Yılmaz Gümüş'e açık mektup (Sungur Savran - 16-03-2008)

O kadar direndin ki sonunda polis, işçinin öncüsüne hep yaptığı gibi, seni mimledi ve suyu sana özel olarak nişan alarak sıktı. Bir defasında yere düştüğünde öfkeden kendini yitirdin, asfaltı yumruklamaya başladın kızgınlığından. Ne kadar haklıydın! Sonra rahatsızlandın ve ambülansla hastaneye kaldırıldın. Sağlığında bir sorun olmadığını sonradan televizyonda seni gördüğümde öğrendim. Geçmiş olsun diyeyim.

Sen beni tanımazsın. İşçi sınıfının sömürülmesine ve ezilmesine karşı aklı erdiğinden beri elinden gelen neyse öyle mücadele etmiş biri diye bil yeter. Tanışmadığımız halde sana bu mektubu yazışım da bundan. Televizyonda defalarca seyrettiğim o görüntün beni sana yakınlaştırdığından, sana saygı ve sevgi duymama yol açtığından, öteki işçi kardeşlerinle birlikte verdiğin mücadelenin sadece işçilerin değil bu toplumun emeğiyle geçinen ve ezilen bütün kesimlerinin çıkarlarına ve geleceğine hizmet edeceğini bilmemden.

Değerli kardeşim,

Ankara’nın sokaklarında yiğitçe verdiğin mücadeleden sonra izini yitirdik. Sonra seni bir ulusal televizyon kanalında sana sorulan sorulara cevap verirken gördük. Önce polisin gaddarlığından şikâyet ettin. Ardından başbakan Tayyip Erdoğan hakkında olumlu sözler söyledin ve ondan ricalarını sıraladın. “Sayın Erdoğan” dedin, “işyerimizi özelleştirmeyin, bizi ekmeğimizden etmeyin.” Sonra ekledin: “Bizi 4C’ye mahkûm etmeyin.”

Bir durup düşünür müsün, Yılmaz kardeşim. Sana eksi beş derecede su sıkan polisi kim yönetiyor? O polisin amirleri kime hesap veriyor, onların davranışlarından siyasi olarak kim sorumlu? Bu hükümetin içişleri bakanı değil mi? Bu hükümet ve hükümetin başı olan başbakan Tayyip Erdoğan değil mi? Peki nasıl oluyor da polis işini aşını savunmaktan başka suçu olmayan sizlere bu kadar gaddar davranıyor da sen başbakana hâlâ işçi dostu imiş gibi bakıyorsun? Yoksa o gün Ankara’da size yapılanları bir-iki polis amirinin işgüzarlığı olarak mı görüyorsun? Öyleyse Ankara eyleminden önce ve sonra İstanbul’da AKP binası önünde eylem yapan Tekel işçisi arkadaşlarına polisin copla girişmesi neydi? 2 Mart Pazar günü Adana’da protesto gösterisi yapmak isteyen Tekel işçisinin coplanmasını da mı bir-iki haddini bilmez polis amiri emretti?

Sadece Tekel işçisi mi? Bu polis Erdoğan döneminde yıllardır kamu çalışanına ve işçiye salt haklarını kazandığı için saldırmıyor mu? Kentlerde polis, kırsal yörelerde jandarma, işçisini sırf sendikalaştığı için işinden atan patronların kanunsuzluğunu görmezden gelip, ekmeği için direnişe geçen işçilerin direniş çadırlarını sökerek, onları coplamıyor mu? Biraz sınıf kardeşlerinle konuşsan bunları öğrenirdin. Çorlu deri işçisi, Balıkesir Susurluk Yörsan işçisi, Ankara Sincan Tega metal işçisi, örnekleri çoğaltmayayım, sorarsan anlatırlar sana. İstersen gel birlikte ziyaret edelim o işçileri, seni tanıştırayım, sınıf kardeşlerinle görüş konuş. Hatırla, en son bütün Türkiye’nin gözü önünde Tuzla tersanelerinde patronlar bir seri katil gibi 81 işçinin ölümüne yol açtıktan sonra grev ilân eden Limter-İş sendikası yöneticileri ve tersane işçileri polisin saldırısına maruz kalmadılar mı? Sendika başkanının alnı yarılmadı mı? Bütün bunlar bu AKP hükümetinin altıncı yılında olmuyor mu?

Sonra kardeşim, özelleştirme gökten mi düştü? İlk özelleştirilen Tekel’in tütün fabrikaları mı bu ülkede? Tekel içki özelleştirilirken neden başını çevirip bakmadın Yılmaz kardeş? Sümerbank özelleştirilirken işçisi direndi, neden bir dayanışma mesajı bile yollamadın? Tüpraş ve Petkim işçisi günlerce sokağa çıktı, neden sen de sokağa çıkmadın? Seka işçisi fabrikasını işgal etti, neden sen de onunla birlikte fabrikana kapanmadın? Bana diyeceksin ki, “sendikamız var, örgütümüz o, o bir şey söylemeyince biz de yapmadık”. Haklısın. Yerden göğe haklısın. Ama yine de kendine de sorman gerekmez mi “neden bizi hep böyle bölünmüş bıraktı bu sendikacılar, neden kurbanlık koyunlar gibi sıramız gelene kadar bekledik?” Bak Ankara’da konuşmasında “ölümüne direneceğiz” diyen sendika ağası, az sonra polis dağılın deyince nasıl ortadan kayboldu! Sorsana kendine, sendika onun babasının örgütü mü yoksa senin örgütün mü? Neden yıllardır onlar senin aidatınla keyif çatarken “ne yapıyorsun be adam?” diye sormadın?

Değerli kardeşim,

Derdimi anlamışsındır. Sen harekete geçip sendikanı adam etmeden, sen harekete geçip meydanlara çıkmadan, sen harekete geçip öteki işkollarından işçi kardeşlerinle birleşmeden ne ekmeğini savunabilirsin, ne 4C’den kurtulabilirsin. Hepimiz gibi sen de çocuklarını kim bilir nasıl seviyorsundur. Onları sevmek demek gelecek için mücadele etmek demek! Bırak Tayyip Erdoğan’a ricayı, topla işçi arkadaşlarını, giriş sendikana. Bu da yetmez, siyasete gir, bir işçi partisi kur. Türkiye’yi de sen kurtaracaksın. Ya, öyle, şaşırma! Siyaset sadece okumuşlar için değildir. Öyle düşünürsen bir o patron politikacısına oy verirsin, bir buna. Ama hepsi patronların çıkarı adına seni yıllarca çalıştığın fabrikandan söküp atar. Türkiye’nin gördüğü en özelleştirmeci hükümete destek vererek ne kendini kurtarabilirsin, ne sınıf kardeşlerini. Bırak şu Tayyip merakını, kendi partini kurmaya gir. “Kuramam” mı diyorsun, bak biz kuruyoruz. Devrimci İşçi Partisi senin gibi işçiler için kuruluyor. Gel bize katıl.

Sana ve bütün Tekel işçisi kardeşlerime hassaten selam ederim, değerli kardeşim.