Ekonominin yobazları

Ekonominin yobazları

Rasyonel yani akılcı politikalara dönüş yeni ekonomi politikasının sloganı. Demek ki önceki politika akılcı değildi. Ne diyordu faizle ilgili Erdoğan? “Nas var!” Yani ayet ve hadislere dayanan İslam kuralları… “Bir Müslüman olarak naslar neyi gerektiriyorsa onu yapmaya devam edeceğim.” Devam ediyor mu? Hayır. Yanına yardımcı olarak aldığı Cevdet Yılmaz, Hazine ve Maliye Bakanı olarak atadığı Mehmet Şimşek, Merkez Bankasının başına getirdiği Hafize Gaye Erkan (Boğaziçi mezunu ve ABD kariyerli yeni yardımcıları ile birlikte) hepsi de “nas” falan dinlemeden “akılcı politikalar” sloganı ile ekonomiyi faiz artışı patikasına soktu. Faizleri giderek hızlanan bir tempoyla yukarı çekecekleri konusunda güvence veriyorlar. Bu politikanın temposunu belirleyecek olan ise yerel seçim takvimi olacak. Krediyi daraltarak ve alım gücünü düşürerek talebi kısmak yoluyla enflasyonla mücadele programı tüm iktidarlara oy kaybettirir. O yüzden Erdoğan yavaştan alın diyor. Onlar da ekonominin boynundaki faiz kemendini yavaş yavaş sıkıyorlar.

Demek ki “nas” söylemi palavraymış. Ama bu herhangi bir palavra değildir. Dini, ayeti, hadisi işin içine katarak bu işi yapmak din istismarcılığıdır. Erdoğan bir Müslüman olarak değil kapitalist bir siyasetçi olarak konuşmaktadır. Temsil ettiği sınıfın ve iktidarının çıkarları neyi gerektiriyorsa onu yapmıştır. Düşük faiz, genişlemeci para ve maliye politikası, İslami kuralların değil sermayenin dünyevi çıkarlarının bir sonucuydu. En çok kredi ile ayakta durabilen KOBİ’lerin çıkarınaydı. Ama onlarla birlikte ihracat odaklı tekelci sermaye grupları da kazandı. Bu politika sayesinde işçisine pul olmuş Türk lirası ile ödeme yapıp, emeğin ürettiklerini dolar ve avroyla satarak büyük kârlar elde ettiler. Bankalar da Merkez Bankasından düşük faizle aldığı parayı daha yüksek faizli devlet tahviline yatırıp geri devlete satarak milyarları kasalarına koydular.

Bu politika kredi ve para bolluğu yaratarak talepte ve tüketimde canlılık yarattı, bu şekilde zombi şirketler batmadan yüzdürüldü, konkordatolar, iflaslar, kapanmalar yaşamadık. Toplu işçi çıkarmalar yaygın şekilde yaşanmadı, istihdamda ciddi bir artış olmasa da enflasyondaki yangını emek gücü piyasasında görmedik. Bunlar da önceki dönemde izlenen ekonomi politikasının “seçim ekonomisi” boyutuydu. Yani düşük faiz, genişlemeci para ve maliye politikası, İslami kuralların değil Erdoğan’ın oy kazanma (ya da oy kaybetmeme) saikinin bir gereğiydi. Tabii ben seçimleri kazanmak için daha sonra kepçeyle geri almak üzere kaşıkla para dağıtıyorum diyecek hali yoktu. Din istismarcılığı yaptı.

Sonunda deniz bitti. Sermayenin çıkarları ekonomi politikasının değiştirilmesini gerektiriyor. Peki, şimdi ne var? “Akılcı politikalara dönüş” sloganıyla dinden akla mı dönüyoruz? Hayır, hala dindeyiz! Ama bu din yine Müslümanlık değil! Para dini! Kapitalizm! Bu dinin en gerici mezhebi de neo-liberalizm! Piyasanın, üretim araçlarının özel mülkiyetinin, kârın meşruluğunun, kapitalizmin ezeli ve ebedi olarak insan doğasına en uygun sistem olduğunun sorgulanmasına zinhar müsaade edilmeyen bir din bu! Aksini iddia eden kim olursa tekfir eden bir dindir bu! Örneğin, üstümüze boca edilen liyakat nurlarından olan, ABD Merkez Bankası referanslı Cevdet Akçay bu dinin papazlarından biridir aslında. Vaktiyle televizyona çıkıp Nebati’yi eleştirir, Merkez Bankası politika faizinin piyasa işleyişine tabi olarak belirlenmesini savunur, Taylor Kuralı’nı bir ayetmişçesine vaaz ederdi. Dünyada geçerli bir rezerv para yani “Dolar” basan ABD ekonomisi esas alınarak geliştirilmiş bu kuralı, parası kendi sınırları içinde dahi hükümsüz olan, kronik cari açık veren, dolar bağımlısı bir ülke için tartışılmaz kural gibi koymak nedir? Sınıfsal çıkarlarının dogmalar arkasına gizlenmesidir. Bunun adı dogmacılıktır ve yobazlıktır! Evet, yobazlık sadece dinde olmaz. Ekonominin de yobazlığı olur.

Mesela bu neo-liberal papazlardan Özgür Demirtaş da (zaman zaman cübbeli Ahmet hocaya taş çıkartan performanslar sergileyebiliyor) bir tivit atmış, şöyle diyor: “Üzülerek söylüyorum: Büyük işsizlik geliyor. Son 10 yıldır yapılan ekonomi politikası hataları çok pahalıya patlıyor, patlayacak.” Üzgün falan değilsin, geçelim o timsah gözyaşlarını. İstikrar programının işsizlik getireceğini bile bile bunu savundun durdun. Şimdi uygulama başlıyor. Gayet kötü niyetli biçimde suçu 10 yıllık yanlış politikalara atıyor. Yani yarın “ey işçiler! Patronunuz toplu işçi çıkartma kararı aldığında ona kızmayın onun bir suçu yok” diyecek… “Kusura bakma enflasyonla mücadelenin tek yolu bu! Ekonomi bilimi bunu emrediyor!” diyecek… Geçen dönemde bilimin gereği yapılmadığı için bu faturayı ödeyeceksiniz.”

Yalan! İnanmayın. Krizin faturasının enflasyonla, işsizlikle, vergilerle, zamlarla her yolla işçiye emekçiye kesilmesini ekonomi bilimi değil sermayenin çıkarları emrediyor. Kanmayın! Kıdem tazminatı başta olmak üzere işçi sınıfının kazanımlarına saldırılmasını, esnek çalışmanın dayatılmasını, ücretlerin baskılanmasını, emeklilik haklarının tırpanlanmasını ve daha da fazla özelleştirme yapılmasını ekonomi bilimi değil sermayenin çıkarları emrediyor. Bu saldırıları “yapısal reformlar” diye yutturmaya çalışacaklar. Yutmayın! Ya enflasyon ya işsizlik diyorlar. “Kırk katır mı? Kırk satır mı?” diyorlar. Biz cevap olarak ya sosyal yamyamlık ya sosyalizm diyoruz! Yapacağınız seçim budur. Enflasyonla mücadele ederken işsizlik belasına bulaşmamanın biricik yolu üretim araçlarının devlet mülkiyetinde olmasından, faiz ve kâr yerine merkezî planlama ile kaynak tahsisinin gerçekleştirilmesinden geçer. Bu yol bilimle değil kapitalizmle bağdaşmaz. Bu yol halkın dini inançlarına değil sermayenin dünyevi çıkarlarına ters düşer. İstediğiniz kadar tekfir edin. Gerçeği söyleyeceğiz. Gerçekçi olan tek çözüm sosyalizmdir. Bu çözüm bilimseldir ve toplumun emekçi çoğunluğunun menfaatinedir.

 

Bu yazı Gerçek gazetesinin Ağustos 2023 tarihli 167. sayısında yayınlanmıştır. Bu yazıyı Gerçek'in podcast hesaplarından sesli olarak dinlemek için aşağıdaki resmin üzerine tıklayın. 

Levent Dölek podcast ağustos 2023