Gücümüzü gerçeklerden ve işçi sınıfından alalım! Yerel yönetimleri değil işçi sınıfını kazanmaya odaklanalım!

Gücümüzü gerçeklerden ve işçi sınıfından alalım! Yerel yönetimleri değil işçi sınıfını kazanmaya odaklanalım!

Gücümüzü gerçeklerden ve işçi sınıfından alalım! Yerel yönetimleri değil işçi sınıfını kazanmaya odaklanalım!

Türkiye’de siyasetin seçimlerden ibaret olmadığı açıktır. Sosyalistler genel seçimle yerel seçimler arasındaki 10 aylık süreye düzen partileri gibi genel seçimden çıkıp yerel seçimlere hazırlanma dönemi olarak bakamazlar. Tam tersine hayat işçi sınıfı ve emekçi halkın hâkim sınıflarla siyasi olarak karşı karşıya geldiği dolaysız mücadelelerle doludur. Cumhurbaşkanlığı, milletvekilliği, genel ya da yerel fark etmeksizin her seçimde hatta her önemli siyasal olayda işçi sınıfına dayanan, devletten, sermayeden ve emperyalizmden bağımsız bir kutup inşası şarttır. Devrimci İşçi Partisi yaklaşan yerel seçimleri bu perspektifle ele almaktadır.

2023 seçimlerinden çıkan yeni iktidar işçi sınıfına ve emekçi halka yönelik bir saldırı programını hâlihazırda ilan etmiş ve bu programı yürütecek bir sınıf savaşı kabinesi kurmuştur. Başında yine Erdoğan’ın bulunduğu yeni iktidarın, ekonomi ve içişleri başta olmak üzere kendi içindeki güç ilişkilerinde farklı bir kompozisyona gitmesi bir yanılsama yaratmamalıdır. Bu yeni iktidar sermayeden ve emperyalizmden yana, işçi sınıfı düşmanı ve yarı-askeri bir istibdad rejimi karakterini sürdürmektedir.

Genel seçimlerden sonra ilk işi halkın üzerindeki vergi yükünü arttırmak olan iktidar, kemer sıkma programını yerel seçimleri gözeten biçimde temposunu ayarlayarak uyguluyor. Gündemdeki asgari ücret zammı ne olursa olsun bu ücretin er ya da geç tekrar açlık sınırının altına düşeceğini ve işçi sınıfının daha büyük bir kesiminin asgari ücretli haline geleceğini biliyoruz. İşçi sınıfının bu açlık zincirini kırmasının tek yolu örgütlü mücadeledir. İşçi sınıfının örgütlü kesimleri açısından ise stratejik önemde bir muharebe yaklaşıyor. Bu muharebe alanı işçi sınıfının ve sermayenin en örgütlü kesimlerini karşı karşıya getiren MESS sözleşmesidir. Patronlar bir yandan sefalet dayatmasını sürdürürken bir yandan da işçi sınıfının kazanılmış haklarına göz dikerek bir savaş ilan etmiştir. Metal işçileri de grev hazırlıklarına girişerek bu daveti kabul etmiştir. Erdoğan’ın yeni iktidarı eskiden olduğu gibi bir MESS hükümeti olduğunu göstermeye, sınıf muharebesinde patronlar safında yer almaya hazırlanmaktadır.

İşte sömüren ve sömürülen sınıfların dolaysız biçimde karşı karşıya geleceği, işçi sınıfının yine dolaysız biçimde karşısında istibdad rejimini bulacağı bu muharebe, Türkiye siyasetinde bir ekmek ve hürriyet mücadelesini birleştirecek ve işçi sınıfını bağımsız bir siyasal kutup haline getirecek bir dinamiğe sahiptir. Bu muharebede metal işçilerinin, yasaklara karşı grev hakkını grev yaparak savunması ve zafer elde etmesi sadece açlık ve sefalet dayatmasının kırılması anlamına gelmeyecek, aynı zamanda yerel seçimler de dâhil olmak üzere Türkiye siyasetinde işçi sınıfının, tüm emekçi halkın ve ezilenlerin etrafında birleşeceği bağımsız bir kutup olarak yükselmesinin koşullarını destekleyecektir.

Tüm bu sebeplerle Devrimci İşçi Partisi tüm dikkatini bu önemli sınıf muharebesine odaklamış ve tüm sosyalist hareketi de dikkatini buraya yöneltmeye, yerel seçimlerde bağımsız bir sınıf kutbu yaratmak için sınıf mücadelesinin zaferi için çalışmaya çağırmaktadır.

Tüm seçimler gibi yerel seçimler de düzen siyasetinin türlü tuzaklarıyla doludur. Bu tuzaklardan kaçınmak için sosyalistler öncelikle siyasal savaşımı, yerini ve zamanını düzen siyasetinin dayattığı takvimin dışına çıkartabilmek zorundadır. Ve tabii ki düzen siyasetinin tuzaklarından kaçınmak için daha önce düşülmüş olan tuzaklardan da ders çıkarılmalıdır.

2023 Cumhurbaşkanlığı ve milletvekili seçimlerinde sosyalist hareket, Kılıçdaroğlu’nun adaylığı üzerinden Millet İttifakı’na destek politikası izleyerek son derece kötü bir sınav vermiştir. Seçimlerin ardından bu politikanın yanlışlığı tüm açıklığı ile ortaya çıkmıştır. Kılıçdaroğlu’nun (dolayısıyla Millet İttifakı’nın) baskıcı rejimden kurtulmak için tek seçenek olduğu iddiası, en başta Kılıçdaroğlu’nun Ümit Özdağ’la yaptığı gizli ve faşist protokolün ifşa olmasıyla çökmüştür. Dahası Millet İttifakı’nın CHP desteğiyle grup kuran İslamcıları AKP ile yeni anayasa için derhal flört etmeye, İyi Parti ise MHP’nin yerini almak için koşar adım Erdoğan’a yaklaşmaya başlamıştır. Kılıçdaroğlu’nun (dolayısıyla Millet İttifakı’nın) emekçi halkın yaşadığı hayat pahalılığı, yoksulluk ve işsizlik sorunları açısından ehven-i şer olduğu iddiası seçimden sonra Millet İttifakı’nın tüm sabık bileşenleriyle Mehmet Şimşek’e destek vermesiyle birlikte çökmüştür.

Tüm bunlar, izlenen yanlış politikaya dair bir özeleştiri için yeter de artar. Ancak böyle bir özeleştiriye dair en ufak bir emare görülmemektedir. Daha da kötüsü halen CHP’ye “bize sağcı aday dayatmayın” diye dilekçeler yazılmaktadır. Bunlara ek olarak 2023 seçimlerinden önce Kılıçdaroğlu’nun kaybetmesi durumunda faşizmin en karanlık biçimlerinden şeriat rejimine kadar türlü karanlık senaryoların hayata geçeceğini vazedenlerin bugün il ve ilçe belediyelerini hatta muhtarlıkları kazanmaya odaklanması büyük bir çelişkidir.

Sosyalist hareket büyük çoğunluğu ile faşizmin, şeriatın geldiği, tek adam rejiminin derinleştiği kötümser senaryolardan sosyalistlerin/komünistlerin nasıl belediyecilik yapılacağını herkese göstereceği örnekler yaratmak hatta sosyalist belediyeler birliği kurmak gibi aşırı iyimser bir ruh haline adeta ışık hızıyla geçmektedir.

Sosyalistler elbette ki iddialı olmalıdır. Ancak sosyalizmin iddiası gücünü gerçeklerden alır. Mevcut siyasal sistemde yerel yönetimlerin kamulaştırma yetkisinin dahi son derece sınırlı, mevcut yetkilerinin merkezî iktidarın onayına tabi olduğu, belediyenin ihtiyaç duyduğu mali kaynağın merkezî iktidarın desteğine, borçlanmaya ya da özel sektör ihalelerine bağlandığı gerçeğini halktan gizleyerek ortaya konacak olan iddia temelsiz kalmaya mahkumdur. Yerel yönetimlerin sınırları ancak merkezî iktidarı gündemine alacak bir devrimci kitle seferberliği ile, en azından kayyımlar olmak üzere bu seferberliğe karşı gerici hamlelerin nasıl püskürtüleceğini ortaya koyan bir perspektifle aşılabilir. Sözde sosyalist belediyecilik projeleri ile değil! 

Sosyalistler elbette ki iddialı olmalıdır. Ancak sosyalizmin iddiası gücünü işçi sınıfından alır. İşçi sınıfından oy almakla güç almak aynı şey değildir. Seçim sandığında işçinin karşısında çarşaf gibi bir oy pusulası ve üzerinde çok sayıda parti yan yanadır. Seçim kampanyalarında düzen partileri paranın ve sermayenin gücünü kullanır ve kaçınılmaz olarak öne çıkar. Çoğu zaman tanık olduğumuz gibi insanlar sınıf mücadelesinin gerçeklerine değil düzen siyasetinin dayattığı matematiğe göre oy kararlarını vermektedir. Oysa grev alanlarında düzen siyasetinin matematiği yok olur, düzen partileri kaybolur. Sınıfın yanında olanla olmayan gece ile gündüz gibi birbirinden ayrılır. İşçi sınıfından güç almak isteyen grev alanında olmalıdır. İşçi sınıfından güç alanın sandıktaki oyu da artacaktır.

Sosyalist hareket düzen siyasetinin matematiğine teslim olmamalı, yüzünü kimlik temelinde “oy aldığı” kesimlere değil güç alması gereken sınıfa dönmelidir. Örneğin Kadıköy ve Çankaya’da iddialı olmak sosyalizmin işçi sınıfına yüzünü değil arkasını döndüğünü gösterir.  Hopa’da ya da Dersim ve ilçelerinde iddialı olmak bir mücadele mirasının taşınması ise de bu miras yine Türkiye genelinde bir sınıf kutbuyla buluşmadığında sol bir kimlik siyaseti içine sıkışmaya mahkûmdur. Defne’de, Samandağ’da, Arsuz’da iddialı olmak son derece anlamlıdır ama eksiktir. Düzen siyasetinden bağımsızlık iddiasındaki bir sosyalist hareket, depremi yıkıcı şekilde yaşayan diğer illerdeki partilere olduğu kadar, Hatay Büyükşehir Belediyesi’nde yıkımdan doğrudan sorumlu olan CHP’nin karşısına çıkmaktan kaçınamaz.

Devrimci İşçi Partisi bu perspektifle tekil işçi mücadelelerinden MESS muharebesine sınıf mücadelelerinden güç almayı ve bu gücü yerel seçimlere taşımayı, yerel seçimlerde sermaye devletinin yerel yönetimlerini değil “işçi kentlere işçi başkanlar” diyerek işçi sınıfını ve emekçi halkı kazanmaya odaklanmayı önermektedir.