Borazan gazeteciliğin itirafı!

Türkiye’de gazetecilik gittikçe daha fazla istihbarat ve güvenlik aygıtlarının borazanlığı haline geliyor. Birçok gazete polisin ya da MİT’in sızdırdığı belgelerle ayakta duruyor, onların mecrası olarak var oluyor. Köşe yazarlığı da bundan muaf değil. Kimi “köşe yazarı” MİT’in yazdığı yazıya imza atıyor; kimi, PKK’nin yayınlanmamış iç belgelerine atıf yapıyor. Bunlar kaynak göstermek türünden en ufak bir kaygı gütmüyor. Okuyucu biraz safsa, yazılan her şeyi doğru kabul ediyor. Oysa ne malûm yazarın olgu ya da belge dediği şeyi bütünüyle uydurmadığı? Haydi, yazar uydurmadı diyelim, yazara bilgiyi veren istihbarat veya güvenlik aygıtının uydurmadığı ya da çarpıtmadığı ne malûm?

Bazı sol çevrelerin pek sevdiği “liberal” gazeteci Can Dündar, son günlerde “17 yıl sonra ortaya çıkan gerçek” başlıklı bir yazı yazdı. (Milliyet, 1 Nisan 2011) Dündar, Taraf gazetesinin yayınlamakta olduğu Wikileaks belgelerinin kendisinin Ocak 2003’te yaptığı bir haberi doğruladığını iddia ediyor pek kendinden gurur duyan bir tavırla. Konu ABD ile PKK arasında o dönemde bir dizi resmi görüşme yapılmış olduğu iddiası. Dündar bu konuda hem birtakım haberler vermişti o aşamada, hem de Milliyet gazetesinin “İşte kanıt!” başlığıyla manşete taşıdığı bir fotoğraf yayınlamıştı. Fotoğrafta bazı PKK yöneticileri ismen teşhis ediliyordu. Bir kişi de “ABD’li askeri yetkili” olarak niteleniyordu.

Okuyucu sanacak ki, Dündar Wikileaks belgelerinde ABD’nin PKK ile görüştüğüne dair bir kanıt bulmuş. Hayır, alıntıladığı belgeler, sadece ABD’nin Dündar’ın ve Milliyet’in bu yayınından rahatsız olduğunu kanıtlıyor. Bu ise bilinmeyen bir şey değil, çünkü Dündar’ın da yazdığı gibi, fotoğrafın yayınlanmasının hemen ardından ABD büyükelçisi televizyona çıkıp “iğrenç yalanlar” demiş zaten. Wikileaks belgeleri bu konuda sadece malûmun ilamı.

Öte yandan, Dündar şecaat arz eylerken suçunu itiraf ettiğinin farkına varmıyor. Aynı yazıda haber kaynağının Orgeneral Yaşar Büyükanıt olduğunu açıklıyor. Hele bir duralım. Kendisine inanacak olursak, Dündar fotoğrafı ABD’nin Irak savaşına Türkiye’nin katılmasını engellemek amacıyla yayınlamış. Peki, acaba daha sonra Genelkurmay Başkanı olacak olan Büyükanıt’ın kendisine bu belgeyi sızdırmasının nedeni ne olsa gerek? Acaba onun için sorun Irak’tan ziyade Kürtlerle ilgili olmasın? Türkiye’de 2003-2007 arasında ABD’nin Kürtler aracılığıyla Türkiye’yi bölmeye çalıştığı konusunda bütünüyle temelsiz bir histerinin geliştirildiğini biliyoruz. Bu histeride “ulusalcı” kampı kışkırtan Genelkurmay’ın büyük katkısının olduğunu da. Liberal Can Dündar acaba bu histeriyi harekete geçirmeye çalışan bir psikolojik savaşın borazanı durumuna düşmüş olmasın?

Dündar’ın ABD-PKK görüşmesine ilişkin fotoğrafında PKK’lilerin ABD ile görüştüğüne dair tek kanıt, fotoğraftaki kişilerden birinin üzerine “ABD’li askeri yetkili” yazılmış olmasıydı. Şimdi Taraf gazetesinin Kürt sorunu konusunda kendine özgü kaynakları olan “köşe yazarı” Kurtuluş Tayiz, o ABD’li yetkilinin PKK’li “Kaymakam Halil” kod adlı kişi olduğunu, fotoğrafta “Dursun Ali” olarak anılan, daha sonra PKK’den ayrılarak Avrupa’ya yerleşmiş kişinin tanıklığına dayanarak açıklıyor. (Taraf, 3 Nisan 2011) Biz “Dursun Ali”nin ille de doğruyu söylediğini iddia etmiyoruz. Ama ya öyleyse? O zaman Dündar Orgeneral Büyükanıt’ın yalancı borazanı konumuna düşüyor! Bu kadar yıllık gazeteci olan Dündar, borazan gazeteciliğin uydurma belgeler yayınlamak anlamına da gelebileceğini anlayamıyor mu?

Can Dündar yazısını şu cümlelerle bitirmiş: “Taraf, birçok belgede ‘Amerikan karşıtı kampanyaların parçası olmak’la suçlandığımı, 5 yıl sonra ise bir başka yazışmada adımın ‘Milliyet’teki saygıdeğer bir gazeteci’ olarak belirtildiğini yazıyor. Sağ olsunlar!” Güya ironi yapmış. Oysa bütün bu hikâyede en doğru olan bu: Amerikalılar “17 yıl sonra” gerçeği anlamışlar! Borazan gazeteci saygıdeğer gazetecidir!

Bir de şu 17 yıl meselesi var. 2011’den 2003 çıkınca kaç kalır, Can Dündar?