Gül'ün doğu seferi başladı (Şiar Rişvanoğlu - 16-10-2007)

Gül’ün 11-14 Eylül 2007 tarihleri arasında ilk gezisini Kürt illerine yapması son derece anlamlı. Zira bu gezi, cumhurbaşkanlığı seçim sürecinin başından beri yaşanan AKP-TSK gerginliğinde, AKP açısından “savaş politikası”nda ısrar noktasında uzlaşmanın ilk ve en açık ifadesi. (Gül, son derece manidar bir şekilde ilk Türkiye dışı seferini de TSK’nın yine en gerilimli noktalarından biri olan Kıbrıs’a yapmıştır.) Aslında Gül’ün bu geziyi daha çok ordunun “başkomutanı” sıfatıyla yaptığını söylemek daha doğrudur. Nitekim 4 gün süren ve Van, Hakkâri, Şırnak, Siirt, Diyarbakır’ı kapsayan gezisinde daha çok askeri yetkililer ile görüşmüş, hâlihazırda İran ordusu ile işbirliği içinde Güney Kürdistan’ı bombalayan “cephe” garnizonlarını ve birlikleri denetlemiştir. Bu gezi aynı zamanda Genelkurmay Başkanı Büyükanıt’ın Eğirdir Dağ Komando Okulu’nda 26 Haziran’da yaptığı “Bölücü terörle mücadelenin askeri boyutu var. Bunun yanı sıra kültürel, ekonomik, sosyal ve hatta psikolojik boyutları var. Kolektif bir mücadele gerekiyor. Devletin bütün kurumlarının buna tam katılımını bekliyoruz” çağrısına cumhurbaşkanlığı makamı cephesinden bir icabet anlamına gelmektedir.

Burjuva medyası ise Büyükanıt’ın çağrısına “psikolojik boyut”ta bir katkı yaparak, aynı günlerde Ankara’da ortaya çıkan bomba yüklü bir minibüse ilişkin haberlere “PKK’nın İşi” başlığını atarak görevini yapmıştır. Çok kısa bir süre sonra, Chomski’nin ünlü “düşmana yöneltilen suçlamanın kanıtlanması gerekmez” tezini bir kez daha doğrularcasına patlayıcıların Makine Kimya Enstitüsü kökenli olduğu ortaya çıkmıştır, ama ne gam!

Gül “sefer” boyunca, Kürt halkının daha önce benzerlerini Özal’dan, Demirel’den, Ecevit’ten duymaya çok alıştığı “Farklılıklarımız zenginliklerimiz, farklılıklarımıza saygı duymak gerekiyor. Bunlar, mozaiğimizi oluşturuyor. Sorunları iyi niyetle çözebiliriz.” “Kan, gözyaşı kimin olursa yazıktır. Birbirimize sahip çıkmalıyız” gibi sözler söyledi. Ancak ne somut bir plan (Faşist ikili Ozan Arif/İsmail Türüt’ün “Plan Yapmayın Plan” sözünü yerine getirerek!) ya da proje telaffuz etmiş, ne de kendisine kısmen dile getirilmiş olan sorunlara ilişkin bir yanıt vermiştir. Gül özellikle DTP’li belediye başkanlarını, bununla birlikte İHD ve KESK temsilcilerini de muhatap almayarak dikkat ve tepki çekmiştir.

Bütün bunlar olurken, bölgede operasyonlar bütün hızıyla devam ediyor, Kürt basınının yılmayan sesi Gündem gazetesine bilmem kaçıncı kez kapatma cezası veriliyor, DTP’li milletvekillerinin yasaya ve hukuka açıkça aykırı olacak şekilde yargılanmalarına devam ediliyor, DTP yöneticileri her yerde gözaltına alınıyor, tutuklanıyor, Van Özalp’te ve Tunceli Ovacık’ta iki köylü “yanlışlıkla” öldürülüyor, Şırnak ve Batman’da öldürülen gerillaların cenazeleri ailelerine verilmediği gibi morg yerine cezaevlerine götürülüyor, Van’da taziye çadırları AKP’li belediyece ailelerin elinden alınıyor, Diyarbakır 7. Kolordu Komutanlığı’nın bahçesinde yeni bir toplu mezar ortaya çıkarılıyordu. Yani “Doğu cephesinde yeni bir şey yok”. Batı Cephesi’nde ise; bir yandan AKP’nin hazırlamakta olduğu solcuları da tuzağa düşüren “sivil anayasa”da doğrudan Kürtleri hedef alan “yerleşim ve seyahat özgürlüğü”nü kısıtlayan düzenlemeler üzerine çalışılıyor, öte yandan Başbakan Erdoğan, seçimler öncesi kavgalı olduğu MHP Lideri Bahçeli ve BBP Genel Başkanı Yazıcıoğlu ile Söğüt'te kol kola yürüyerek faşizmle sıcak diyalog ve “barış” (yani Kürt halkı ve diğerleri için savaş) mesajları veriyordu.

Gül’e hak etmediği misyonlar biçen, “yeni dönem”, “demokrasi” efsaneleri ile işçi sınıfına ve Kürt kitlelerine yanlış yön gösterenler korosuna soldan katılan Baskın Oran’a, Ufuk Uras’a ve DTP’li vekillere Gül’ün “sefer”e ilişkin şu sözleri en azından Kürt Sorunu bağlamında belki bir çağrışım yapar: “En sınırdaki karakola kadar gittik. Askerimizle birbirimize sarıldık. Gurur duyduk.”