Bu düzende bizi bekleyen işsizlik, geleceksizlik ve sömürüdür (30-09-2007)

Şimdilerde ise ÖSS'nin değiştirileceği, hatta kaldırılacağı söyleniyor. OKS ise bu yıl değişti. Çocukların geleceğinin tek bir sınava bağlı olmasına gönlü razı olmayan devletimiz, 6. 7. ve 8. sınıfların her birinin sonuna sınav koydu. Bu demektir ki, öğrenciler sadece 8. sınıfta değil her yıl dershaneye gönderilecekler. Yani eskiden dökülen paranın şimdi 3 misli dökülecek. ÖSS'de de bu tip bir değişiklik söz konusu. Lise 2 ve lise 4. sınıfların sonlarında sınav yapılacağı söyleniyor. Böylece artık toplamda 2 sene değil 7 sene dershaneye gidilecek. Ancak bu yenilik üniversiteye girmek isteyenlerin sadece dörtte birinin üniversiteye yerleşebileceği sorununu yine çözmeyecek. Yeni sınav sistemimiz tüm dershane piyasasına armağan olsun.

Kâbus bitmiyor!

Şanslı azınlığın içinde olup bir üniversiteye yerleştiyseniz rahat bir nefes alıyorsunuz. Sınav stresi bitti, hayatımı garantiye aldım diye düşünüyorsunuz. Ancak kayıt günü gelip çattığında kendinizi bir kâbusun içinde bulmaya başlıyorsunuz. Öncelikle en az 250–300 milyon harç yatırılıp kayıt yapılıyor. Ardından barınma problemi ortaya çıkıyor. Devlet yurtları yetersiz. Devlet yurtlarına yerleşemediyseniz varsa okulun yurtlarına başvuruyorsunuz. Ancak ne yazık ki onlar da yetersiz. Buraya da yerleşemediyseniz ve ayda en az 300 YTL özel yurtlara da veremeyecekseniz bir akrabanızın veya tanıdığınızın yanına yerleşiyorsunuz. O da yoksa Allah kerim... Başınızı sokacak bir yer bulduktan sonra bir de ulaşım parası ayırmak zorundasınız. Eğitimin parasız olduğunu söyleyen devlet harç alır, barınma, ulaşım, kitap, yemek vs. giderlerine hiç karışmaz. En fazla her ay okumanıza asla yetmeyecek bir miktar borç verir, onu da mezun olduktan sonra tefeci faiziyle geri alır.

Okul açılıp dersler başladığında, şimdiye kadar bilim yuvası olarak düşündüğünüz üniversitenin hiç de öyle olmadığını anlıyorsunuz. Müfredatın ne kadar gerici olduğunu, ilköğretim ve lisedeki ideolojik bombardımanın burada da devam ettiğini, dersleri birer birer verirken aslında pek de bir şey öğrenmediğinizi görüyorsunuz.

Üniversiteye gelince demokrasinin, hoşgörünün daha fazla olacağını, özgürlüğünüzü yaşayacağınızı umarsınız ancak gerçek pek de öyle değildir. İçkinin, uyuşturucunun, bıçaklamaların hatta tecavüzün kol gezdiği şenliklere alternatif bir şenlik yaptınız diye hakkınızda soruşturma açılır. Kürt olduğunuzu ve anadilde eğitim istediğinizi söyleyince hocanın hakaretlerine maruz kalırsınız. Satırlı güruhların saldırısına uğrayabilir şanslıysanız kafanızda birkaç sandalye kırılması ile de kurtulabilirsiniz veya yemekhane fiyatlarının inmesi için boykot yaparken kendinizi okuldan atılmış bulabilirsiniz. Öğretim elemanları arasındaki hiyerarşinin profesörleri ve dekanları nasıl okulun ağaları, asistanları ise onların sandalyelerini, çantalarını taşıyan, ağızlarından çıkan her sözü emir kabul eden köleler haline getirdiğini görebilirsiniz.

ve YÖK…

Tüm bunların en büyük mimarı ise hâlâ anayasasının geçerli olduğu 12 Eylül cuntasıdır. 6 Kasım 1981'de hayata geçen YÖK, ilk olarak üniversitelerin özerkliğini kaldırarak tüm yükseköğretim kurumlarını YÖK çatısı altına topladı. O zamana kadar üniversite elemanları yönetimde az da olsa söz sahibiyken, yönetim sınırsız yetkilerle rektöre devredildi. Darbenin ardından zaten 1402'likler olarak bilinen sol görüşlü öğretim elemanları okullardan atılmıştı. Bu tasfiye süreci YÖK ile birlikte devam etti. Kadrolar hiyerarşik olarak tekrar yapılandırıldı, ast-üst ilişkisi yerleştirildi. Eğitim bilimden daha uzak, ezberci bir hale getirildi. Demokratik taleplere, öğrenci hareketlerine tahammülü olmayan rektörler, okula polisin, jandarmanın girmesini sağlayarak öğrencileri korkuttu, sindirdi. Neo-liberal uygulamaların yerleştiği, piyasaya dönüştürülen üniversitelerde kantinler, ulaşım, yurtlar özelleştirilirken, okulların içine kurulan teknokentler sayesinde şirketler vergilerden muaf tutuldu. Üniversite sanayi işbirliği adı altında birçok öğrenci ve öğretim elemanı teknokentlerde ucuza çalışmaktadır ve bilimsel araştırmalar yalnızca piyasanın çıkarlarına hizmet eder hale gelmiştir. AKP, YÖK’ü de değiştireceğini söylüyor. Ancak yerine getireceği şeyin bundan pek de farklı olmayacağını görmek hiç de zor değil. Ne eğitimi daha iyiye götürecek, ne hiyerarşik yapıyı ne de anti-demokratik ve neo-liberal uygulamaları ortadan kaldıracaklar.

Gençlik sömürü girdabının içinde!

Meslek lisesi mezunları üretime yönelik olmayan dersleri ya hiç görmedikleri ya da öylesine gördükleri için üniversiteye çoğunlukla yerleşemezler, bu da eğitimdeki eşitsizliğin en büyük göstergelerindendir. Kuruluş amacı gençlerin mesleki becerilerini geliştirerek nitelikli bir işgücü yaratmak olan meslek liselerinin asıl önemli işlevi ise bu nitelikli işgücünü sınırsız bir sömürüye açmaktır. Meslek liselerinde sömürü üretimin bire bir içinde yer alınması şeklinde görülür. Atölye dersleri ve 3 gün işe 2 gün okula gidilmesi ile yapılan zorunlu staj bunun en tipik örneğidir. Staj yapmakta olan öğrenci asgari ücretin üçte biri kadar maaş alır, sendika hakkı yoktur ve çoğunlukla sigortasız çalışır. Ayrıca stajyer öğrenci, daha doğrusu işçi, greve katılamaz hatta olası bir grevde grev kırıcı olarak çalışmaya zorlanır. Bunun dışında patronun not verme yetkisi nedeniyle her koşulda patronun dayatmalarına ve hakaretlerine bazen de düpedüz şiddetine ses çıkaramaz. Meslek liselerinde gençler diğer eğitim kurumlarındakinden farklı olarak özellikle ‘üretimde itaat’ ilkesine göre yetiştirilir, zihinleri elde edilmeye çalışılır.

Sömürüye maruz kalan gençler yalnızca meslek liseliler değildir. Birçok genç daha çocuk denecek yaşta para kazanıp ailesine katkıda bulunma zorunluluğu yüzünden çalışmak zorunda kalır. Bazılarımız ise bu nedenle eğitim hakkımızdan “gönüllü” olarak feragat etmişizdir. Daha şanslı olanlarımız ise okumak için bir yandan da çalışmak zorunda kalır. Diğer bir kesimimiz ise üniversite hayatını sağlıklı bir şekilde sürdürüp işsizlikten bir parça yakayı sıyırabilmek için ya gönüllü olarak hocalarla çalışır ya da şirketlerin finanse ettiği projelerde emek gücünü kullanıma açar. Azımsanamayacak bir bölümümüz de işsizlik, uyuşturucu, çeteleşme girdabında boğulur, paralanır gider…

Son söz henüz söylenmedi..!

Bu tabloya bakıp karamsarlığa mı düşmeli peki? Biz buna hayır diyoruz. Geleceksizlik, uyuşturucu, çeteleşme, sömürü kaderimiz olmak zorunda değil. Gençliğin bir bölümü kimi örgütler ve talepler aracılığıyla hali hazırda bir mücadele yürütüyor. Büyük gençlik kitleleri ise henüz başını kaldırmış değil. Sınıf bilincini kuşanmış gençler olarak bize düşen, sistemin kirli yanlarını teşhir edip uygun talepler ve mücadele eksenleri belirleyerek her gün daha fazla insanı sınıfsız, sömürüsüz bir dünya ve ona uygun bir eğitim-öğretim sistemi için mücadeleye davet etmek. Bundan sonraki sayılarımızda sorunlarımız kadar mücadele ve çözüm önerilerimiz üzerinde de durmaya çalışacağız. Kavgamız sürüyor son sözümüzü henüz söylemedik..!