Kapitalizm Çökmüyor muymuş?! (Nail Satlıgan, Sungur Savran, E. Ahmet Tonak - 25-10-2008)

 “Kapitalizm Çöküyormuş” yazısını henüz okumamış okuyuculara doğrudan değerlendirme imkânı sağlaması bakımından bu yazıyı Berkan’dan alıntılar ve hemen akabinde bizim cevaplarımız, görüşlerimiz biçiminde kurduk.

1) “…kimse zaten piyasa ekonomisinin dönemsel krizlere mahkûm olduğunu söylediğinde Marks’a “Hayır sen yanlış düşünüyorsun” dememişti.”

Dönemsel bunalımlara mahkûmiyet kapitalizmin ideolojik açıdan meşrulaştırılmasını ciddi ölçüde zaafa uğrattığından resmî burjuva iktisadı Marx’tan hemen sonra ve bugüne kadar kapitalizmin bunalımlara mahkûm olmadığını ispat etmeye çalıştı. Bütün bir neo-klasik mikro iktisat bu çabanın ürünüdür. Piyasa, kapitalizmde ortaya çıkan geçici dengesizlikleri kısa zamanda onarıp sistemi yeniden dengeye oturtan bir mekanizmadır – budur resmî burjuva iktisadının temel tezi. Bu temel tez elbette 1929’da başlayan bunalımla ağır bir darbe yedi. Keynes iktisadı burjuva iktisadının bu yenilgisinin ürünüdür. Burjuva iktisadı Keynesci makro iktisadı kısa zamanda massetti ve bunalımlarla kapitalizm arasındaki ilişki konusundaki temel tezini şöyle tadil etti: Piyasa, devlet müdahalesinin yardımıyla, kapitalizmde ortaya çıkan geçici dengesizlikleri kısa zamanda onarıp yeniden dengeye oturtan bir mekanizmadır. Burjuva iktisadı Keynes’i massedişini kutsamak için kendini ‘büyük neo-klasik sentez’ diye adlandırarak yoluna devam etti. O arada istikrarlı bir hızlı büyüme patikasına girildiği inancıyla akademik müfredattan konjonktür (çevrim) dersleri, akademik kitaplardan ilgili bölümler çıkarıldı. O kadar ki, Paul Samuelson “National Bureau of Economic Research temel görevinden, yani çevrimleri öngörme işinden azat oldu” gibi aceleci bir yargıya varabilmişti (NBER Research Colloqium on "The Business Cycle Today", 24 September 1970). ‘70’li yıllarda başlayan yavaş büyüme ve yaygın işsizlik ortamında resmî iktisat yeniden büyük bir bocalamaya girdi. Bu arada kapitalizmin sıkıntılarına kapitalizmin kendisinin değil, devletin ekonomiye müdahalelerinin kümülatif etkilerinin yol açtığını iddia ederek neo-liberalizm saldırısının ideolojik alt yapısını inşaya girişti. 1990’ların ‘new economy’, yani çevrimsel iniş çıkışlara maruz kalmadan uzun dönemli bir hızlı büyüme rotasına girmiş kapitalizm tezleri bu yeni dönemin apolojisidir.

Bu demek değildir ki Marksistler dışında hiçbir iktisatçı bunalım öngörmedi, hatta felaket tellallığı yapmadı. Ama bunlar bu senaryoları resmî iktisadın egemen akımları içinden değil, dışından yazan, örneğin Hyman Minski gibi aykırı iktisatçılardı (Minsky’nin 1982’de yayınladığı Can "It" Happen Again? kitabı).

2) “…(K)rizlerin piyasa ekonomisi denen sistemin doğal sonucu olduğunu söyleyen ilk iktisatçı da zaten Marks olmamıştı.”

Marx, kendisinden önceki bilimsel burjuva ekonomi politiğini hem tevarüs etti hem de aştı. Marx öncesi bilimsel burjuva iktisatçılarının bunalımdan bahsetmesi kadar doğal bir şey olamaz. Ama yukarıda söylediklerimiz burada da geçerli: krizlerin kapitalizmin ayrılmaz bir yönü olduğunu söyleyenler, Marx’tan sonra olduğu gibi Marx’tan önce de ayrıksı iktisatçılardı. Topraksahiplerinin çıkarlarını savunan Malthus ile kapitalizmin yıkıma uğrattığı küçük burjuvazinin çıkarlarını dile getiren Sismondi bunlar arasında öne çıkan isimlerdir. Buna karşılık, iktisatçılar arasında ortodoksi, Jean-Baptiste Say’in ünlü “mahreçler yasası”nın hakimiyeti altındaydı. Yani üretim kendi pazarını yaratırdı, dolayısıyla dönemsel krizler mümkün değildi. Marx öncesi iktisatçıların en büyüğü Ricardo bile Say’in, önce Marx, sonra Keynes tarafından topa tutulacak yasasına olduğu gibi katılıyordu. Yani ortodoksi krizlerin mümkün olduğunu reddediyordu! 1870’li yıllara kadar iktisat biliminin (Adam Smith ile birlikte) doruğunu temsil eden Ricardo kapitalizmin sorunlarına işaret ettiğinde bile bunların kaynağını sistem içinde değil dışında buluyordu. Uzun vadeli bir sorun olarak düşündüğü kâr oranının düşüşünü Ricardo kapitalizmin kendisinden değil, doğal koşullardan – tarımda azalan üretkenlikten – türetirken Marx bunalımların ardındaki bu temel faktörü kapitalizmin ayrılmaz eğilimlerinden – artan üretkenliğin sermaye bileşimi aracılığıyla kâr oranını düşürmesinden – türetir.

3) “Bu krizleri öngörülebilir kılan ve dolayısıyla önlenebilir kılan teori, o an Nobel’i alır, götürür. Piyasa ekonomisinin krizleri öngörülebilir olmadıkları için bugün yaşanan kriz de aslında öngörülmedi. Ama krizle ilgili uyarılar yapıldı, “Bir kriz gelebilir” dendi.”

Nobel iktisat ödülü diye bir şeyin olmadığı neredeyse herkesin malumu – tam bir sahtekârlık. 1967’de verilmeye başlayan, ‘İsveç Merkez Bankasının Alfred Nobel’e saygı ödülü’’ var. Bunu asıl Nobel ödülleri (edebiyat, barış, fizik, kimya, tıp) sırasında verip Nobel halesine büründürüyorlar. Onu da krizleri öngörülebilir/önlenebilir kılanlara değil, ‘Long Term Capital Management’ örneğinde olduğu gibi bunalım eğilimlerini tetikleyen teorilerini gerçek hayatta uygulamaya kalkarken sistemi çöküşün eşiğine getirenlere veriyorlar. Berkan bir muhakemede iki mantık yanlışı birden yapıyor. Birincisi, öngörülebilir olma önlenebilir olmayı otomatik olarak beraberinde getirmez. Kapitalizmin bunalımlarını Marksizm öngörür; ama önlenmesi, bir sınıf hâkimiyetine dayanan sistemin değiştirilmesini ön gerektirdiğinden pratik siyasi eyleme bağlıdır. İkincisi, madem kapitalizmin krizleri öngörülemez, krizle ilgili uyarılar nasıl yapıldı? Berkan, krizlerin öngörülmesi ile krizlerin zamanlamasının kestirilmesini birbirine karıştırıyor. Toplumsal bilimler bir yana, tıp gibi bir müspet bilimde bile bir hastalığın ‘prognoz’unun kesin bir takvime bağlanamaması o prognozun doğruluğuna da, bilimselliğine de gölge düşürmez.

4) “Meşhur sözü siz de duydunuz herhalde: “İktisatçılar yaşanan iki durgunluktan dokuzunu başarıyla tahmin ettiler.”

 Aslında bu söz iktisatçılar için değil, Marksistler için söyleniyor. Komik bir şaka, daha da komik bir durumu gizliyor. X sayıda durgunluğu doğru tahmin edebilirken e sayıda yanlış tahmin yapan Marksistler ile hiçbirini tahmin edemeyen burjuva iktisadı arasında bir fark sözkonusu. Hangisi daha başarılı bir performans?

5) “Bunu (kapitalizmin çöktüğünü) söyleyenlerin kapitalizmden neyi kastettikleri tam olarak anlaşılmıyor ama piyasa ekonomisi, diyelim geçmişte Sovyetler Birliği’nin uyguladığı ve belki adına “Leninist ekonomi” demek gereken sistem gibi sentetik bir sistem değil ki ortadan ansızın kaybolsun.”

Kapitalizmden neyi kastettikleri anlaşılamayanlar Marksistler değil, olsa olsa bu son bunalım vesilesiyle ‘k’ ile başlayan iki kelimeyi (kapitalizm ve kriz) yeni keşfeden anti-Marksistlerdir. Marksistler fırsat buldukları her yerde kapitalizmin üretim araçlarında bir azınlığın özel mülkiyetine ve bunun beraberinde getirdiği emek-sermaye karşıtlığına dayanan bir sosyoekonomik düzen olduğunu söylüyorlar. Oysa Berkan bakın, bize kapitalizmi nasıl tarif ediyor:

“Ortada bir pazar yeri (sic) durduğu, satıcı ile alıcılar burada belli bir fiyatta anlaşıp değiş tokuş (sic) yaptığı sürece piyasa ekonomisi de olacak, kâr hırsı da, risk iştahı da…”

Bugünün tekelleşmiş (oligopolleşmiş) kapitalizmini bir köy panayırı merceğinden gören Berkan bir de kapitalizmi eleştirenlerden “Bu insanlar, gerçekte 1940 öncesinde yaşıyorlar!” diye bahsedebiliyor. Bugünün kapitalist piyasalarında alıcılar ile satıcıların fiyat pazarlığı ve “değiş tokuş” yaptığı izlenimini veren ya da bunu zanneden Berkan 1940 da değil, 1840 öncesinde yaşıyor, bir. İkincisi, ekmeğin ve sütün nasıl alındığını bile bilmiyor. Sovyetler Birliği’nde (SB) uygulanıp da çöken sisteme çeşit çeşit adlar verilebilir. Verilmesi caiz olmayan bir ad varsa o da ‘Leninist ekonomi’dir. SB’de bürokratik planlamaya geçildiğinde (1928) Lenin öleli (1923) yıllar olmuş ve o bürokratik sistem, Lenin’in kuruluşuna öncülük ettiği sistemin bürokratik bir yozlaşmaya uğradığı, dolayısıyla demokratik ve etkili bir planlama işlevini yerine getirme kabiliyetini yitirdiği koşullarda kurulmuştu. “Sentetik” ne demek? Berkan bütün sistemlerin insan yapısı olduğunu, büyük insan grupları (sınıflar ve tabakalar) arasındaki mücadelelerin sonucu olarak kurulup yıkıldığını görmezlikten geliyor. Berkan sentetik Leninist ekonominin karşısına çıkardığı “doğal” sistemi şöyle tarif ediyor: “Piyasa ekonomisi, insan doğasıyla ilgili, kökenini insan doğasında ve hırslarında, hayatta kalma içgüdüsünde bulan bir ‘doğal’ sistem.” Berkan’ın piyasa ekonomisi dediği kapitalizm bu hâliyle insanlığa değil, ‘hayvanlar âlemi’ne yaraşır. Marx bu yüzdendir ki kapitalizmi ‘insanlığın tarih öncesi’nin son aşaması olarak nitelemişti. Berkan’ın yaklaşımı insanlığa hakaret, ona bir bühtandır.

6) “Türev ürünlerin ne demek olduğunu, kaydi paranın fonksiyonunu, … nasıl yeni ufuklar yarattığını görmüyorlar. Bu insanlar, gerçekte 1940 öncesinde yaşıyorlar!”

Türev ürünlerin yarattığı ‘yeni ufuklar’a Berkan bunalımların sıklaşması ve derinleşmesinden başka bir örnek gösterebilir mi acaba? Öte yandan Marx Kapital'in üçüncü cildinde, yani 19. yüzyılın ortasında ‘fiktif (hayalî) sermaye’ kavramını ortaya atarak ve bunun ‘reel (gerçek) sermaye’ ile ilişkisini araştırarak bugünkü ‘türev ürünler’in anlaşılmasına giden yolu açmıştı. Anti-Marksistler ise türev ürünlerin ne olduğunu anlayıp anlatmak şöyle dursun, bunları teşhis etmekten bile âcizler. Ne diyorlar? “Toksik varlıkların (türevlerin yeni adı!) nerelerde saklı olduğunu kimse bilmiyor.”

7) “Günlerdir etrafımda bu işlerden anlayan insanlara soruyorum: Türev ürünlerin olmadığı bir dünya hayal edebiliyor musunuz? Hayır edemiyorlar.”

Berkan’a ‘etrafındakileri’ iyi seçmesi tavsiye olunur. Üzüm üzüme baka baka kararırmış. Bu insanlar birbirinin hayal gücünü köreltiyorlar. (Kapitalizmin tarihinin en hızlı ve uzun büyüme dönemini yaşadığı yıllarda bugünkü türev ürünlerin büyük çoğunluğunun esamisi okunmuyordu.)

8) “…daha bu ürünlerin ne olduğunu, nasıl bir işlev gördüğünü bilmeyen insanlar bizde gazetelerde kriz hakkında yazı yazıyor … Ne hazin!”

Berkan gazetesinde kriz hakkında yazı yazıp krizi sözüm ona açıklamaya kalktığında, Paul Krugman’ın blogundan verdiği örnekte finansal kurumun aktifine pasif, pasifine aktif diyor. Ne hazin! Berkan etrafındakileri daha iyi seçmeli, toplumsal disiplinlerin en elemanter bilgileri hakkındaki kavrayışını artırmalı, sonra da Marksizme ve Marksistlere, bugünkü bilinç ve kavrayış düzeyinin gerekli kıldığı tevazuyla yaklaşmalı. Ancak o zaman belki kapitalizmi, piyasa ekonomisini ve bunların yarattığı çarpık oluşumları bir nebze olsun anlayıp anlatabilir.

Bitirirken şunu da belirtelim. Elbette finansal çöküş, hatta derin bir depresyon durumu, kapitalizmin otomatik çöküşü anlamına gelmez. Bu, işçi sınıfı, emekçiler ve ezilenlerin büyük sınıf mücadelelerini gerektirir. Burada tartışılan, başka bir şey: Kriz bir kaza ya da bazı hırslı insanların yanlış kararlarının sonucu mu yoksa kapitalizmin en köklü, en asli çelişkilerinin bir ürünü mü? Berkan ve benzerleri, kapitalizmin itibarının yerlerde süründüğü bir anda kendilerini onun savunucusu olarak tayin ediyorlar. Telaş içindeler.

İşte bu tartışmanın özü bu!