Trump, kürtaj hakkı, kimlik politikası

 

Tam Katolik Kilisesi’nin ağır baskısı altındaki iki ülkede, birinde (İrlanda’da) kürtaj referandumu kazanılmışken,  ötekinde (Arjantin’de) ise güçlü bir kadın hareketi ülke tarihinde ilk kez kürtajı yasal hale getirmenin eşiğindeyken, kürtajın 45 yıldır yasal olduğu Amerika Birleşik Devletleri’nde (ABD) kadınların bu hakkı ciddi bir tehlike ile karşı karşıya kalıyor!

Okurlarımız hemen anlamıştır: Kürtajın Amerika’da başındaki bela Donald Trump adını taşıyor. Trump’a kürtaja karşı (ilan edilmemiş) bir savaşı başlatma fırsatını veren de ABD Yüksek Mahkemesi’nde boşluk doğduğu için yeni bir yargıç atama fırsatını elde etmiş olması. Bu, görev süresinin henüz ikinci yılı dolmadan Trump’ın atama fırsatını elde ettiği ikinci Yüksek Mahkeme yargıcı olacak. Bunun anlamı, Trump’ın Yüksek Mahkeme’de oy dengesini tümüyle değiştirme fırsatını elde ediyor olması. Artık muhafazakâr yargıçların sayısı, göreli olarak daha ilerici yargıçlara göre bir fazla olacak

Amerika’da birçok hak yasalarla değil, ülkenin anayasasının ilerici yorumu yoluyla Yüksek Mahkeme’nin kararları temelinde elde edilmiştir. Bu ırk ilişkilerinde de böyledir, cinsiyet ilişkilerinde de. Kürtaj bunun en önemli tarihi örneği sayılabilir. 1968’in devrimci atmosferinin yarattığı ilerici ortamda, Yüksek Mahkeme kürtajla ilgili önüne gelen bir dava üzerine verdiği bağlayıcı bir karar sayesinde kürtajı yasal hale getirmiştir. “Roe v. Wade” adıyla bilinen bu karar kürtaj hakkının kalesidir.

Trump’ın şimdi Yüksek Mahkeme’ye aday gösterdiği yargıç Brett Kavanaugh’un Roe v Wade’e, yani kürtaj hakkına karşı olduğu biliniyor. Kavanaugh seçilirse, birtakım gerici eyaletlerdeki mahkemelerin kürtaj hakkına meydan okumak üzere bazı davaları Yüksek Mahkeme’ye yollayarak kürtaj hakkını iptal ettirmeye çalışacaklarına kesin gözüyle bakılabilir. Yani Kavanaugh atandığı anda kürtaj hakkının kalesi kuşatılmış olacaktır.

Köşe kapmaca

“Atandığı anda” diyoruz, çünkü bizim nevzuhur “cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi”nden farklı olarak ABD’de başkanlık tek adam yönetimi değildir. Başkan’ın Yüksek Mahkeme için önerdiği yargıcın Senato’nun onayını alması gerekir. Şu anda Senato’da 51 sandalye Trump’ın partisi Cumhuriyetçilerde, 49 sandalye ise muhalefet partisi Demokratlardadır. İlk bakışta, “bu iş bitmiş, geçmiş olsun” diyebilirsiniz, ama tam öyle değil. Birincisi, Trump Cumhuriyetçi Parti’nin ortalamasından bile çok daha sağdadır. Gerçek gazetesi bunun için Trump’a “serseri mayın faşisti” diyor. İkincisi, Cumhuriyetçilerin bazı kanatlarıyla Trump arasındaki fark, kürtaj gibi Amerikan toplumunun daha liberal kesimlerinde ve coğrafyalarında temel bir insan hakkı gibi görünen konularda daha da büyür. Nitekim Cumhuriyetçi Parti’nin toplumsal yaşam tarzı açısından göreli olarak liberal olan iki eyaletten (Maine ve Alaska) iki kadın senatörünün Kavanaugh’un atanmasına “hayır” oyu kullanması bekleniyor.

Okuyucu bu sefer de diyecektir ki, 49 Demokrat + en az iki Cumhuriyetçi, Kavanaugh reddedilir. Maalesef durum öyle değil. Çünkü Trump’ın bir önce Yüksek Mahkeme’ye gösterdiği aday, üç muhafazakâr eyaletin Demokrat senatörlerinin oyunu almıştı. Yani Cumhuriyetçiler’den iki fire olsa bile, en az üç Demokrat Parti senatörü yine Kavanaugh lehine oy kullanırsa iş Trump’ın ve kürtaj düşmanlarının lehine çözülür! Üstelik tam da bu üç senatör bu Kasım ayında yeniden seçilmek için yapılacak ara seçime Trump taraftarı eyaletlerde girecektir. Bu durumda Kavanaugh’ın atanmasında nasıl oy kullanacakları bir sır olmasa gerek!

“Kimlik politikası”nın geri tepmesi

Şimdi işin esasına gelelim. Amerikalı kadınların 45 yıllık bir hakkı kaybetmenin eşiğine nasıl geldiğini sormamız gerekiyor. Haydi, büyük burjuvazi ve zengin küçük burjuvalar Kanada’ya geçerek çözdüler sorunlarını. Ya emekçi kadınlar? Esas yük yine işçi, emekçi, yoksulun omuzlarında olacak. İşçi ailelerinden kadınlar, yoksul genç kadınlar, elbette siyahilerin çoğunluğu, Latina’lar, gizli, güvencesiz, sağlıksız koşullarda kürtaja kalkışacaklar, bir kısmı hayatını yitirecek, bir kısmı kısır kalacak! Neden geldik buraya?

ABD’de kürtaj hakkı, yukarıda söyledik, bir mahkeme kararı. Ama Yüksek Mahkeme’yi bu kararı vermeye iten, esas olarak 1968 devrimci yükselişi. 1968, onu bayağılaştıranlar ne derse desin, “bireylerin özgürleşmesi” falan değildi. Kolektif kurtuluşa doğru bir atılımdı. Üstelik dünya çapında hem işçi sınıfı damgası, hem de anti-emperyalist bir karakter taşıyordu. ABD’de kadınların kürtaj ve benzeri haklara kavuşmasını sağlayan Women’s Lib (yani Kadın Kurtuluş Hareketi) ve eşcinsellerin haklarında muazzam bir sıçrama sağlayan Stonewall isyanı (1969), “birey hakları” hareketleri değildi. Siyahilerin özgürlük ve eşitliği için mücadele eden muazzam bir ırkçılık karşıtı hareketle, onunla birlikte Washington’a yürüyen bir sendika hareketiyle, Vietnam savaşı karşıtı çok güçlü bir anti-emperyalist hareketle, yani hepsi aynı derecede ilerici olmamakla birlikte, toplumsal bir kurtuluş cephesiyle müttefikti bu hareketler. Amerikan işçi sınıfı hareketinin 20. yüzyılın ikinci yarısında göreli olarak zayıf olmasından dolayı işçi unsuru orada çok belirgin değildi, ama Avrupa’da (Fransa Mayıs 1968, İtalya 1969 “sıcak yaz”, İngiltere madenciler grevi, 1974 Portekiz devrimi) Türkiye’de (Derby işgali, 15-16 Haziran vb.), Arjantin’de (1969 Cordobazo) ve başka ülkelerde işçi sınıfı mücadelenin müttefiki değildi, tam merkezindeydi!

Sonra kimlik politikası başladı. Sol işçi sınıfını terk etti. Düzene muhalefet parçalarına ayrıştı. Her aşamada yeni “kimlik”ler keşfedildi. LGBT + gibi nitelemeler, aynı toplumsal mücadele alanı içinde bile parçalanmayı öne çıkardı. Özgürlük veya kurtuluş fikri yerini birey haklarına bıraktı. “LGBT bireyler” ifadesi kalıp oldu. Kadın kurtuluşu sosyalizmden koptu. Daha neler, daha neler!

Sınıftan kaçış

Burada bütün hatalar arasında en büyüğü, sosyalizmin ve genel olarak solun işçi sınıfına sırt çevirmesidir. Türkiye’yi örnek alacak olursk, “işçi sınıfı” kavramının yerine bile Türkçe’de hiç kullanılmaması gereken “emek” kelimesinin konulmasıdır. Hiç unutmuyorum, sevgili yoldaşım Nail Satlıgan, 1980’li yılların sonunda ve 1990’lı yılların ilk yarısında, en sonunda birleşik bir parti olarak ÖDP’nin kurulmasıyla sonuçlanan sayısız toplantının birinde, eskiden Tepebaşı Gazinosu olarak bilinen bir mekânda, moda haline gelen “emek eksenli politika” ifadesine çok sakin, ama çok ağır eleştiriler yöneltmişti. Mesele şu ki, İngilizce’de “labour” sözcüğü hem “emek” anlamına gelir, hem de “işçi sınıfı”. Bu yüzdendir ki İngiliz İşçi Partisi’nin adı İngilizce’de “Labour Party”dir. Ama biz İngiliz ya da Amerikalı değiliz. Neden “işçi” ya da “işçi sınıfı” demeyeceğiz de “emek” diyeceğiz? Sınıftan kaçmak için!

Bütün bunların bugün ABD’de kürtaj hakkının tehdit altında olmasıyla ne ilgisi mi var? Doğrudan bir sonucu. Sosyalist hareket işçi sınıfını terk edince, yükselen aşırı sağ, ırkçı, şovenist, bizim kullandığımız terimle ön-faşist partiler işçi sınıfının demagojik sözcüsü haline gelmek için olağanüstü bir çaba içine girdi. Bu, Brexit Britanyası’nda da böyledir, Ulusal Cephe Fransa’sında da, Liga İtalyası’nda da. ( AKP Türkiye’sinde de kısmen öyledir, ama buna girmiyoruz, çünkü bizde tarihi sorun bambaşka şekilde biçimlenmiştir.) Eldeki konu açısından Trump Amerika’sında tam tamına böyledir. Trump, Hillary Clinton’ı bir dizi eyalette (Pensilvanya, Ohio, Michigan, Iowa vb.), daha önce Demokrat Parti’ye oy kullanan beyaz işçi sınıfının oylarıyla yenmiştir! (Bu konuda ayrıntılı bilgi için bkz. Sungur Savran: “Trump ve diğerleri: ideolojik kindarlık politikasının sınıfsal temelleri” (Devrimci Marksizm, sayı 30-31, Bahar-Yaz 2017).Kısacası, kadınlar, kürtaj hakkını yitirmenin eşiğine geldi çünkü “kimlikçi” politika yüzünden sol işçi sınıfını yitirdi.

Kürtaj için de sınıf politikası

Ama kadınların kürtaj hakkı, 20.yüzyılın ikinci yarısından beri kadınların bütün haklarının anası haline gelmiştir. “Kimlikçi” politika ve önderliklere bırakılmayacak kadar ciddi bir iştir. Marksist hareketin bu hakkı savunmak için kolları bütünüyle sıvaması gerekir.

Mesele Kavanaugh oylaması değildir. Bugün Brett Kavanugh’un adaylığı reddedilse bile, bu politika değişmedikçe Amerika’daki kürtaj hakkı üzerindeki Damokles kılıcı sallanmaya devam edecektir. İşçi sınıfını örgütlerseniz, Trump’lar, Kavanaugh’lar ve onların Demokrat Parti içindeki gölgeleri tarihin çöplüğüne gidecektir.

Mesele ABD’nin 19. yüzyılın son çeyreğinden 20.yüzyılın ortasına kadar muazzam bir potansiyel, muazzam bir enerji, muazzam bir mücadele kabiliyeti göstermiş olan, 1930’lu yıllarda Avrupa’da faşizm yükselirken dev bir işgalli grev dalgası ile yepyeni haklar elde etmiş olan işçi sınıfı hareketini yeniden inşa etmektir. Bunun için sadece ve teker teker ezilen grupların, siyahilerin, göçmenlerin, kadınların, eşcinsellerin ve diğerlerinin hakları için mücadele etmek yerine, sınıf sorununu yeniden politikanın merkezine getirmek, 1980’li yılların sonundan bu yana, sadece Reagan ve Bush ailesinden gelen başkanlar dönemlerinde değil, “ilerici” çevrelerin hayran oldukları Bill Clinton ve Barack Obama, evet Barack Obama döneminde de sermayenin neoliberal taarruzu altında işini yitiren, evini bankalara kaptıran, sefalete düşen beyaz işçi sınıfının da sorunlarına en merkezi sorunlar olarak sahip çıkmak, onları da örgütlemektir. Bunun olanaklı olduğunu ABD başkanlık seçimleri sırasında yazdığımız bir dizi yazıda kanıtladık. Sadece birini tavsiye edelim: “Teşekkürler, Antonio Caracciolo!” (http://gercekgazetesi.net/uluslararasi/tesekkurler-antonio-caracciolo). Bütün bunlar, bir devrimci proletarya partisinin inşasının ne kadar büyük önem taşıdığını gösteriyor.

Kadınlar mücadelede

Trump’ın başkan seçilmesi, sadece adam sapıklık düzeyinde kadın düşmanı olduğu için değil, onun döneminde kadınların onlarca yıldır adım adım elde etmiş olduğu hakların aleyhine bir taarruzun başlatılması olasılığının çok yüksek olması dolayısıyla, toplumun başka katmanları arasında olduğu gibi kadınlar arasında da çok ciddi bir hareketlenmeye yol açtı. Trump’ın 20 Ocak 2016’daki yemin töreninin ertesi günü bir Kadın Yürüyüşü düzenlendi. Bu yürüyüşü, o zaman yazdığımız bir yazıda şöyle anlatmıştık:

“Donald Trump’ın tahta çıkmasının (!) ertesi günü ABD’de düzenlenen Kadın Yürüyüşü, düzenleyicilerinin tutumunun, hatiplerinin temsil ettiği şeylerin ve yürüyüşün kendisinin taleplerinin sınırlılığının yarattığı büyük sorunlara rağmen devasa bir önem taşıyor. Çok ciddi, kaynak gösterilerek yapılmış bir araştırmaya göre ABD’nin birçok şehrinde yapılan eylemlere katılım, düşük tahminlere göre 3,3 milyon, yüksek tahminlere göre (sıkı durun!) 4,8 milyonu aşkın! Bu, bazı yorumculara göre ABD tarihinin en büyük kitle gösterisi. Hemen eklemek gerekiyor. Eylem başta bir Kadın Yürüyüşü olarak düzenlendiği halde erkek katılımı son derecede yüksekti. Ayrıca çok sayıda genç ve çocuk da gösteriye katıldı” (https://gercekgazetesi.net/uluslararasi/kadin-yuruyusu-abdden-gelen-ucuncu-isaret). 

2018 20 Ocak günü yine bir Kadın Yürüyüşü düzenlendi. Bu yürüyüş de büyük bir başarı kazandı. Polisin verdiği sayılara göre, göstericilerin sayısı New York’ta 200 bin, Los Angeles’te 600 bin, Şikago’da 300 bini buldu. Bunların yanına büyüklü küçüklü birçok kenti eklemek gerekiyor.

Sorun şu ki, Trump bütün siyasal ve toplumsal alanlarda topyekûn bir taarruz başlatmışken, kimlik politikası her alanın mücadelesini kendi içine hapsetme eğilimleri gösteriyor. Bunun siyasi sonucu, Kadın Yürüyüşlerine ve kadınların günlük örgütlenme çabalarına siyasi yöneliş olarak 2020’de Demokratlara oy vermeyi savunanlar hâkim oluyor. Oysa yukarıda Demokratların kürtaj gibi asgari bir hak için mücadele söz konusu olduğunda dahi nasıl güvenilmez olduğunu anlatmıştık!

Amerikan halkı mücadelede

Bu durumu tersine çevirmek bakımından çok önemli bir faktör var. ABD’de sadece kadınlar ciddi bir mücadele eğilimi göstermiyor. Halkın birçok değişik katmanında da ciddi bir mücadele eğilimi olduğu son bir buçuk yılda, yani Trump seçileli beri açık biçimde görülebiliyor. Aslında bu eğilim çok daha önce başlamıştı. Yukarıda alıntı yaptığımız yazımızda 2017 Kadın Yürüyüşü’nü “üçüncü işaret” olarak nitelemiştik. İlk işaret 2011’de, Arap devriminin yarattığı canlılığın etkisiyle, New York’ta örgütlenen Wall Street İşgali eyleminin yaklaşık 50 Amerikan kentine yayılmasıydı. İkincisi ise 2016 Demokrat Parti önseçiminde kendine “sosyalist” diyen ve bir “politik devrim”den söz eden Bernie Sanders’ın, Amerika gibi “sosyalizm” kelimesinin bile toplumun birçok kesiminde kaşıntı yarattığı bir ülkede 13 milyon oy almış ve Hillary Clinton gibi çok güçlü bir adayı terletmiş olmasıydı. Wall Street İşgali hareketi arkasında ciddi bir örgütlenme bırakmadan sönümlendi. Bernie Sanders önseçimi kaybedince davaya ihanet etti, Clinton’ı destekledi. Bunlar doğru. Ama Amerikan halkının mücadele eğilimleri varlığını sürdürüyor.

Bir kere, Kadın Yürüyüşlerinin başarısında bu yürüyüşlere çok sayıda erkeğin de katılmasının payı var. Ama daha önemlisi bazı başka toplumsal sorunlarda kitlenin hızla örgütlenmesi. Bir süredir çok önemli bir hareket olan Black Lives Matter (Siyahilerin Hayatları Önemlidir) hareketini hatırlatıp geçiyoruz. Doğrudan Trump döneminin çelişkilerinin yarattığı hareketlerden üçüne değinelim.

Geçen yaz Kuzey Carolina’nın Charlottesville kentinde Ku Klux Klan, Amerikan Nazi Partisi ve benzeri gericilerin kölelik savunusu için düzenlediği eyleme karşı anti-faşist hareket ciddi bir karşı eylem düzenlemişti (bkz. http://gercekgazetesi.net/karsi-manset/abdde-fasizm-basini-kaldiriyor).

Bu yılın Şubat ayında Florida’da, ABD’de artık kanıksamış olduğumuz okul katliamlarından biri daha gerçekleşip 17 öğrenci hayatını yitirince, çoğu o ana kadar hiçbir siyasallaşma yaşamamış lise öğrencileri arasında, saldırıya uğrayan okul öğrencilerinden başlayan çok güçlü bir hareket bütün ülkeye yayılmış, çok sayıda kentte gösteriler düzenlenmişti.

Nihayet, Trump’ın göçmen politikası kitlesel olarak defalarca protesto edildi. En son Meksika sınırından ABD’ye göç için geçen ailelerin çocuklarından kopartılması faşizan uygulaması karşısında birçok kentte büyük gösteriler yapıldı. Bazı kentlerde Trump yanlısı faşizan örgütler göstericilere saldırdı ve çatışmalar çıktı.

Bütün bu mücadelelerin birleştirilmesi gerekiyor. Herkesin sadece kendi kimlik sorunları etrafında örgütlendiği bir dönemden bütün ezilenlerin birlikte mücadele verebileceği ortamlar, cepheler, örgütler yaratmak gerekiyor. Bu mücadelenin mutlaka işçi sınıfına da uzanması gerekiyor. Trump, bütün ön-faşistler gibi, işçi sınıfını ana hedefi olarak görüyor, devamlı “Amerikan işçisi”ne hitap ediyor. Oysa iktidara geleli beri aldığı en önemli ekonomik tedbirlerden biri zenginlerin vergi yükünü muazzam ölçüde düşüren bir vergi “reformu”, öteki ise Obama döneminde yoksullara çok kısmi de olsa bir avantaj getiren sağlık sigortası yasasının en işe yarar maddelerini iptal etmek oldu. Yani Trump yoksuldan alıyor, zengine veriyor.

İşçi sınıfını kazanmak buna rağmen bu aşamada kolay değil. Bunun üç ana nedeni var. İlki Trump’ın dış ticaret politikası: Serbest ticaret sistemine cepheden taarruz eden Trump Amerika’nın kendi içinde üretimi teşvik etmiş oluyor, bu da on yıllardır ABD sanayinin gerilemesi karşısında umutsuzluğa düşmüş olan işçi sınıfına çok olumlu görünüyor. Zaten Trump’ın eskiden yaygın olarak Demokrat Parti’ye oy veren beyaz işçiler arasında popüler olmasının nedeni baştan beri buydu. Yani Trump bir bakıma seçimde verdiği sözü tutmuş oldu. İkinci neden ekonomik: Şu anda ABD ekonomisi göreli bir yüksek büyüme ve düşük işsizlik evresinden geçiyor. Bunun devam etmesi çok zor, ama 2020’ye kadar sürdürülebilirse Trump yeniden seçilebilir. Üçüncüsü ise solun politikası ile ilgili: Trump’ın seçimiyle her şey berrak biçimde ortaya çıkmışken hareket hâlâ işçi sınıfına sırtını dönmüş duruyor. Daha da kötüsü, aynen Türkiye’de yapıldığı gibi, gerici iktidarı destekleyen kitleler aşağılanıyor, küçümseniyor, alay konusu yapılıyor.

Bütün bunlar sonunda herkesin birlikte kaybetmesine yol açacak. Sosyalistlerin acilen bir mücadele cephesi kurulması ve işçi sınıfının bu cephenin merkezi bir unsuru haline getirilmesi için tutarlı ve bütünsel bir çalışmaya girişmesi bu çıkmaz sokaktan kurtulmak için yakıcı bir önem taşıyor.

Tarihi perspektif

Güncel politikayı burada keserek soruna biraz da tarihi perspektiften bakalım.

Armağan Tulun yoldaşımız geçen ay Gerçek gazetesindeki köşesinde İrlanda’da kürtaj referandumunun ardından çarpıcı bir yazı kaleme aldı. Yazının başlığı yeter! “Ekim devriminden yüzyıl sonra kürtaj İrlanda’da serbest (olabilir)!” (https://gercekgazetesi.net/kadin-hareketi/ekim-devriminden-yuzyil-sonra-kurtaj-irlandada-serbest-olabilir). Anlattığı şu: Kürtaj daha dünyanın hiçbir yerinde yasallaşmamışken bundan tam bir yüzyıl önce Ekim devriminin toprağında kadınlara bir hak olarak tanınmıştı. (Yine Armağan yoldaşımızın bir yazısını tavsiye edeceğiz: “Özgürlüğe yürüyen kadınların ülkesi: Ekim devriminden sonra Sovyet toplumu”, Devrimci Marksizm, sayı 32-33, Sonbahar-Kış 2017) “Muasır medeniyet”in beşiği Britanya Adaları’ndaki İrlanda’da ise ancak 21. yüzyılda bir hak olması referandumla kabul edildi! Yasal süreç daha tamamlanmış da değil.

Ekim devrimi, özgürleşmenin kimliklere bölünmediği, ezilen halkın işçi sınıfının etrafında dünyayı fethe çıktığı bir atılımdı. Marksizmin sadece işçi sınıfını kurtarmaya çıktığı iddiası, “kimlikçi” politikanın bir yalanıdır, en iyi ihtimalle yanılmasıdır.

Maalesef öyle görünüyor ki, kürtaj hakkı ancak proletarya devrimini geri dönülmez aşamaya taşıdığında her ülkede bir daha sorgulanamayacak bir hak haline gelecektir. Ama şimdiden her ülkede elimizden geleni arkamıza koymamak, sadece kadınların değil, hepimizin görevi.