Suriye'de eski mektuba yeni zarf

Suriye'de yaşanan iç savaş, beraberinde bir iç savaşı daha tetikliyor. Esad rejimine karşı ayaklanmada 2. yıl dolarken Suriye muhalefeti içinde çetin bir iç savaş yaşanıyor. Suriye muhalefetinin, bölgenin gerici üçlüsü (Türkiye-Katar-S.Arabistan) ve ABD tarafından merkezileştirilmesi çabaları devam ediyor. Bu çabalar, yeni bir şeye işaret etmiyor. Suriye'de Esad'a karşı savaşan güçler kendini tekrarlıyor. Nasıl mı? Bakalım.

Hatırlanacaktır, Türkiye'nin desteğiyle İstanbul'da kurulan Suriye Ulusal Koalisyonu (SUK) bir süre sonra kapsayıcı bulunmamış, yerine Katar Doha'da yeni bir yapı kurulmuştu. Bu, Türkiye'nin Suriye muhalefetine yaptığı yatırımı çarçur etmiş, ABD Türkiye'ye “sen yapamadın geri çekil” mesajı vermişti. Türkiye'nin Ortadoğu'da mezhep savaşını körükleyen ve Sünniliğin hamiliğine soyunan gerici politikaları sonucu, Rojava'da başta Serekaniye olmak üzere El Nusra gibi çetelere destek verdiği biliniyordu. ABD ve İsrail'in Türkiye'den farklı olarak El Nusra Cephesi gibi El Kaide bağlantılı gruplara farklı baktığını, bu anlamda Türkiye ile çeliştiklerini şimdilik not edelim. Doha'da olan, Türkiye'nin Suriye iç savaşında rütbesinin indirilmesiydi. Doha'da kurulan Suriye Ulusal Devrimci ve Muhalif Güçler Koalisyonu (SDMK) selefinden daha kapsayıcı ve merkezi bir yapı olarak tasarlandı.

ABD'nin önderliğinde Suriye muhalefetinin merkezileştirilmesi iki sonucu doğurdu. Birincisi, kontrolden çıkabilecek İslamcı unsurlar kontrol altına alınıyor ve bağımsız davranması engelleniyordu. İkincisi ise çoktan kontrolden çıkmış El Nusra Cephesi, Esad karşıtı birleşik cepheden tecrit ediliyordu. Çok geçmeden ABD ve İsrail'in ikinci hamlesi, El Nusra Cephesi'ni terör örgütleri listesine koymak oldu. Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) yetkilileri, bu hamleye karşı El Nusra Cephesi'nin Suriye “devrimi”nin bir parçası olduğunu söylediler. El Nusra Cephesi'ne sahiplenme, zaten bin bir başlı Suriye muhalefetinin daha da parçalı hale getirmeye karşı bir yöntemden ibarettir. Çünkü Özgür Suriye Ordusu'na bağlı Faruk Tugayları ile El Nusra Cephesi arasında aylardır çatışmaların devam ettiği bilinmektedir. ÖSO, El Nusra Cephesi'yle kozlarını Esad sonrası dönemde paylaşmak isterken ABD, Irak'tan çıkardığı derslerle bu yaklaşıma kredi tanımamaktadır.

SUK'u dağıtan ABD, SDMK'nın başına Şam Emevi Camii eski imamı Moaz El Hatib'i getirdi. El Hatib'in gerek dini pozisyonu gerekse Şam'ın köklü bir burjuva ailesinden gelmesi, tercih edilme nedeniydi. Ancak Moaz El Hatib'in son dört ayındaki uzlaşmacı perspektifi, pasifize edilmesine neden oldu. Hatırlayalım, Hatib, Esad rejiminin temsilcileriyle görüşebileceğini ifade etmişti. Bu açıklama, Özgür Suriye Ordusu içinde tepkilere neden olurken Hatip açıklamalarının kişisel görüşü olduğunu ilave etmişti. Hatip'in gözden düşmesinin sebeplerinden biri bu açıklamalarda gizlidir.

İstanbul'da yapılan SDMK toplantısında, Geçiçi Hükümet kuruldu ve başına ABD vatandaşı Hasan Hito getirildi. Hatip ve Koalisyon üyesi 12 kişi istifa etti. Bu Hatip’in ikinci istifası. Emperyalistler Hatip’i ikinci kez istifadan vazgeçirerek Arap Birliği toplantısında Suriye’nin koltuğuna oturttular.

Hito’ya gelince, onun başbakanlığı, kör göze parmak sokmaktan başka bir şey değildir. Emperyalistler, kendi yandaşı işbirlikçilerinin bağımsız karar almasını bile engellemektedirler. Hito, ABD ve İsrail çıkarlarının doğrudan temsilcisidir. Nitekim Özgür Suriye Ordusu ve Koalisyon üyesi diğer güçler Hito'yu tanımadıklarını ilan ettiler. Suriye muhalefetindeki bu çatlak onarılamaz değildir. Suriye muhalefeti arasındaki bu geçici anlaşmazlıkta devreye giren AKP ve Davutoğlu olmuştur. Hito'yla görüşen Davutoğlu, Hito'ya yeni hükümetin kapsayıcı olması gerektiğini söylemiştir.

Geçici hükümetin kurulması, Suriye muhalefetinin parçalı yapısına rağmen emperyalizmin basıncının bir ürünü olarak okunmalı. Suriye muhalefetinin uluslararası camiada Suriye'nin tek ve meşru temsilcisi olarak kabulü ancak böyle bir yönetim mekanizmasının kurulmasıyla mümkün olabilirdi. Hito'nun başbakanlığındaki ayrıntı ise Kürt olmasıdır. Suriye'nin ulusal ve mezhepsel dağılımını dengede tutacak Kürtlerdir. Suriye'nin kuzeyini hâkimiyeti altına alan Kürtlerin statü talebi hiçbir zaman Koalisyon tarafından kabul görmemiştir. Şimdi bir Kürt, Suriye'nin Misak-ı Milli'sini savunan bir hükümetin başına atanmıştır. Kürtlerin ve onun önderliğindeki PYD'nin muhalefetin bir parçası haline gelmesi, iç savaştaki beraberlik durumunu değiştirebilir. İlla da PYD'nin SDMK'ya katılması gerekmeyebilir, gayrı resmi birlikteliklerle de PYD, emperyalizm destekli Suriye muhalefetinin içinde yer alabilir.

Suriye'deki Kürt halkı, büyük bedeller ödeyip elde ettiği kazanımları, emperyalizmden bağımsız mücadele cephelerini örmekle müdafaa edebilir. PYD'nin son süreçte strateji değiştirmesi güçlü bir ihtimal olarak karşımızdadır. Öcalan ile devlet arasındaki müzakere konularından biri de Rojava'daki Kürt atılımının Suriye muhalefetine entegre olması olabilir. Halep'te Özgür Suriye Ordusu militanlarına PYD kontrolündeki Kürt mahallelerine giriş izni verilmesi, PYD açısından yeni bir yönelimdir. Bu sadece PYD açısından değil Ortadoğu'da kanlı mezhep savaşlarına Kürt halkının da dâhil olması anlamına gelir.

Bir yandan muhalefet içinde iç savaş sürerken, bir yandan da Esad diplomatik açıdan her geçen gün yalıtılıyor. Düne kadar Lübnan hükümeti Esad’ın müttefiki idi, çünkü Lübnan başbakanı Necip Mikati, Sünni olsa da Hizbullah sayesinde ayakta duruyordu. Ama geçtiğimiz günlerde Mikati tam da Suriye iç savaşı ile bağlantılı olarak Hizbullah ile artık anlaşamadığı için istifa edince, Esad bir müttefikten daha yoksun kaldı. Şimdi gözler Irak’ta, Şii toplumu içinde başbakan Maliki ile Mukteda es Sadr arasındaki mücadelenin seyrinde.

“Özür”ün anlamı

Netanyahu ile Erdoğan karşılıklı özür dilediler. Genellikle halk, işin sadece İsrail başbakanının özür dilemesiyle ilgili yanını biliyor. Oysa, Netanyahu Erdoğan’a 22 Mart’ta telefon edip özür dilemeden önce, Erdoğan bir Danimarka gazetesine verdiği röportajda Şubat ayında Viyana’da Siyonizm aleyhine söylediği ağır sözleri üstü kapalı biçimde geri almıştı. Erdoğan’ın özrü çok daha ciddidir: Netanyahu, “operasyonel hatalar” için özür diledi. Ama Erdoğan tarihi bir “hata” için!

Özür dileme olayının üzerinde durulacak böyle birçok boyutu var. Ama bunların en önemlisi özür olayının aslında Ortadoğu’da bir savaş hazırlığının üst düzeye çıkmış olduğunu göstermesi. Netanyahu’nun özründen büyük bir “milli gurur” vesilesi çıkaranlar, bu jestin Obama’nın basıncı altında yapıldığını hatırlasalar iyi ederler. Obama, olayın ertesinde Türkiye ve İsrail’den “bölgedeki en önemli iki müttefikimiz” olarak söz etmiştir. Pekiyi, neden böylesine ısrarlı biçimde iki ülkenin arasını yapmıştır Obama? Muhtemelen Suriye’de veya biraz daha orta vadede İran’da bir müdahaleye hazırlanmak için. ABD’nin yeni dışişleri bakanı John Kerry’nin bir ay içinde Türkiye’ye ikinci defa gelmesini hayırlı bir şey gibi görmek mümkün mü?

Bu yazı Gerçek Gazetesi'nin Nisan 2013 tarihli 42. sayısında yayınlanmıştır.