşkanı seçildi. Ç.n.

[2]“Gümrük Birliği” kavramı Türkiye’de AB’yi hatırlatabilir. Oysa burada Rusya ile Gümrük Birliği söz konusudur. (Gerçek’in notu.)

[3]Putin bu satırlar yazıldıktan sonra bir aşamada gaz fiyatında % 30’luk bir indirim ve 15 milyar avroluk kredi yardımı yapacağını açıkladı. (Nea Prooptiki’nin notu.)