İdlib’te El Kaide açılımı

İdlib operasyonu kapsamında TSK güçleri İdlib’in kuzey bölgelerine girdi. Önce keşif amaçlı birliklerin girdiği açıklandı; ardından zırhlı araçlar da Suriye sınırından içeriye girdi. Türkiye başından itibaren askeri harekâtın meşruiyetini Astana sürecinde Rusya ve İran’la varılan anlaşmaya dayandırıyor. Bu çerçevede İdlib’e “çatışmasızlık bölgesi” tesis etmek amacıyla girdiğini söylüyor. Ancak harekâtın ilk aşamasında TSK’nın hareket tarzı ve istikameti Astana süreci ile pek de örtüşmüyor.

Astana süreci ne öngörüyordu?

Gerçek gazetesi olarak başından itibaren “çatışmasızlık bölgesi” kavramının aslında bir çatışma ortamını ifade ettiğini çünkü Astana sürecinin Heyet Tahrir Şam (HTŞ, El Nusra/El Kaide merkezli koalisyon) gibi terörist olarak kabul edilen grupları kapsamadığını belirtiyoruz. Astana süreci, bu ve benzeri grupların etkisiz hale getirilmesini hatta imhasını, kalan ve terörist olarak tanımlanmayan muhalif gruplarla Suriye ordusu arasında bir çatışmasızlık sağlanmasını öngörüyor. İdlib’in Türkiye sınırı dâhil olmak üzere önemli bir kısmını da HTŞ kontrol ediyor. Yine Astana anlaşması çatışmasızlık bölgeleri olarak PYD’nin bulunduğu yerleri kapsamıyor ve buralara yönelik herhangi bir girişimi öngörmüyor.

Peki TSK İdlib’de ne yapıyor? TSK’ya bağlı birlikler İdlib’in kuzey kısmında Afrin’de yer alan PYD bölgesinin sınırında konuşlanıyor. Üstelik bunu HTŞ’nin rızası hatta refakati ile gerçekleştiriyor. Hatta harekâtın ilk günlerinde HTŞ’nin İdlib’e ÖSO yerine TSK’nın gelmesini istediği ve TSK ve MİT’in bu doğrultuda görüşmeler yaptığı basına yansıdı. Henüz ciddi bir çatışma yaşanmamış olması da bu diyalog sürecine bağlanıyor. Ayrıca Türkiye gazete ve televizyonlarında her gün esas hedefin Afrin olduğuna, Türkiye’nin ÖSO ve HTŞ arasında çatışmasızlık sağlamak üzere bölgede bulunduğuna dair haber ve yorumlar yapılıyor.

El Kaide/HTŞ açılımı

Türkiye, İdlib’de adeta HTŞ ile bir çözüm ve diyalog süreci başlatmış durumda. TSK’nın hedefinin Afrin ve PYD olduğunun vurgulandığı ve bu şekilde HTŞ’nin teskin edilmeye çalışıldığı görülüyor. “Annesini evlatsız, eşini dul, çocuğunu öksüz bırakmak isteyen buraya ayak basar” şeklinde açıklama yapan HTŞ güçlerinin TSK’ya refakat eder hale gelmesinin başka türlü bir açıklaması olamaz. Ancak bu durumun da Astana’nın tarafları olan Rusya’ya, İran’a ve tabii ki Esad’a izah edilmesi de kolay değil. Dahası ABD’nin HTŞ’yle kurulan bu içli dışlı ilişkileri Türkiye aleyhinde baskı gerekçesi yapması da son derece olası.

Suriye: Askerlerinizi derhal çekin!

Nitekim Suriye cephesinden ilk açıklama geldi. Suriye’nin resmi haber ajansı SANA, Dışişleri yetkililerine dayanarak Suriye’nin Türkiye’yi sert şekilde kınadığını ve derhal askerlerini geri çekmesini talep ettiğini açıkladı. Bu açıklama Rusya devletinin gayri resmi yayın organında da aynen bu şekilde haberleştirildi. Erdoğan, harekâtın başında Rusya ile koordinasyon içinde olduklarını, Suriye hükümeti ile ilişkileri ise Rusya’nın yürüttüğünü açıklamıştı. Dolayısıyla Suriye’nin bu tepkisinin Rusya’nın bilgisi dışında gerçekleşmiş olması düşünülemez. Ayrıca Suriye’nin Türkiye’nin askeri harekâtının Astana süreciyle ilgisiz olduğunu iddia etmesi de önemli.

Büyük çıkmaza doğru

Türkiye bir anda askerleri sınırı geçmişken ciddi bir meşruiyet krizi ile karşı karşıya gelebilir. TSK güçleri hem HTŞ ile hem de Rusya ile eş zamanlı bir diyalog kurarak Suriye topraklarında varlığını sürdüremez. Rusya daha önce olduğu gibi HTŞ güçlerini vurmaya başlarsa Astana anlaşmasına aykırı hareket etmiş olmayacaktır. TSK güçlerinin El Bab’da olduğu gibi “yanlışlıkla” Rus bombalarına hedef olması bile mümkündür. Böyle bir şey kısa vadede olmasa da Rusya, Türkiye’nin HTŞ açılımını bozmak ve TSK’yı HTŞ ile çatışmaya sokmak için diplomatik ve siyasi baskı uygulayacaktır. HTŞ ile çatışmadan süreci yürütmenin iki yolu vardır. TSK ya Rusya ve Suriye ordusu ile karşı karşıya gelecektir. Ya da HTŞ güçlerini diyalog sürecinin sonunda Türkiye sınırları içine alacaktır. Bu iki seçenek de Türkiye açısından felaket demektir. İdlib operasyonunda Türkiye kendini Fırat Kapanı’ndan daha da kötü bir sıkışmışlık içinde bulmak üzeredir.  Yol yakınken askerlerin geri çekilmesi tek doğru yol olacaktır.