Metal Fabrikalarından Haberler

Mücadele etmekten vazgeçmemeliyiz

Geçen hafta fabrikada Türk Metal'in Renault şubesi yönetimini belirlemek için delege seçimleri yapıldı. Adaylara bakacak olursak 2015 eyleminde sözcülerden biri olan ve bizi yarı yolda bırakıp Türk Metal'le işbirliği yapıp bizi satan, fabrika yönetiminin desteklediği Ercan Kantar, diğer tarafta ise uzun yıllar yönetim ve MESS'le işbirliği yapıp hakkımızı yiyen eski koltuk sevdalıları. Bir diğeri ise Türk Metal'i değiştireceğim iddiasıyla aday olan ve en çok delege oyu alan Nizamettin Bilik. Hepsinin ortak noktaları rant ve koltuk peşinde olmaları, hiçbiri işçiyi düşünmez tek düşündükleri şey Türk Metal'den paylarına düşecek ranttır. Onlarca işçi arkadaşımız işten atılmış geçen iki sene boyunca baskılar, tehditler hak getire işçinin en temel hakkı olan sendika seçme hakkımız gasp edilmiş bir de utanmadan çıkıp karşımıza demokrasi şöleni deyip oy kullanmaya çağırmaları tamamen aldatmacadır. Türk Metal'i değiştirme düşüncesi de boştur. Asıl demokrasiyi biz işçiler getirebiliriz koltuk peşinde koşanlar değil!

Bursa Oyak-Renault'dan bir işçi

Her koşulda mücadeleye devam

Tofaş'ta her cuma 5-10 kişi performans düşüklüğü nedeniyle işten çıkartılıyor. Türk Metal bütün gücünü yasal olan veya olmayan bütün yollarla, iki yıl önce başlayan bugün de etkileri devam eden mücadeleyi tamamen sönümlendirmek için kullanıyor. Bu fabrikaya emek etmiş, her şeyini vermiş insanları işten attırmak için ellerinden geleni yapıyorlar. Beş bin işçi daha alındı fabrikaya. Ne için? Elbette ki greve öncülük etmiş ya da katılmış işçileri fabrikadan temizlemek için. MESS'e ve Tofaş yönetimine bu denli çanak tutan Türk Metal'in sözleşme zamanı da işçinin lehine bir tutum izlemeyeceği aşikâr. En büyük göstergesi şimdiden alttan alttan olumsuz şeylerin söylenmeye başlaması. “Üretim düştü”, “cumartesileri Egea yeni model çalışma yapmıyor.”, “siparişler azaldı” gibi cümleler kuruyorlar. Bunlara ek olarak her yıl olağan konuşmaları da yapmayı unutmuyorlar; “Üçlü vardiyadan, ikili vardiyaya dönülecek”, “en az üç bin işçi çıkartılacak.” Bu durum sözleşme zamanı bir beklentisi olan işçilerin kafasının karışmasına neden oluyor ve tepkilerini ortaya koymalarını engelliyor. Üstelik henüz taslağı açıklamış bile değiller. İşçi alımları da durduruldu.

Fabrika da herkesin dilinde referandum var. Referandumdan sonra her şey değişebilir. Ancak değişmeyecek iki şey var biri Türk Metal'in geçmiş sözleşmelerde olduğu gibi bu sözleşmede de işçileri satacağı, ikincisi ise ne kadar karşılarında güç kalmadığını düşünseler de her ne koşulda ne şekilde olursa olsun mücadelenin bir yerden yeniden yükseleceği.

Bursa Tofaş'tan bir metal işçisi

Yılmak yok mücadeleye devam!

Uyuyan bir devi uyandırdı işçi sınıfı. Hepimize umut oldu Renault ve Tofaş işçileri. Tüm işçi sınıfının kaderini değiştirecek bir adım attılar, bir ateş yaktılar. İnanıyorum ki; bu ateş ne patronların ne de Türk Metal'in kirli oyunlarıyla sönecek. Sönmüş gibi gözükse de içten içe yanan kor gün gelecek yeniden mücadele ateşini büyütecek. İşçi sınıfı olarak bizler de bu ateşin etrafında toplanmalı, bir odun da biz atıp harlamalıyız.

Türk Metal'in patron yanlısı tutumu ve bugüne dek haklarımızı savunmadıkları ortada. Bu süreçlerde çeşitli ayak oyunlarıyla, tehditlerle yetkiyi ellerinde tuttukları da. Önümüz sözleşme zamanı. Yetki hangi sendikada olursa olsun asıl gücün kendimizde olduğunu bilerek, daha da güçlenerek, örgütlenerek bu süreci sınıfımız adına büyük kazanımlarla sonuçlandırmalıyız. Biz Birleşik Metal'le daha iyi bir sözleşme için yüklenmeliyiz. Diğer fabrikalardaki arkadaşlarımız da Türk Metal'in yürüteceği süreci yakından izleyip gerektiğinde tepkilerini ortaya koymalı. Böyle bir mücadele birbirine güç verecektir. Umutsuzluğa düşmek, mücadeleden geri durmak yok. Bizler yarınlarımız için, haklarımız için her daim mücadele bayrağını yükseltmeliyiz. Yılmak yok, mücadeleye devam!

Bursa Prysmian'dan bir metal işçisi

Uzun mesai zulmü

Merhaba kardeşler. Ben bir tekstil işçisi olarak aslında hepimizin sıkıntısı olan uzun çalışma saatleri ve mesailerden söz etmek istiyorum. EMK Tekstil'de ne zaman başladığını hatırlamadığımız mesai süreçlerine girdik. Uzun süredir, mesaiye kalıyoruz. Zaten çalışma saatlerimizin uzun olması bizleri hem psikolojik hem de bedenen yorarken, üzerine mesaiye kalmak ayrıca bir yük bizim için. Üstelik bu mesailerin hafta sonu olması, bazen 8-10 saatlere varan çalışmalar çocuklarımızın yüzünü bile göremememize neden oluyor. Bu kadar mesaiye kalıp elimize geçen para da komik rakamlar. Zam mı? O da seneye. Bu şartlardan kurtulmak için tek çözüm yolumuz, birlik olmaktan geçiyor. Otomotiv sektöründe başlayan dalgaya bizlerin de diğer sektörler olarak katılmamız şart. Daha iyi çalışma koşulları için, çocuklarımızın yüzünü görebilmek, insanca yaşayabilmek için birlik olup mücadele etmekten başka kurtuluşumuz yok.

Bursa EMK Tekstil'den bir işçi

Hangi milletten, hangi mezhepten olursak olalım, biz işçiler bir olalım

Ben Manisa Vestel yan sanayisinde çalışıyorum. Burada işçilerin yaşadığı olumsuz şartların bizi yıpratmasını ve buradaki uygunsuz şartları bir bir saymaya gerek yok zaten herkes bunların farkında. Aslında bunlardan nasıl kurtuluruz diye kafa yormak gerekiyor. Manisa gibi bir yerde farklı kültürlerin bir arada yaşaması, bu durum birbirimize karşı olumsuz yönde kullanılıyor. Biz işçiler farklı ırklardan, farklı kültürlere sahip olabiliriz. Bu bizim zenginliğimiz. Biz işçilerin amacı yanımızdaki işçiye sahip çıkmak olması gerekir. Bir de işçilerin sendika ile ilgili bilgilerinin yetersiz olması, sendikanın işlevinin ne olduğu ve kimin için kurulduğunu bilmemesi büyük sıkıntılara sebep oluyor. Biz işçiler bir araya gelerek bunlardan kurtulmanın yollarını bulup, sendikanın yanında durup birlikte bir işçi güç kaynağını oluşturmak gerekmektedir. Bunun için yan yana durup patronlara ne istediğimizi söylemek gerekir. Bunun da oluşması için birlikte yan yana durmamız gerekiyor. Tek çare din, ırk, mezhep fark etmeden birlikte bir güç oluşturmamız gerekir.

Manisa'dan bir metal işçisi

Patronun yerlisi yabancısı olmaz, patron patrondur

Merhaba,

Ben sahibi Alman olan, yurtdışına üretim yapan bir firmaya işbaşı yaptım. Firma metal ağırlıklı tersanelerde gemilerin yüzeyini kumlama yapabilmek için kullanılan süloları üretmekte. İlk başladığımda firmanın sahibinin Alman olması beni biraz umutlandırmıştı. Sebebi ise diğer fabrikalardan az da olsa işçiye değer verirler diye düşünmüştüm. Ta ki fabrikada karşılaştığım olumsuzluklar ve kuralsız çalışma koşullarının ağır olması ile patronların yerli veya yabancı olmasıyla biz işçiler için koşullarımızın hiç değişmeyeceği, kendi kârları için biz işçileri en ağır koşullarda nasıl sömüreceklerini iyi tasarlayıp hayata geçirmiş olmalarıdır. Patronların aynı bakışla bakmaları aslında onların kimliklerinin, ülkelerinin hiç öneminin olmamasıdır. Onların aynı düşünmesini sağlayan kendilerinin kurmuş oldukları fabrikaları sömürü cenneti haline getirme bakışıdır. Onları yan yana getiren budur aslında. Fabrikada işçilerin soyunma odasından tutun, yemek salonlarına kadar hiç hijyenik olmayan tuvaletler aslında biz işçilere ne kadar önem gösterdiklerinin bir göstergesi. Gün içinde sadece öğlen paydosunda yediğiniz yemekle biz işçileri fazla mesailere bırakarak mesailerde yemek ve çay vermeyerek iki kat sömürü yoğunlaştırarak uygulamaktadırlar. Şimdi fabrikaya başlarken o heyecanımın karşılaşmış olduğum kötü koşulları görünce nasıl bittiğini bilmenizi isterim. İşçiler için patronun yerlisi ve yabancı olması sömürü çarkını hafifletmiyor tam tersi ülkemize neden yabancı sermayenin yatırım yaptığını da ortaya çıkarıyor. Türkiye'de ki iş gücünün nasıl da ucuz olduğunu, çalışma saatlerinin nasıl da uzun olduğunu, çalışma koşulların bir maliyet gerektirmediği, çok kötü koşullarda işçileri çok çalıştırıp, çok kâr etmenin çok yoğun olduğu bir ülke olan Türkiye'ye neden yatırım yaptıklarını açıktan göstermiş oluyorlar. Açmış oldukları fabrikalarda işte bu yüzden patronun dili, dini, ülkesi olmadığı; kendileri için sömürü cenneti, işçiler için sömürü cehennemi neresi ise oraya kendi fabrikalarını kurduklarını görüyoruz. Tam da bundan dolayı biz işçileri iliklerimize kadar sömürmeye çalışanlara cevabımız örgütlü gücümüz olmalı. Hangi fabrikada çalışıyorsak aynı koşullarda sömürüldüğümüz işçi arkadaşlarla ellerimizi birleştirerek üretimden gelen gücümüze güvenip, birliğimize inanarak, oluşturmuş oldukları sömürü çarkını parçalayarak, özlem duyduğumuz çalışma koşullarını cennete çevirebiliriz, yeter ki gücümüzün farkına varalım. Koşulları düzeltecek olan işçilerdir, bizlerdir. Ondandır ki gücümüz birliğimizdir!

Yaşasın işçilerin birliği!

Kahrolsun ücretli kölelik düzeni!

Manisa'dan bir metal işçisi

Bu yazılar Gerçek gazetesinin Nisan 2017 tarihli 91. sayısında yayınlanmıştır.