Yıkılsın Siyonist İsrail devleti! (İşçi Mücadelesi #39 - 05-02-2009)

İsrail devletinin varlık nedeni

Bugün dünyanın yedi kıtasında varlıklarını sürdüren devletlerin önemli bir bölümü dünya kapitalizminin hakim güçleri olan emperyalist devletlerin çıkarları doğrultusunda yapay olarak kuruldu ve bu durum başta ulusal sorunlar olmak üzere pek çok siyasi soruna neden olmaya devam ediyor. Afrika halklarının yaşadığı açlık, sefalet ve şiddet, verimsizliğin ya da başka doğal süreçlerin değil, emperyalistlerin kendi çıkarlarını kollayabilmek adına bu kıtada sınırlarını adeta cetvelle çizerek oluşturdukları devletlerin, gerçek toplumsal ve ekonomik ihtiyaçlara karşılık vermiyor oluşlarının bir sonucu. Aynı durum pek çok Ortadoğu ülkesi için de geçerli.

Ancak İsrail devleti, tamamen yapay olarak ve başka bir halkı, Filistin halkını kendi vatanından kovarak kurulmuş olması bir tarafa, varlık nedeni ve taşıdığı misyon bakımından da türünün tek örneği. İsrail emperyalistler tarafından Ortadoğu bölgesini denetim altında tutabilmek için kuruldu ve taşıdığı misyon, başta Filistinliler olmak üzere diğer bölge halkları aleyhine olabildiğince büyüyüp güçlenmek, sistemli olarak kargaşa ve çatışma çıkarmak, böylece bölge ülkelerini zayıf ve istikrarsız kılarak onları emperyalizmin boyunduruğu altında tutmak. Siyonizmin Gazze'yi başta ABD'ninkiler olmak üzere emperyalizmin silahlarıyla bombalaması, profesyonel askerlerini Türkiye gibi emperyalizm destekçisi ülkelerde eğitebilmesi, bölgenin nükleer silahlara sahip tek ülkesi olmasına rağmen, emperyalistler tarafından kollanması İsrail ve emperyalizm arasındaki ilişkinin niteliğinin açık kanıtları ve bu kanıtlar daha da çoğaltılabilir.

ABD'nin Irak'ı tarumar etmesinin başlıca nedenlerinden birisi, eski işbirlikçisi Saddam'ın yönetimi altında bu ülkenin İsrail'i tehdit edecek bir güce erişmeye başlamasıydı. Bugün İran'ı ve Suriye'yi sürekli tehdit altında tutmasının en önemli nedenlerinden birisi de bu. Lübnan'ın yıllarca iç savaş ve iç çatışmaların pençesinde, istikrarsızlık içinde çırpınmasında da İsrail önemli bir rol oynadı. Lübnan Hizbullah'ı bu istikrarsızlığı giderme potansiyelini kazandığı ve İsrail'i tehdit eder bir konuma geldiği için Siyonizmin hedefi oldu. Mısır, Ürdün, Suudi Arabistan gibi işbirlikçi rejimlerin dayandığı Arap burjuvazisi emperyalizmin uşağı haline geldikçe ve Siyonistleştikçe İsrail'in hedefi olmaktan kurtulabiliyor. Filistin'in İsrail'e tam teslimiyeti anlamına gelen 1993 Oslo Anlaşması ile kurulan sözde Filistin Otoritesi'nin bugünkü lideri Mahmud Abbas konumunu, Siyonizme uşaklık, kendi halkına ihanet etmesine borçlu.

İsrail Gazze'ye son saldırısını da, iddia ettiği gibi bu bölgeden kendi sınırları içine füze atılmasını engellemek için değil, tıpkı 2006'da Hizbullah'a yapmaya çalışıp başarısız olduğu gibi, bu kez de Hamas'ı etkisiz kılmak ya da en azından zayıf düşürmek için gerçekleştirdi.

Bütün bunlar, İsrail devletinin Ortadoğu'daki gerici rolünü açıkça gösteriyor. Dolayısıyla emperyalizmi Ortadoğu'dan kovmak, en başta İsrail'i bertaraf etmekten geçiyor.

Yahudi işçi sınıfının bir devrim gerçekleştirerek devleti dönüştürmesi, İsrail'in emperyalizmin Ortadoğu'daki şubesi rolü oynamasına bir son vermenin en emin yolu olabilirdi. Tabii eğer İsrail, başka bir halkın toprakları üzerine kurulmuş, dinci, ırkçı, sömürgeci, Siyonist bir devlet olmasaydı. İsrail'in neden dönüştürülemez olduğunu anlamak için geçmişe dönelim ve saydığımız bu özellikleri ele alalım.

Dinci, ırkçı, sömürgeci Siyonizm

Siyonizm, Tevrat aracılığıyla Tanrı'nın Nil Nehri'nden Fırat Nehri'ne kadar olan toprakları Yahudilere vaat ettiğini ileri sürer, Yahudilerin bu bölgeyi ele geçirmesini hak olarak görür. Filistin'i "halksız bir vatan", Yahudileri de "vatansız bir halk" olarak gördüğü için 19. yüzyılda Filistin topraklarında İsrail devletini kurmak için örgütlenmeye başlar. 1897'de I. Dünya Siyonist Kongresi toplanır. I. Dünya Savaşı'nda Osmanlı topraklarını parçalarken kullandığı Araplara kendi kaderlerini tayin hakkı vermeyi hiçbir biçimde düşünmeyen Britanya, daha 1917'de, emperyalist çıkarlarını kollaması için Siyonistlerin Filistin topraklarında bir İsrail devleti kurma hakkını kabul eder. O tarihte Filistin'de 56.000 Yahudi'ye karşılık 644.000 Arap yaşıyorken, İsrail devleti kurulana kadar Britanya mandası altında geçen 30 yılda hem Yahudi nüfus, hem de Yahudilere ait mülkler, Araplar aleyhine sistemli bir biçimde artırıldı.

Emperyalistlerin taşeronu rolünü oynayan Birleşmiş Milletler 1947'de Filistin'in bölünmesi kararını aldı. Ertesi yıl kurulan İsrail devleti kendisi lehine olan bu kararı dahi çiğneyerek Filistin'in dörtte üçünü işgal etti ve yüz binlerce Filistinli'yi başka ülkelere zorla göç ettirdi. İsrail devleti kurulduğunda onu ilk olarak ABD ve Sovyetler Birliği tanımıştır. Stalinist bürokrasinin emperyalizmle barış içinde bir arada yaşama politikası gereği kuruluşundan itibaren Siyonizme destek vermesi tarihin en acı ironilerindendir.

1948'de Mısır, İran, Suriye ve Lübnan ile savaşıp, emperyalizmin tedarik ettiği askeri güçle bu ülkeleri yenilgiye uğratan İsrail elindeki toprakları genişletti. 1967'de Arap ülkeleriyle bir kez daha giriştiği savaşı da kazanıp, bugün Filistinlilerin ellerindeki son topraklar olan Batı Şeria ve Gazze'yi de işgal etti.

Filistinli Araplar özellikle 1948 ve 1967 savaşlarında kitleler halinde topraklarından atıldılar. Pek çok Arap ülkesine göç eden Filistinli kitlelerin önemli bölümü Ürdün sınırları içinde yaşıyor (Ürdün sınırları içindeki nüfusun %70'i Filistinli Araplardan oluşuyor). Ayrıca Suriye, Lübnan, Suudi Arabistan'da yüz binlerce Filistinli yaşıyor. Mülteci durumundaki Filistinliler bulundukları ülkenin toplumsal yaşamına özümsenmiş değil. On yıllardır kendi ayrı mülteci kamplarında yokluk ve sefalet şartlarında hayatlarını sürdürüyorlar. Yıllardır on binlerce Filistinlinin sistemli olarak katledilmesinin yanı sıra, zorla göç ettirilen Filistinlilerin kendi topraklarından uzakta adeta ölüme mahkum edilmesi, Siyonizmin Filistin'i halksız bir vatan olarak görmesine dayanan, gerçekliğe aykırı ırkçı yaklaşımını zor yoluyla gerçeğe dönüştürme çabasından kaynaklanıyor. Ayrıca İsrail Filistin'i halksız bırakmakla kalmayıp aktif olarak bu toprakları Yahudileştirme politikası güdüyor. Yıllardır, Etiyopya'dan Hindistan'a çeşitli ülkelerden, kayıp Yahudi kabileleri olduğunu öne sürdüğü toplulukları daha iyi yaşam vaadiyle İsrail'e getiriyor. Ancak bu daha iyi yaşam vaadi de bir yalanda ibaret. Çünkü bu tür ülkelerden getirilen "Yahudiler" İsrail'de, tıpkı burada yaşayan Filistinliler gibi ikinci sınıf insan muamelesi görüyorlar. En kötü işlerde çalıştırılıyor, hastalık taşıdıkları iddiasıyla sürekli tıbbi deneylere, insanlık dışı muameleye maruz kalıyorlar.

İsrail yıkılırsa...

İsrail'in en başta Filistinlileri hedef alan, ama onlarla sınırlı da kalmayan bu ırkçı, dinci, sömürgeci politikaları, Siyonist doğasından kaynaklanıyor. Siyonizm deyince, özellikle İslamcı örgütlerde yaygın olan, kanıt göstermeksizin dünyayı Yahudilerin yönettiği türünden bir fantezi ileri sürmüş olmuyoruz. İsrail'in yukarıda özetlediğimiz ve yıllardır an ben uyguladığı, somut, açık, gözlenebilir politikalarının bütününü kast etmiş oluyoruz.

Siyonizm kuruluşundan bugününe İsrail devletinin doğasına içkin olduğu içindir ki, bu devleti yıkmak ve böylece emperyalizmin bölgeden kovulmasının yolunu açmak büyük önem taşıyor. Ancak İsrail devletini yıkmakla sadece emperyalizmin bölgeden kovulmasının değil, ülkesinden uzakta, mülteci kamplarında yaşayan milyonlarca Filistinlinin geri dönüşünün de yolu açılmış olacak.

Bugün İsrail henüz esas gayesine erişebilmiş, Filistin'in tamamına hakim olabilmiş değil. Batı Şeria ve Gazze hâlâ Filistinlilerin elinde. Peki bu iki küçük toprak parçasına ülke demek mümkün mü? Bu iki parçanın birbirleriyle irtibatı dahi yok. Batı Şeria'nın çevresi Siyonizmin utanç duvarıyla örülü. Adeta bir açık hava hapishanesi. Ancak esas hapishane Gazze. Çünkü sürekli olarak İsrail ablukası altında. Altyapısı, elektriği, suyu, benzini, her şeyi, İsrail'in canı isterse var, canı istemezse yok. İşsizlik yarıdan fazla. İşi olanların da önemli bölümü çalışmak için İsrail tarafına geçmek zorunda. Ama en ufak bir olayda İsrail her tür giriş çıkışı kapatıveriyor. İşi olan da işine gidemiyor. Üstelik ablukayı sadece İsrail uygulamıyor. Gazze'nin diğer tarafında yer alan Mısır'da Refah sınır kapısını, en son saldırıda yaptığı gibi sıklıkla kapalı tutuyor. Filistinliler kendi ülkelerinde, cehennemdeymiş gibi yaşıyor. Bu şartlara direnmek, İsrail'e karşı kendilerini savunmak hakları. Bunun için başta Hamas olmak üzere direniş güçleri ülkeye gizli yollarla da olsa silah sokuyorlar. İşte şimdi İsrail son saldırısının bir kazanımı olarak bunu da engellemek için ABD'nin de desteğiyle yeni önlemler peşinde.

Böyle ülke olmaz. O nedenle emperyalistlerin, "Hamas olmasa Filistin'de devlet kurulmasına izin verirdik" vaadi ikiyüzlü bir yalandan başka bir şey değil. İsrail yıkılmadıkça Filistin devleti kurulamaz.

Her ne kadar İsrail türünün tek örneği bir devlet olsa da Filistin sorunu özünde bir ulusal sorun. Bu sorunda Marksistler'in tutumunun Filistin halkının kendi kaderini tayin hakkını savunmaktan başka bir şey olamayacağı ortada. Peki Filistin halkı sadece Batı Şeria ve Gazze'de yaşayanlardan mı ibarettir? Hayır. Ülkelerine dönmeyi bekleyen milyonlarca Filistinli mülteci de bu halkın bir parçasıdır ve ülkelerine dönmek onların en temel hakkıdır. Ve bu hakkın hayata geçmesi İsrail devletinin yıkılmasına bağlıdır.

İsrail yıkılmazsa...

İsrail'in Gazze'ye son saldırısı Türkiye'de de birçok eylemle protesto edilirken, solda yer alan birçok örgütün, "Katil İsrail, Filistin'den defol!" sloganını attığına tanık olduk. Bu slogan ya da şiar açık bir mantık hatasını içeriyor. Çünkü İsrail devleti zaten Filistin toprakları üzerinde kurulu vaziyette. Bu nedenle İsrail'in Filistin topraklarından defolmasının, yok olmaktan başka bir biçimi elbette ki mümkün değil. Peki bu sloganı atan gruplar "İsrail yıkılsın" mı demek istiyorlar. Hayır. Öyleyse "Filistin'den defol" derken Gazze'yi, Filistin'in küçük bir parçasını kast ediyorlar. Filistin'i Gazze ve Batı Şeria'dan ibaret saymış, böylece emperyalizm ve Siyonizmin yarattığı fiili durumu kabullenmiş oluyorlar.

Bu yanlış yaklaşımın özellikle Stalinist kökenli örgütlerde görülmesi şaşırtıcı değil. Stalinist bürokrasinin İsrail'i meşru görmekle kalmayıp onu ilk tanıyan devletlerden birisi olması böylece bugün bile olumsuz sonuçlarını göstermiş oluyor.

Ancak ne yazık ki emperyalizmin iki devletli çözüm anlayışına soldan destek verenler Stalinistlerle sınırlı da değil. Siyonist İsrail'in yıkılması devrimci Marksizm'in tarihsel programının temel hedeflerinden birisi olduğu halde Britanya merkezli Ted Grant'ın başını çektiği Militant akımı, yine Britanya kökenli CWI (Committee for a Workers' International) gibi Trotskist kökenli uluslararası örgütler de, İsrail ve Filistin'de ayrı ayrı sosyalist devletler kurulmasını savunarak Siyonizme taviz vermiş oluyorlar.

Bu yaklaşım hem tamamen gerçek dışı, hem de bugün son tahlilde pratikte gericiliğe hizmet ediyor. Siyonizmin Filistinlilere bir tek Batı Şeria ve Gazze'yi bıraktığını, üstelik onları orada da rahat bırakmayıp her fırsatta katliama giriştiğini biliyoruz. Bir an için bu iki toprak parçasında iktidarın işçi sınıfına geçtiğini ve sosyalist inşaya girişildiğini düşünelim. Siyonizmin o zaman bugünkünün misliyle daha fazla hınçla saldıracağı açık değil mi? Bunun olmamasının tek koşulu İsrail'de de sosyalist bir devrimin gerçekleşmiş olması olabilirdi. Demek ki Filistinlilerin Yahudi işçi sınıfının İsrail devletini ele geçirmesini beklemekten başka yapacakları bir şey yok. Tabii o zamana kadar hayatta kalmayı başarabilirlerse. Üstelik bu bekleyiş sonsuza kadar da sürebilir. Zira başka bir halkı ezen bir halkın kendisi de özgür olamaz, özgür düşünemez. Yahudi emekçilerin iktidarı ele geçirecek bilince ulaşabilmeleri için evvela Filistinlilere yapılan zulme başkaldırmaları gerekir; ki bunun pratikteki anlamı İsrail devletinin yıkılmasından başka bir şey değildir.

Devrimci Marksistler içinde "iki devletli sosyalizm" gibi anlamsız bir fikri savunanlar, bu yaklaşımlarına gerekçe olarak, Yahudilerin Filistinli Araplara duyduğu güvensizliğe dikkat çekiyorlar. Ve İsrail'in yıkılarak tek bir Filistin devleti kurulması hedefini ütopik buluyorlar. Halbuki Yahudi emekçilerin Filistinlilere duyduğu güvensizliğin temelinde tam da Siyonizmin ideolojik zehri yatıyor. Yahudi emekçiler, her an katletmeye hazır, her türlü hurafeyi, gerici fikri ideoloji olarak benimsemiş ırkçı, dinci, sömürgeci bir devletin gölgesi altında yaşadıkça bu güvensizliğin ortadan kalkması zaten mümkün değil. İşçi sınıfının bilinci ancak mücadele ettiği sürece gelişir. Yahudi emekçileri için ise kendi Siyonist devletlerine karşı Filistinli kardeşleriyle birlikte mücadele etmek dışında bir mücadele yolu yoktur.