Bir ara bilanço: Kürt halkı Barzanici olmaya direniyor (05-01-2010)

İşçi Mücadelesi, ilk günden itibaren, "açılım"ın tarihsel ve siyasal koşullarının soğukkanlı biçimde irdelenmesi temelinde, "açılım"ın Kürt sorununu değil Kürt hareketini çözmeyi amaçladığını belirlemiştir. (Bkz. bu sitedeki "Çözüm: Ortadoğu Federasyonu" yazısı, http://www.iscimucadelesi.net/index.php?option=com_content&task=view&id=616&Itemid=1.) Bugün daha belirgin biçimde ekleyelim: Devletin açılımı "Musul-Kerkük açılımı" olarak nitelenmelidir. Esas amaç, Irak'ın Kuzeyindeki Kürdistan Bölgesel Yönetimi'ni Türkiye'nin himayesine almaktır. Bunun bir türevi olarak Türkiye'deki Kürt mücadelesinin durdurulması gerekmektedir. Bu durdurmanın askeri yöntemlerle yapılması mümkün olsa yapılacaktır, ama özellikle 5 Kasım 2007 Beyaz Saray görüşmesi sonrasında yapılan operasyonların başarısızlığı, bunun hiç olmazsa kısa vadede mümkün olmadığını gösteriyor. Türkiye içinde "açılım" olarak anılan yaklaşım, Türkiye'nin Kürt hareketini çözerek yerine AKP'nin Kürtleri kazanmasını, bağımsız hareketin ise Barzanici hale gelmesini hedefliyor. Son dönemdeki bütün kafa karıştırıcı gelişmeler (Öcalan'ın hücresi dolayısıyla kitle gösterileri, DTP'nin sine-i millet kararı ve bunun daha sonra kaldırılması, Tokat Reşadiye baskını, DTP'nin kapatılması, en son KCK operasyonları), "açılım"ın bu karakterinin yarattığı çelişkilerin ürünüdür. Kürt halkı Barzanici olmaya karşı direniyor.

Her şeyin berrak olması için açıkça belirtelim: Son bir buçuk ayın gelişmeleri, devlet ile Kürt hareketi arasında bir satranç tahtasındaki hamlelerdir. Kürt hareketi devlete Öcalan'sız ve PKK'siz bir çözüm olmayacağını açıkça ilân etmekte, devlet de bu inat karşısında Kürt hareketini köşeye sıkıştırmaya çalışmaktadır. Yaşanan bütün olaylar, bu ışık altında bütünsel bir mantığa kavuşmaktadır.

Olayları teker teker ele alalım.

·      Habur girişi sonrasında Öcalan,  PKK'yi dağdan kendisinin indirebileceğinin görülmüş olduğunu, ama bunun için kendisinin "önünün açılması" gerektiğini açıkladı. Bugünkü krizin başlangıç noktası budur.

·      Öcalan'ın yeni hücresi dolayısıyla Kasım sonlarına doğru başlayan ve Kürt gençlerinin yoğun katılım gösterdiği kitle eylemlerinin esas meramı, Kürt halkının Öcalan'ı sahiplendiğinin ortaya konulmasıydı. Yani cezaevi koşulları üzerine gibi görünen mücadele, aslında Öcalan'ın açılımdaki rolü üzerine bir mücadele idi. Bu konuda DTP de tavrını kesin biçimde ortaya koydu.

·      Devlet/hükümet kanadı, buna karşı Anayasa Mahkemesi kozunu oynadı. Anayasa Mahkemesi'nde iki yıldır uykuya yatırılmış olan DTP'nin kapatılması davası, bu yüzden satranç tahtasında öne sürüldü. Böylece, DTP'ye, "açılım" sürecinde PKK'nin tasfiyesine onay vermediği takdirde, siyasi alanda yeri olamayacağı bildiriliyordu. Anayasa Mahkemesi kararı, bazılarının sunmaya çalıştığı gibi, iyi niyetli AKP'nin çomağına TSK-Anayasa Mahkemesi ittifakının soktuğu bir çomak gibi yorumlanamaz. Başbakan Yardımcısı gibi önemli bir sıfatı olan Cemil Çiçek, karardan bir gün önce Anayasa Mahkemesi'ne kapatma çağrısı yapmıştır.

·      DTP'nin sine-i millet kararı, Kürt halkının desteklediği çeşitli örgütlerin birbirlerine karşı oynanamayacağını ilân eden bir karar oldu.

·      Tokat Reşadiye baskınıyla PKK veya bir kanadı, devletin DTP hamlesine askeri alanda cevap verdi. Kürt illerinin dışında, MHP'nin kalesi olan bir ilde yapılan bir eylemle, askeri alanda durumun ne olduğunu ortaya koymayı hedefledi. Üstelik bunu Anayasa Mahkemesi kararından bir gün önce yaparak DTP'nin kapatılması konusunda meydan okumuş oldu. Çünkü sine-i millet kararıyla birlikte ele alındığında, bu, devletin karşısında tek muhatap olarak PKK'yi bırakacaktı. İşçi Mücadelesi, kapatma kararı sonrasında bu nesnel durumu derhal saptadı. (Bkz. Bu sitedeki "Kapatım" yazısı, http://www.iscimucadelesi.net/index.php?option=com_content&task=view&id=733&Itemid=1.)

·   DTP'nin kapatılması ile birlikte, sine-i millet kararının derhal uygulamaya sokulmaması, DTP içinde her şeye rağmen Barzanici bir eğilimin zayıf olmadığını gösteriyordu. "Fiili çekilme" olarak anılan yaklaşım, bir yarı yol çözümü idi. Bu yarı yoldan hangi yola geçileceği, Kürt hareketinin ve toplumunun içindeki mücadele ile belirlenecekti. Yani karar ertelenmişti.

·    Kürt burjuvazisi, çeşitli işadamları örgütleri ve ticaret ve sanayi odaları aracılığıyla sine-i millet kararına cepheden karşı çıktı. Böylece, görünürde "barış"ı ve siyasi yöntemleri savunurken, pratikte, gerektiğinde Öcalan ve PKK'ye sırt çevirebileceğini devlete ilân etmiş oldu.

·      Ama yeni koşullarda ciddi bir güç olarak beliren Demokratik Toplum Kongresi, Kürt burjuvazisine kulak vermedi ve sine-i millet kararı kesinleşti. Son KCK operasyonlarında Demokratik Toplum Kongresi'nin sözcüsü Hatip Dicle'nin tutuklanması, bu kararın cezalandırılmasıdır.

·      Bu arada, Dolapdere, Muş Bulanık ve başka yerlerdeki olaylar, savaşın daha sert bir aşamaya girmesi ihtimalini ortaya koydu. "Açılım" kendi iç çelişkilerinin cehennemi mantığıyla şiddetin daha da yayılmasına ve bir etnik iç savaşa ebelik yapıyordu.

·      Dengeyi değiştiren, Öcalan'ın beklenmeyen taktik dönüşü oldu. Öcalan, belki sokak eylemleri ve Reşadiye baskını ile gerekli mesajın yeterince verildiğini hesaplayarak bu aşamada daha ileri gitmenin gereksiz olduğu düşüncesiyle, belki bir etnik iç savaştan kaçınmak amacıyla, belki Kürt burjuvazisinden kopmama hesabı içinde, belki başka nedenlerle, aniden yeni bir hamle ile Kürt milletvekillerinin Meclis'e dönüşünün önünü açtı.

·      Ahmet Türk'ün, Meclis'e dönüş kararını açıklarken, sanki çeşitli faktörler arasında biri imiş gibi Öcalan'ın tavrına da değinmesi, Kürt hareketinin eski pozisyonda ısrar ettiğini açıkça ortaya koymuştur. Yani İmralısı, Kandili, Diyarbakırı ve BDP'si ile Kürt hareketi, Öcalan'ın ve PKK'nin dışlandığı, Barzanici bir açılıma yanaşmıyor. BDP'nin daha kurulurkan attığı bu adım, burjuvazinin saflarında büyük bir huzursuzluk yaratmıştır. DTP'yi "terör odağı" haline gelmekle suçlayanlar, DTP milletvekillerinin Meclis'e dönmesi dileklerini dile getirirken gülünç oluyorlar. Ama şimdi DTP'nin yerini alan BDP bu konularda DTP'den de daha açık sözlü ve cesur davranıyor. Hem de (artık dokunulmazlığı da olmayan) "güvercin" Ahmet Türk'ün ağzından bir açıklama ile. Devletin Anayasa Mahkemesi aracılığıyla yaptığı satranç hamlesi ters tepmiş ve Kürtlerin saflarını sıklaştırmasına yol açmıştır.

·      Son KCK operasyonu, Öcalan'ın meşrulaştırılması girişimine karşı devletin yeni hamlesidir. Bu operasyon daha öncekilerden "gösteri etkisi" ile ayrılıyor. Devlet, halkın oylarıyla seçilmiş belediye başkanlarını ve halk arasında yüksek prestije sahip şahsiyetleri (örneğin Hatip Dicle) kelepçeleyerek ve bir toplama kampı önündeymişçesine fotoğraflayarak Kürt halkına ben senin önderlerine suçlu muamelesi yaptım demiş oluyor.

Bu tablonun sonuçlarını açık seçik biçimde ortaya koymak gerekir:

1) Kürt halkı, "Musul-Kerkük açılımı"nı ve Barzanicileşmeyi reddetmektedir.

2) Kürt hareketinde "açılım" konusunda başlangıçta doğan yanılsama dağılmıştır. "Açılım"ın İşçi Mücadelesi'nin ilk günden saptadığı karakteri, Kürt hareketinde kavranmakta, Kürt kitlelerinin zihninde yerleşmeye başlamaktadır.

3) Sosyalist solun "açılım"a Türk milliyetçiliği dolayısıyla karşı çıkan kanatlarından iki halkın eşitliğine ve kardeşliğine zaten bir hayır gelmez. Ama sosyalist solun, "açılım"a büyük yanılgılarla olmadık olumluluklar atfeden kanatları da Kürt hareketine akıllı dostlar olamamıştır.

4) Özellikle Reşadiye saldırısı ve DTP'nin kapatılması, liberallerin (ör. Taraf gazetesinin) esas amacının da Kürt sorununun değil Kürt hareketinin çözülmesi olduğunu çıplak biçimde ortaya koymuştur. İşçi Mücadelesi, baskıcı devlete bir yandan karşı görünürken bir yandan böylece yardım edenleri daha ayrıntılı olarak teşhir edecektir. Ama Kürt hareketinin de dost ile düşmanı ayırdetmesini artık öğrenmesinin zamanı gelmiştir, hatta geçiyor. Kürt hareketinin yanılgılarını körükleyen sol liberaller, Taraf gazetesinin Reşadiye sonrası tavrı karşısında büyük hayal kırıklığı içinde veryansın ettikten sonra, şimdi liberallere yine yaklaşıyorlar.

5) Daha genel olarak, Kürt hareketi son yıllardaki yönelişini ve ittifaklar politikasını ciddi ve özeleştirel bir temelde gözden geçirmedikçe, gelecekte aynı hataları tekrarlama tehlikesiyle karşı karşıyadır.