Müslüman halkların Ekim’i

İşçilerimiz sosyalistlere orak-çekiçli bayrakları için her zaman soru sorarlar: Neden Rusların bayrağını kullanıyorsunuz? Biz de onlara sorarız: Çekici kim kullanır, orağı kim kullanır? Hangi Çar’ın fabrikada çekiç kullandığı görülmüştür, hangi büyük toprak sahibi orağı eline alıp ırgatla marabayla birlikte tarlaya dalar? Bizim bayrağımızdaki orak ve çekicin Rusya ile, Ruslukla, herhangi bir milletle alakası yoktur deriz. Çekiç işçinin aletidir, orak ise üreten köylünün. Hiçbir Rus devleti bunları bayrağına nakşetmemiştir. Bunları bayrağına onur duyarak koyan Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’dir. Kısaltmasıyla SSCB’dir. SSCB çöker çökmez de orak-çekiç bayraktan kazınmıştır. Bakın Rus bayrağına bugün, var mı orak-çekiç?

Bütün dünyada yüzyıllardır kurulan devletler arasında, adında bir milletin adını taşımayan tek devletti bu. Ve bu federal devletin içinde yer alan 15 cumhuriyetin 6’sında Müslüman halklar yaşardı, çoğu da Türki halktı. O 15 cumhuriyetin içinde sadece biri olan ama en büyüğü olan Rusya Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’nde de Tataristan, Başkurdistan, Dağıstan, Çeçenistan, Kırım, Abhazya ve daha birçok birim, doğrudan Müslüman halkların hâkimiyeti altındadır.

İşte Müslümanların ve Türklerin inşasında yoğun bir şekilde yer aldıkları bu devlet, bu SSCB, 1917 Ekim ihtilalinin, uluslararası işçi sınıfının büyük önderi Lenin yönetiminde Bolşevik Partisi’nin mimarı olduğu, işçileri ve köylüleri iktidara taşıyan Ekim ihtilalinin ürünüdür. Müslüman halkların da, Türklerin de bir Ekim’i vardır yani!

Müslüman halklar, daha başarısız 1905 devriminden başlamak üzere, ihtilalci harekete erkenden omuz vermişlerdir. Birinci Dünya Savaşı içinde bütün muharip ülkeler içinde ilk büyük halk ayaklanması Orta Asya’nın Türki ve Farısi halkları arasında yaşanmıştır. 1916 yılındaki bu ayaklanmada milyonlarca insan Çar’ın devletine karşı isyan etmiş, yüz binlercesi hayatını yitirmiştir. Rusya dışında ilk Sovyet iktidarı 1918 baharında bugünkü Azerbaycan’ın başkentinde kurulan çokuluslu Bakû Komünü’dür.

Müslüman halklar sermaye birikiminin 19. yüzyılda büyük bir hızla gelişmiş olduğu Tataristan’da da, petrol sektöründe işçi sınıfının ciddi bir varlık oluşturduğu Azerbaycan’da da, tarımın ileri biçimlere ulaştığı, kentleşmenin kadim bir uygarlık yaratmış olduğu Türkistan’da da (bugünkü Türkmenistan ve Özbekistan) biraz gecikmeyle de olsa Ekim ihtilalinin sınıflı toplumları hallaç pamuğu gibi atan hareketliliğine katılmışlardır. Aşiret toplumunun Rus yerleşimci sömürgeciliği ile karşı karşıya geldiği Kazakistan’da da, göçebe üretim tarzının daha hâkim konumda olduğu kuzey Kafkasya dağlı halkları ve bugünkü Kırgızistan ve Tacikistan’da da, Lenin rehberliğinde Sovyet yönetiminin izlediği, ezilen uluslara her koşulda el uzatan politika çok büyük rol oynamıştır.

Sonuçta, Müslüman halklar, işçi sınıfı iktidarı altında, üretim araçlarında özel mülkiyetin ilga edilmiş olduğu, merkezi planlamaya dayalı bir sosyalist inşa sürecinin yaşandığı bir devlet ve toplum düzeni içinde üç çeyrek yüzyıl boyunca yaşamıştır. Ne çok efsaneyi çürütür bu basit saptama!

İslam’ı kendi sınıf düzeninin örtüsü olarak kullanan hâkim sınıf hareketleri için komünizm elbette her zaman bir tehlike olmuştur. Bu yüzden İslamcı hareketler komünist Rus ile dini bütün Müslüman arasında hep bir mücadele olduğunu iddia eder. Yalan! Bolşevikler Müslümanlara o güne kadar Çar’dan gördükleri baskının son bulacağı konusunda o kadar inandırıcı güvenceler verdi ki, komünist Rus ile el ele veren Tatar ve Azeri komünisti de, Türkistan’ın ilericisi de burjuvalara olduğu kadar hanlara, emirlere, beylere, gerici ulemaya, toprak sahiplerine, aşiret reislerine karşı birlikte mücadele etti ve kazandı. Bu hâkim sınıf güçleridir komünizme düşman olanlar, halk değil! Stalin dönemindeki zulme gelince, Stalin’in derdi Müslüman değildi, kendine muhalif olan herkesti. Müslüman’dan kat kat fazla Rus komünisti öldürdüğü kesindir!

Öte yandan, bugün hemen hemen bütün Müslüman ülkelerde ve memleketimizde de sömürü düzenlerini emperyalist Batı ile iç içe geçmiş biçimde sürdürmek isteyen hanımefendiler ve beyefendiler, maalesef birtakım sosyalistlerin de iltihakıyla, Müslüman halkların devrim yapamayacağını, mukadderata inancın, verilenle yetinme kültürünün, tevekkülün Müslüman insanını pasifleştireceğini söyleyip durmaktalar. Müslümanlar bu yüzden mutlaka gerici hareketlere katılacaktır bunlara göre. Yalan! Sadece Ekim ihtilalinde değil, bütün 20. yüzyıl boyunca Müslüman halklar emperyalist düzene devamlı olarak devrimci yöntemlerle kafa tutmuşlardır!

Bugün Müslüman kitlelerin El Kaide, DAİŞ, Boko Haram, Heyet Tahrir Şam ve benzeri gerici örgütlerin peşine düşmesinde emperyalizmin ve İslam dünyası içinde onun kuyruğuna takılmış hareketlerin sorumluluğunu görmek yerine sorunu Müslüman halklarda bulanlar için Sovyet deneyimi göz açıcıdır. Müslüman halkların modern çağa (yani burjuva toplumuna) ayak uyduramadığını söyleyenler, SSCB’nin üç çeyrek yüzyıllık yaşamı sırasında bu halkların modern çağın ötesine, sosyalizme doğru yürümesini nasıl açıklayacaklardır?

Önemli olan Müslüman halklara nasıl yaklaşılacağını bilmektir. İşçi iktidarı ve sınıfsız toplum için mücadele ederken bu halkların parçası olmayı, o toplumun içinden yürümeyi bilmektir. Emperyalist Batı’nın biraz şımarmış, Doğulu’ya hep akıl öğretmeye alışmış sosyalist hareketini de doğru yola sevk etmektir. Burada orijinaliteye gerek yoktur. Yeniden Leninist olalım yeter! Uluslararası işçi sınıfının o eşsiz önderi geleceğin dünya sosyalist devrimini ezilen ulusların kurtuluşu ile bir ve aynı süreç olarak formüle etmişti. Buraya dönelim yeter!

Yani Ekim’den öğrenelim, bütün halkları eşit kılacak bir sosyalist dünya devrimi için bir dünya partisi kuralım, gerisi gelecektir!

Bu yazı Gerçek gazetesinin Aralık 2017 tarihli 99. sayısında yayınlanmıştır