Mısır’da devrim barışçıldı, öyle mi?

Liberaller onyıllardır devrim kavramını karalamaya çalışıyorlardı. Arap devrimleri başlayınca bu kolay kolay savunulabilir bir şey olmaktan çıktı. Kitleler sokaklarda diktatörlere karşı mücadele ediyor, birer devrim yaşandığı gözle görülüyor, ne yapacaksınız? Sırf devrime düşmanlık etmek için Bin Ali veya Mübarek gibi diktatörlerin yanında durabilirsiniz, ama yakışık almaz. Serde liberallik var, özgürlükler için verilen mücadelenin ne gerekçeyle karşısında duracaksınız? Böylece liberaller devrim yanlısı oldu. Hem de ateşli biçimde.

Bu bir geri çekilişti elbette, ama liberaller geri çekildikleri yerde yeni mevziler savunmaya başladılar. Birincisi, Tunus ve Mısır devrimleri mutlaka Batı tipi bir parlamenter rejimin kurulmasıyla sonuçlanmalıydı. Bunun gizli anlamı, bu ülkelerde işçi sınıfının iktidarı ele geçirmesi falan gibi öyle tatsız şeyler uğruna çalışılmaması gerektiğiydi. İkincisi, tamam Tunus ve Mısır’da devrimler yaşanıyor olabilirdi, ama bunlar eski devrimler gibi değildi. Barışçıl devrimlerdi. Kitleler hep silahtan uzak durmuş, sonunda bunun mükâfatı olarak diktatörleri devirmişlerdi. Oysa Libya’da silahlar erkenden konuşmaya başlamış, devrime kan girince işler bozulmuştu.

Liberalizmin aklı bu kadarına eriyor zahir. Libya’daki gelişmenin ardında ne yattığını anlamak için, orada yaşanan mücadelelerin sınıf karakterine, aşiret yapısına, işin içindeki politik güçlere bakmak yerine, “şiddet varsa iş kötüye gider, barışçıl her şey iyidir” anlamına gelecek akıl yürütmelere başvurmaya safdillik bile denemez. Batı dillerinde “philistine” diye bir kelime vardır. Maalesef Türkçe’ye çevrilemiyor. “Sığkafa” falan demek gerek. İşte öyle bir şey.

İşin öteki yanına gelince. Liberaller ısrarla Tunus ve Mısır devrimlerine şiddet karışmamış olduğunu vurgulayıp duruyorlar. Acaba bunların şiddetten anladığı ne? Mesela ölü sayısı şiddetin bir ölçüsü olabilir mi?

Mısır için, Mübarek’in düşmesinden hemen önce Tayyip Erdoğan Kırgızistan’da yaptığı konuşmada “yüz ölü”den söz etmişti. Oysa ondan bir gün önce Birleşmiş Milletler 300 rakamını açıklamıştı. Yani Erdoğan bile bile Mısır devletinin cinayetlerini Türkiye halkından gizliyordu. Daha sonra Mısır’ın resmi makamları sayıyı 365’e yükseltti. Ama devrim cephesinden başka bir rakam veriliyordu. Mısır Protestocularını Koruma Cephesi’nin açıklamasına göre, 7 Mart’a kadar devlet güçlerinin öldürdüğü insan sayısı 685’ti. “Devrimci değil mi, abartacak tabii” diyenler olabilir. Şimdi yeni açıklanan bir rakama bakalım. Mısır hükümetinin kurduğu, yargıçlardan oluşan bir soruşturma komisyonu, “Mübarek’in devrilmesiyle sonuçlanan halk ayaklanması sırasında en az 846 kişinin öldüğünü” açıkladı. (Radikal, 20 Nisan 2011) En az! Üstelik bu komisyon devletin resmi komisyonu. “Devrimci abartma”dan falan söz edilemez.

Nerede kaldı peki “barışçıl” devrim? Sizin “barışçıl”dan anladığınız, devletin devrimcileri sinekler gibi öldürmesi, devrimcilerin ise boyunlarını eğmesi midir? Bakın, şunun şurası Mısır devriminin ilk gününden bu yana en fazla üç ay geçti. Üç ayda 1.000’e yakın ölü, daha uzun süreçte ne demektir, bir hesaplasanıza.

Kaldı ki, Mısır devrimi, salt bir politik devrim olarak dahi zafere kavuşmadı henüz. Mübarek gitti, oğullarıyla birlikte hapse düştü, ama onyıllarca onun savunma bakanlığını yapmış olan “Mareşal”, yani Tantavi, Yüksek Askeri Konsey başkanı olarak devleti yönetiyor. Mısır devrimi şimdilerde ilerlemek için hep ordu ile karşı karşıya geliyor. Ne istiyorsunuz? Devrim dursun ve rejimin devamına boyun mu eğsin? Yoksa ordu ile kapışmak zorunda olduğunu kabul ediyor musunuz? Eğer devrimin durmasını istemiyorsanız cevap verin: Kitle orduyla silahsız nasıl kapışır?

Bu sorunun cevabı öteki meseleyle sıkı sıkıya bağlıdır ve Mısır devrimi bir politik devrim olmanın ötesine geçerek bir sosyal devrim haline gelmeye başlayınca, yani devrimin öncülüğünü işçi sınıfı eline almaya başlayınca verilecektir.