"Vitrin demokrasimiz" hayırlı olsun! (Ahmet Öncü - 04-03-2010)

Sayın Başbakan'a göre Türkiye'de "birinci sınıf bir demokrasinin" tecelli edebilmesi için köşe yazarları patronlarının sesi, medya patronları da hükümetin sesi olarak kamusal alanda yer almak zorundalar. Yani demokrasinin olmazsa olmaz koşullarından biri olan basın özgürlüğü ancak ve ancak hükümetin "tarafı" olan bir medyanın varlığında garanti altında alınmış olacak. Ya olmazsa? Olacak arkadaş! Demek ki, ülkemizin demokratikleşebilmesi için "demokratik" köşe yazarları ifade özgürlüklerinden hiç zaman kaybetmeden vazgeçmek durumundalar.  İyi de ifade özgürlüğüne sahip olmayan yazarların düşüncelerinden oluşan bir medyanın ya da daha geniş anlamıyla "kamusal iletişim alanının" özgürlüğünden nasıl söz edebileceğiz? İfade özgürlüğünün yasaklı olduğu siyasi bir rejimin "liberal bir demokrasi" olduğunu nasıl savunabileceğiz?

Başbakan'a göre bu soruların pratikte hiçbir anlamı yok; çünkü burada söz konusu olan şahıslar ücretlerini patronlarından alan ve bir "köşede yazı yazan" bir takım zevat. Bu şu demek: "Demokratik açılımla" vücut bulacak olan AKP'nin "birinci sınıf demokrasisinde" yurttaşların hakları parasal güçlerine orantılı olarak eşitsiz bir biçimde dağıtılacak. Yani, daha çok parası olanın daha çok hakkı olacak. Bu yapıda kamusal kaynakları denetimleri altında tutan hükümet ve "yandaşları" doğal olarak daha çok parasal güce sahip olacaklarından, en fazla hak onlara bahşedilecek. Daha sonra yandaş olsun olmasın sermaye sahipleri gelecek. Sermayedarlar arasındaki haklar hiyerarşisi de sermaye büyüklüğüne orantılı olarak belirlenip, en geniş ve kapsamlı haklar büyük holdinglere verilmek üzere aşağıya doğru azalarak herkese "hak ettiği" ölçüde tanınacak. Örneğin Başbakan'ın konuşmasında da belirttiği gibi, hükümetin ve piyasaların hoşuna gitmeyen şeyler yazanlara büyük medya patronları "maaşlarınızı biz veriyoruz," "size burada yer yok" diyerek, mülkiyetlerinden kaynaklanan haklarını hiçbir engele tabi olmadan kullanabilecekler. Buna karşın, KOBİ'ler bu tür bir hakla donatılmış olmasalar da, onlar da "esnek" bir şekilde sigortasız işçi çalıştırabilecekler, krizi bahane edip işçi çıkarabilecekler. Böylelikle demokratik açılımdan sonra "herkes vitrinine layık olanı" ortaya koymuş olacak. Ne kadar vitrin, o kadar demokrasi.  

Peki ama bu "vitrin demokrasisinde" hiçbir vitrini olmayanlar ya da herhangi bir vitrinde sergilenme şansı bulamayanlar ne yapacak? Bu tür yurttaşların hakkı, hukuku ne olacak? Ne hakkı, ne hukuku kardeşim! Herkes yerini bilecek! Bu "vitrinsizlerin" kaç parası var ki bunların hakkı, hukuku olsun? Onlar da fitre ve zekât vitrininden hak ettiklerini alıp, şükredecekler!  

27 Şubat'ta Radikal'deki yazısında Başbakan'ın bu sözlerinin "unutulmazlar" arasına geçeceğini belirten Haluk Şahin, şöyle sormuş "Bu sözlerden sonra Erdoğan'ın dünyanın herhangi bir yerinde kendisini ‘demokrat' olarak kabul ettirebilmesi mümkün mü?" Umarız, Haluk Şahin'in düşündüğü dünyanın "herhangi bir yeri" arasında  Türkiye de vardır. Yoksa bilin ki bu ülkede "demokratik açılım tamamlanmış" ve "vitrin demokrasisi" büyük bir başarıyla inşa edilmiş demektir. Herkese hayırlı olsun!