Türkiye 1968’i başlıyor: boykot, işgal, komiteler, konseyler

Gerçek’in Mayıs sayısında 1968’in dünyada ne anlama geldiğini ele aldık. Dünyada 1968’in simgesi, Fransa’da Mayıs ayında dev öğrenci eylemleriyle tarihin en uzun genel grevinin çakışması olmuştu. 1968 Türkiye’ye Haziran ayında öğrenci hareketinin ayağa kalkmasıyla, üniversitelerdeki boykot ve işgal hareketleriyle geldi. Öğrenciler, başka ülkelerdeki (Fransa’nın yanı sıra Almanya, ABD, Britanya vb.) kardeşlerinin yolundan yürüyorlardı. Devrim heyecanı, bulaşıcılığını bir kez daha göstermişti. Ama Türkiye’de öğrenci hareketiyle sınırlı kalmadı. 68 bizim topraklarımızda aynı zamanda işçi hareketinin yükselişinin, köylü eylemlerinin, Kürt halkının yeniden canlanışının da adıdır.

Türkiye'de öğrenci hareketi, özellikle 1965 yılından itibaren ciddi bir kabarma gösteriyordu. Bunun temelinde çeşitli etkenler yatıyordu. 27 Mayıs öncesinde Menderes hükümetine karşı isyan eden öğrencilerin, özellikle de 28 Nisan gösterilerinde öldürülen öğrencilerin anısı daha tazeydi. 1965'te oyların %3'ünü alarak Türkiye İşçi Partisi'nin, Türkiye tarihinde ilk kez sosyalizm adına 15 milletvekili ile meclise girmesi bütün toplumda muazzam bir heyecan uyandırmıştı. 1965 aynı zamanda, sosyalist öğrencilerin sol Kemalizmin etkisi altındaki örgütlerin (TMGT, TMTF) içinden ayrışarak Fikir Kulüpleri Federasyonu'nda (FKF) örgütlenmeye yöneldikleri yıldı. Sosyalizm gençliği adım adım fethediyordu. Fransa Mayıs 68 işte bu ortamda patlayıcı bir etki yarattı.

1968 Haziran ayında Türkiye'nin çeşitli üniversitelerinde öğrenciler üniversite reformu talebiyle boykota gidiyorlar ve başta İstanbul Üniversitesi ve İTÜ olmak üzere çeşitli fakülteleri işgal ediyorlardı. Bu işgaller sırasında belki de en önemli gelişme öğrenci hareketinin örgütlenme tarzında görülecekti. Dünya çapında işçi hareketinde çeşitli devrimci durumlarda ortaya çıkan eylem içinde doğrudan demokrasi uygulaması, 1968 öğrenci hareketinin de benimsediği yaklaşım olacaktı. "Forum"lar bütün öğrenci kitlesini bir araya getirerek hareketin gidişatı üzerine herkesin özgürce sözünü söylediği ana karar organları oldu. Bunların yanı sıra çeşitli "boykot ve işgal komiteleri" günbegün yürütülecek işleri üstleniyordu. Bu komiteler bir "işgal komiteleri konseyi" yoluyla merkezileştiriliyordu. Burada benzetme yoluyla bir öğrenci sovyetleri yapısı olduğu bile söylenebilir. İşgal boyunca bu komiteler ve konsey beslenmeden kültür ve propagandaya, Üniversite Reform Taslağı üzerine çalışmadan savunmaya her türlü işlevi üstlenecek, yani işgal sırasında üniversiteler çapında bir ikinci iktidar odağı olacaktı.

Üç hafta süren boykot ve işgal, ilerici öğretim üyelerinin de desteğiyle öğrencilerin üniversite reformu konusundaki taleplerinin dikkate alınacağı konusunda güvenceler verilmesi sonucunda kaldırıldı. Haziran'daki dalgayı Ekim ayında ODTÜ'deki boykot izledi. Yıl sonuna doğru, bugün var olmayan devlete bağlı "yüksek okullar"da ve sayısı artmakta olan özel yüksek okullarda da öğrenciler radikalleşti ve eylemlere girişti. Özel okulların devletleştirilmesi, bu okulların öğrencilerinin ve bütün öğrenci hareketinin talepleri arasına girdi. Nihayet, askeri okullar (harp okulları) öğrencileri de kervana katılmaya başladılar. 27 Mayıs darbesinde sol Kemalist cephede yer alan harp okulu öğrencileri arasında artık sosyalist fikirler de etkili olmaya başlamıştı.

Üniversite reformu, ilerici öğretim üyelerinin iyi niyetli çabalarına rağmen zamana yayılarak hasıraltı edildi. Bu, öğrenci hareketinde giderek üniversitede bir değişikliğin yerine toplumda bir büyük dönüşümün gerekli olduğu fikrinin yayılmasına yol açtı. Eylül ayında Türkiye Öğretmenler Sendikası'nın (TÖS), resmi eğitim şuralarına alternatif olarak düzenlediği Devrimci Eğitim Şurası'na FKF de katıldı. Çıkan sonuç çarpıcıydı: şura daha önce hâkim olan "Eğitimde Devrim" şiarının yerine yeni bir slogan benimsemişti: "Devrim İçin Eğitim"!

Haziran boykot ve işgali işçi sınıfı üzerinde de etkiler bırakmıştır. Temmuz ayının başında Derby lastik fabrikasının işçileri de fabrikalarını işgal etmişler, öğrencilerin de destek olduğu bu eylem bir hafta sonra başarıyla sonuçlanmıştır. Benzer bir deneyim yıl sonuna doğru Kavel'de de yaşanmıştır.

Geniş anlamda 1968

Geçen sayımızda dünya çapında 1968'in tek bir yıla sığdırılamayacağını, geniş anlamıyla alındığında 1968'in, 1960'lı yılların ilk yarısından başlayarak 1970'li yılların ortalarına kadar süren, çok çeşitli toplumsal ve siyasal mücadeleleri içeren genel bir devrimci yükselişin adı olduğunu belirtmiştik. Aynı şey Türkiye için de geçerlidir. Dar anlamda 1968 yılı içinde olup bitenler, aslında 1960'lı yılların ilk yarısında başlayan ve 12 Mart rejimi esnasında yaşanan mücadelelerle sona eren bir dönemin yalnızca bir kesitidir. Bu dönem Türkiye'de bir devrimci mayalanma dönemidir. Başlıca özelliklerini kısaca özetleyelim:

İşçi sınıfının mücadeleciliğinde muazzam bir yükseliş: 1908 Jön Türk devrimi döneminden sonra büyük ölçüde durgun seyreden Türkiye işçi sınıfı hareketi, 27 Mayıs'tan sonra adım adım yükselmeye başlamıştır. 1961'de İstanbul Saraçhane'de sendikal haklar için yapılan büyük mitingi, birçok fabrikada (Kavel, Demir Döküm, Sungurlar, Paşabahçe, Derby vb.) yapılan grev ve direnişler izlemiştir. Bu yükselişin sonucu, 1952 yılında kurulmuş olan Türk-İş'in sınıf işbirlikçi sendikacılığında bir çatlak doğması ve 1967 yılında DİSK'in kurulması olmuştur. İşçi sınıfı bu dönemin sonlarına doğru, 15-16 Haziran 1970'te, DİSK'in sınıf mücadeleci sendikacılığının tasfiyesi girişimlerine karşı İzmit ve İstanbul’u kapsayan tüm bölgede 150 bine varan sayılarda sokağa çıkarak ayaklanmış ve bu tasfiyeyi engellemiştir. 15-16 Haziran, daha sonra gelen bazı çok önemli eylemlere (1989 Bahar Eylemleri, 1990-91 Zonguldak grev ve yürüyüşü vb.) rağmen, hâlâ Türkiye işçi sınıfının en köklü ve en etkili isyanı olarak tarihteki yerini korumaktadır. Fransa'da Mayıs 68, öğrenci devrimciliğiyle işçi militanlığının bir bileşkesi olarak yaşanmıştır. Türkiye'de ise Fransız genel grevinin karşılığı olan 15-16 Haziran 1970'te yaşanmıştır.

Köylülerin toprak işgalleri ve "üretici mitingleri": Geniş anlamıyla 1968 aynı zamanda üretici köylülüğün Türkiye tarihindeki en militan mücadelelerine tanık olmuştur. Ege ve Akdeniz bölgelerinde toprak işgalleri ve sert mücadelelere, Türkiye'nin hemen her bölgesinde ürünlerinin değerlendirilmesi ve tarımsal destek politikaları konusunda talepler formüle eden üretici köylülüğün "üretici mitingleri" eşlik etmiştir. Bütün bu eylemlerde öğrenci gençlik köylülerin yanı başında olmuş ve ona ciddi bir destek sağlamıştır.

"Doğu mitingleri" ve DDKO: İki dünya savaşı arasındaki sayısız isyanın amansız biçimde bastırılmasından sonra uzun bir durgunluk dönemine giren Kürt halkı, 1960'lı yıllarda, biraz Irak Kürt hareketinin mücadeleleri, biraz da Türkiye'deki genel hareketlenmenin etkisi altında yeniden canlanmaya başlamıştır. TİP içinde sendikacılar ve aydınların yanı sıra üçüncü önemli bileşeni oluşturan Kürtler, aynı zamanda 1967'den itibaren "Doğu mitingleri" düzenleyerek ve Devrimci Doğu Kültür Ocakları'nda (DDKO) örgütlenerek ciddi bir atılım yapmışlardır.

Kitlesel bir öğrenci hareketi: Öğrenci hareketi, 1965'te kurulan FKF'nin daha sonra Dev-Genç'e dönüşmesiyle toplumsal ve siyasi mücadelelerin tam ortasında yer almaya başlamış, bir yandan radikalleşirken bir yandan da kitleselleşmiştir.

Aydınların sola kayışı ve kültür devrimi: 1960'lı yıllara kadar Türkiye'nin "ilerici" aydınları esas olarak Kemalist ve aydınlanmacı idi. Elbette bir dizi aydın yeraltına itilmiş TKP'ye sempati duyuyordu, ama aydınların büyük kitlesi bir burjuva ilericiliğinin ötesine geçemiyordu. 1960'lı yıllarla birlikte gerek üniversite içinde, gerek yayın alanında, gerekse sanatta sosyalizm giderek hegemonik bir ideoloji halini aldı. 1970'li yıllara ulaşıldığında artık sosyalist olmak aydınlar için bir onur işareti haline gelmişti. 1968'le birlikte edebiyatta ve sanatta sol büyük bir ağırlığa sahip hale geldi. Şiirde Nazım Hikmet, romanda üç Kemaller (Yaşar Kemal, Kemal Tahir, Orhan Kemal), müzikte Ruhi Su, Aşık İhsani, Cem Karaca, 70'li yıllarla birlikte Timur Selçuk ve Zülfü Livaneli en sevilen isimler haline geldi. Tiyatroda Brecht pusula oldu, sinemada Yılmaz Güney dönemi açıldı. Düşünce hayatında Kemalist aydınlanmanın ana beslenme kaynağı Batı klasiklerinin yerini Marksist klasikler ve çağdaş yazarlar aldı.

Sosyalizmin kitleselleşmesi ve karakter değiştirmesi: Cumhuriyet tarihi boyunca sosyalizm Türkiye'de yeraltındaki TKP şahsında ezilen, bastırılan, bir avuç kadronun dışına taşamayan bir ideoloji idi. 1960'lı yıllarla birlikte, özellikle TİP deneyimi ve seçim başarısı temelinde, sosyalizm ilk kez büyük kitlelere mâl oldu. Aynı zamanda, bu büyük mayalanma deneyiminin etkisi altında 1971 yılında kurulan THKP-C, THKO ve TKP-ML aracılığıyla sosyalist hareket, pratikte devlete devrimci tarzda meydan okuyarak reformist gelenekten bir ayrışmaya tanık oldu.

Geniş anlamıyla 1968, bize Türkiye'de sınıf mücadelelerinin çok ciddi boyutlara ulaştığı dönemler yaşandığını öğretiyor. Bu mücadelecilik, daha sonra 12 Mart askeri müdahalesine rağmen 1970'li yıllarda bütün Türkiye sathına yayılacak bir büyük sınıf mücadelesinin tohumlarını atmıştır.

Bu yazı Gerçek gazetesinin Haziran 2018 tarihli 105. sayısında yayınlanmıştır.