15-16 Haziran: Mücadeleye ışık tutan büyük işçi ayaklanması

Türkiye işçi sınıfı bundan 48 yıl önce, 15-16 Haziran 1970’te, kendi elleriyle kurdukları sendikalarını savunmak, mücadeleyle kazandıkları haklarını korumak için görkemli bir şekilde ayağa kalktı. Şalterleri indirip fabrikalardan kol kola omuz omuza çıkarak yürüyen 150 binden fazla işçinin, iki gün boyunca sendikal özgürlükleri ortadan kaldırmayı amaçlayan yasaya karşı gösterdiği bu fiili mücadele, günümüze ışık tutmaya devam ediyor.

“Gücümüz birliğimizden gelir”

Bu ayaklanmanın arkasında yatan somut gelişme, sendikal özgürlükleri ortadan kaldırmayı amaçlayan bir yasa tasarısıydı. Bu yasa, bir sendikanın Türkiye çapında faaliyet gösterebilmesi için o iş kolundaki işçilerin en az üçte birini örgütlemiş olmasını, sendika kurmak için en az 3 yıl o işkolunda çalışmış olmayı şart koşuyordu. Türk-İş’e üye sendikalardan ayrılmak isteyen işçileri baskı altında tutmak ve ayrılmalarını önlemek için sendikalardan ayrılmada noter yolunu zorunlu tutuyordu. Yani bu yasa çok açık bir şekilde 1967 yılında kurulan ve işçi sınıfı içinde gittikçe kuvvetlenen DİSK’i ezmek için hazırlanmıştı. Hatta dönemin çalışma bakanı “Çok yakında DİSK’in çanına ot tıkayacağız” diyerek bunu da açıkça ilan etmişti.

DİSK’in yasanın geri çekilmesi için Ankara’da yürüttüğü bir dizi görüşme sonuçsuz kaldı. Bunun üzerine söz konusu yasanın Anayasaya aykırı olduğunu ilan eden DİSK, örgütlü olduğu tüm işyerlerinde Anayasal Direniş Komiteleri kurma kararı aldı. DİSK aldığı bu kararları tartışmak üzere kendi tabanına dönerek tüm işyeri temsilcilerinin katıldığı bir toplantı organize etti. Toplantıya katılan işçiler, yasa tasarısı geri çekilinceye kadar mücadele kararlılıklarını kesin bir biçimde ortaya koydular. Toplantıdaki bu kararlılık fabrikalarda ve meydanlarda da yankı buldu. Özellikle İstanbul ve Kocaeli’nde yoğunlaşan bu büyük olayda ne işçilerin birleşmesini engellemek için Haliç üzerindeki köprülerin kapatılması, ne işçilerin önüne tanklarla barikat kurulması ne de üzerlerine ateş açılması işçileri durdurabildi. Ancak ikinci günün sonunda sıkıyönetim ilan edilmesinin ardından kendi sendika yöneticilerinin eylemleri durdurma çağrısı, işçileri sokaklardan çekilip fabrikalarına dönmeye ikna edebildi. İşçilerin 15-16 Haziran’da meydanlarda yırtıp attıkları yasayı, meclisten geçtiği halde daha sonra Anayasa Mahkemesi yeni 15-16 Haziran’lar korkusuyla iptal etmek zorunda kaldı.

Ne geçmiş tükendi ne yarınlar

15-16 Haziran’da işçilerin ayaklanmasına yol açan saldırılar bugün belki düne göre daha da fazla. Meclisin hali ortada, son zamanlarını kiralık işçilik, zorunlu BES ve zorunlu arabuluculuk gibi işçi düşmanı yasaları onaylayarak geçirdi. Bazıları meclise bile gelmedi, OHAL’den istifade Kanun Hükmünde Kararname ile halledildi. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan defalarca OHAL’i grevleri yasaklamak için kullandıklarını itiraf etti. Bakanlar Kurulu, resmen grev yasaklama kuruluna dönüştü.

15-16 Haziran’da işçiler nasıl “Gücümüz birliğimizden gelir” diyerek fiili mücadeleye kalkıştıysa, bugün de kendi geleceği için yeni 15-16 Haziran’lar yaratmalıdır. Bunun ayak sesleri de yavaş yavaş duyulmaya başladı. Biz bu sesi metal işçisinin 2015’te fiili greve gitmesinde, geçtiğimiz aylarda grevinin yasaklanması karşısında “yasağı tanımıyoruz” iradesini göstermesinde duyduk. HT Solar işçilerinin üç gün boyunca fabrikayı işgal ederek sendika hakkına sahip çıkmasında duyduk bu sesi. Şimdi işçi sınıfının kurtuluşu için örgütlenmek, mücadeleyi büyütmek ve bu sesleri birleştirmek gerekiyor.

Bu yazı Gerçek gazetesinin Haziran 2018 tarihli 105. sayısında yayınlanmıştır.