1968’de gericilik: Karşı devrim örgütleniyor

Solda diyalektiğin anlamını kavrayamayanlar için yardımcı olmak üzere tavsiye edilebilecek somut örneklerden biri şudur: Devrimci yükselişler, her zaman karşılarında karşı devrimin yükselişiyle el ele gelişir. Bizim 1968’imiz de öyle olmuştur. Bir yandan devrimci gençlik, bir yandan da işçi sınıfı düzeni sarsacak mücadelelere girişince, düzenin en gerici, en örümcekli güçleri de bu büyük atılımları durdurmak amacıyla örgütlenmeye başlamıştır. Bu çok boyutlu bir örgütlenme ve karşı devrimci hazırlıktır. Bir yandan Komünizmle Mücadele Dernekleri’nden Ülkü Ocakları’na kadar toplumsal alanda bir dizi örgütlenme devrimci sınıf kampının karşısında yer almış, bir yandan da devlet, polisin saldırılarından başlayıp 12 Mart askeri müdahalesine kadar devrimci hareketi ezmek üzere hareketlenmiştir.

Devrimci kampın yükselişi

1960’lı yıllar, daha önce de gördüğümüz gibi, bir dizi alanda kitle mücadelelerinin göz kamaştırıcı biçimde yükseldiği bir dönemdi. Bir yandan, 1961 Saraçhane mitingi ile başlayan, 1963 Kavel yasadışı greviyle devam eden, daha sonra çok çeşitli fabrikalara sıçrayan, Türkiye İşçi Partisi’nin (TİP) 1965 seçim zaferi ve meclise 15 milletvekili sokmasıyla siyasi, Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu’nun (DİSK) 1967’de kurulmasıyla sendikal alanda atılım yapmasıyla ekonomik alanda örgütsel ifade kazanan işçi sınıfı yükselişi, gözle görülür boyutlar kazanıyordu. İşçi hareketi tam da bu yükselişin sonucunda, Türkiye tarihinin en büyük işçi eylemi olan 15-16 Haziran 1970 günlerinin temellerini atıyordu.

Öte yandan, devrimci gençlik hareketi de dev adımlarla ilerliyordu. 1965’te Kemalist rejimin içinden doğmuş olan gençlik örgütlerinden bağımsızlaşmada bir adım olarak kurulan Fikir Kulüpleri Federasyonu (FKF), 1966’da Türk-İş’in Amerikan üslerinde çalışan işçilerin hakları için düzenlediği mitinge kitlesel olarak katılıyordu. 1967 Haziran’ında ilk 6. Filo karşıtı eylem düzenleniyor, aynı yılın Kasım ayında ise düzenlenen Kıbrıs mitinginde Deniz Gezmiş ABD bayrağı yakıyordu.

1968’in nasıl geçtiğini biliyoruz. Haziran ayında üniversite işgalleri yaşanıyor, Temmuz’da 6. Filo’nun erleri İstanbul Dolmabahçe’de denize dökülüyordu. 28 Kasım’da ABD’nin yeni büyükelçisi, “Vietnam kasabı” lakabını alacak olan Kommer’in gelişi İstanbul Yeşilköy Havaalanı’nda protesto ediliyordu. 5 Ocak 1969’da ise Sinan Cemgil ve arkadaşları Kommer’in ODTÜ ziyareti sırasında arabasını ters çevirerek yakacaklardı. Arada 1968 Aralık ayında aynı kadro Ankara Subay Kulübü eylemini gerçekleştirirken 24-30 Aralık haftasında Harun Karadeniz ekibi İzmit’te yapılan “Montaj Sanayii ve Ortak Pazar’a Hayır!” haftası esnasında İstanbul’da bir protesto yürüyüşü düzenliyordu.

Amerikan emperyalizminin gönüllü gorilleri

İşçi sınıfının yükselen mücadelesinin karşısina düzen, hem sınıfı düzen içine çekebilmek için Bülent Ecevit’in “ortanın solu” yönelişini, hem de Milliyetçi Hareket Partisi’nde (MHP) cisimleşen faşist hareketin saldırgan politikasını çıkarıyordu. Devrimci gençliğin Amerikan emperyalizmine karşı mücadelesine ise başlangıçta birbiriyle yakın bağı olan iki örgütten barikat yükseltiliyordu: Milli Türk Talebe Birliği ve Komünizmle Mücadele Dernekleri.

Milli Türk Talebe Birliği (MTTB), cumhuriyetin bile öncesinde kurulmuş, birçok değişik aşamadan geçmesine rağmen her zaman milliyetçi bir çizgi izlemişti. 1950’li yılların sonlarında gençliğin Adnan Menderes’e karşı verdiği hürriyet mücadelesinden Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde doğan Türkiye Milli Talebe Federasyonu’nun (TMTF) karşısında yer almış, 1960’lı yıllarda “milliyetçi ve muhafazakâr” bir yapıya bürünmüştü. 1967’de başına 2015-2018 arası meclis başkanı olarak görev yapan AKP’li İsmail Kahraman geldi. Derneğin en gerici işleri İsmail Kahraman’ın başkanlığı döneminde yapıldı.

Komünizmle Mücadele Dernekleri ise 1950’de, Kore Savaşı’yla ve ABD’deki anti-komünist McCarthy cadı avıyla aynı dönemde, ABD emperyalizminin çıkarlarını komünizme karşı korumak amacıyla kurulmuştu. Kurucusu Türkiye’de komünizm üzerine saldırgan çalışmalarıyla da tanınan Fethi Tevetoğlu idi. Derneğin dergisinde sağın ağır topları, İsmail Hami Danişmend, Ali Fuat Başgil, ölümünden 40 küsur yıl sonra 29 Ekim 2017’de Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülü verilen Nurettin Topçu gibi yazarlar yazıyordu.

Bu hareketler, İsmail Kahraman’ın 50 yıl sonra nerede durduğundan da somut olarak anlaşılabileceği gibi, bugün sürekli “emperyalizm”den, “üst akıl”dan, “faiz lobisi”nden yakınan, hatta “Türkiye artık ABD ile savaşta” gibi ipe sapa gelmez, uyduruk, halkı afyonlamaya yönelik çıkışlar yapan çevrelerin o günkü örgütlenmeleriydi. İşte bunlardır ki, devrimci gençlik hareketinin cüretkâr anti-emperyalist çıkışını hazmedemediler, ona cepheden saldırdılar.

Kanlı Pazar’a giden yol

Gerçekler çıplak olarak ortadadır. 17 Temmuz’da gençliğin 6. Filo’yu protesto için hazırlık yaptığı sırada İstanbul Teknik Üniversitesi’nin Gümüşsuyu yurdunda balkondan atılan Vedat Demircioğlu’nun 24 Temmuz’da ölmesi ve cenazesinin memleketi Konya’ya götürülmesi söz konusu olunca Türkiye Öğretmenler Sendikası ile TMTF “Emperyalizmi Kınama” mitingi düzenlemek için hazırlıklara girişti. Komünizmle Mücadele Derneği, Yeşilay, Ticaret Odası ve birtakım esnaf örgütleri aşırı dindar kitleleri sokağa dökerek sadece TİP il merkezini ve Öğretmenler Lokali’ni değil, matbaaları, kitabevlerini, gazete bürolarını, hatta eğlence yerlerini ve gazinoları da  yakıp yıktı, sonunda orduevinin önüne gelince askeri birlikler tarafından dağıtıldı. Böylece, karşı devrim ilk gövde gösterisini Türkiye’nin dindarlığı ile ünlü kenti Konya’da sergiliyordu.

Bunu 3 Ağustos 1968’de MTTB ve Komünizmle Mücadele Dernekleri’nin İstanbul’da komünistlere karşı halkı “cihad”a çağırması izledi. Ağustos ayı aynı zamanda (aşağıda göreceğimiz gibi) daha sonra MHP’nin paramiliter gücünü oluşturacak olan “komando”ların eğitimine de başlanan aydır. Ağustos, Türkiye 1968’inin karşı devrimci ayıdır!

Kanlı Pazar

1960’lı yıllarda, öğrenci hareketinin yükselişi karşısında ister dini temelde, ister faşist milliyetçilik zemininde gerici kitlelerin kışkırtılarak devrimcilere karşı provokasyona giriştiği eylemler arasında en etkilisi, en ses getireni, tarihte en çok iz bırakanı “Kanlı Pazar” olarak bilinen olaydır. 6. Filo, erleri Temmuz 1968’de denize döküldükten sonra Şubat’ta yeniden İstanbul’a geldi. Bu “ziyaret”, ilk olaydan farklı olarak kış aylarına rastladığı için öğrenciler çok daha büyük kitleler halinde bir hafta boyunca yürüyüşler düzenlediler. Bu yürüyüşlerin doruğu 16 Şubat Pazar günü Taksim’deki yürüyüş ve miting olacaktı.

Komünizmle Mücadele Derneği’nin o dönemdeki genel başkanı İlhan Darendelioğlu, Pazar mitinginden iki gün önce, Cuma namazından çıkan kitleyle düzenlenen “Bayrağa Saygı” mitinginde şöyle diyordu: “Memlekete ihanet eden bu hainleri toprağa gömme zamanı gelmiştir". Daha sonra aynı Darendelioğlu’nun dernek merkezinde Anadolu’nun çeşitli kentlerinden gelen topluluklara hitaben yaptığı konuşmada, “'Pazar günü komünistler miting yapacak, biz bu mitingde savaşacağız. Silahı olan silahıyla, olmayan baltasıyla gelsin!” dediği de belgelenmiştir. Daha sonra büyük şöhret kazanacak olan Mehmet Şevket Eygi de 16 Şubat’ta Bugün gazetesindeki köşesinde "Cihada Hazır Olunuz" başlığı ile bir yazı yayınlamıştır.

O gün gericiler Taksim’deki öğrenci ve işçi kitlesine saldırarak iki kişiyi öldürmüştür. Kanlı Pazar, gerçeği çıplak biçimde ortaya koymuştur. AKP ve MHP’nin tarihi öncülleri olan örgütlenmeler, devrimci gençliğin emperyalizme yönelik cesur eylemlerine karşı onun gönüllü korumalığına soyunmuştur!

Komando kampları kuruluyor

1968 aynı zamanda Türkiye faşizminin tarihi önderi “Başbuğ” lakaplı Alparslan Türkeş’in yönetimindeki MHP’nin, yükselen işçi sınıfı hareketine ve devrimci gençliğe saldırmak üzere sokak güçleri, yani milisler, yani paramiliter bir güç yetiştirmek üzere komando kampları açtığı yıl oldu. 27 Mayıs, solda bazılarının yaymaya çalıştıkları gibi sadece öncesindeki öğrenci hareketinin mücadele azminin ve 1961 Anayasası’nın ilericiliğini taşımıyordu. Karmakarışık bir olgu olarak, aynı zamanda Türkiye’nin faşist hareketinin de çok ciddi bir atılım yaptığı zemini hazırlıyordu. İkinci Dünya Savaşı döneminde Nihal Atsız ile birlikte Türkiye faşizminin Nazi Almanyası’nın gölgesinde gelişmesinde en önemli iki şahsiyetten biri olan Türkeş, 27 Mayıs’ta kurulan cuntanın, yani Mili Birlik Komitesi’nin (darbenin ilk demecini radyodan okuyan) önde gelen üyelerinden biriydi. Daha sonra birtakım dava arkadaşlarıyla birlikte tasfiye edilerek yurtdışına gönderiliyor, ama onlarla birlikte bir partiyi ele geçirerek MHP’ye dönüştürüyordu.

Tasfiye edilen askeri kadrolar, işçi sınıfının ve devrimci gençliğin yükselişine karşı derhal askeri önlemler hazırlamaya giriştiler. Sayısız genç, “komando kampı” olarak anılan onlarca alanda askeri eğitim alacaktı. Türkeş kendisi,  bir aşamada bu kampları kendilerinin açtığını itiraf edecekti. 1968 sonbaharından itibaren, faşist çeteler artan ölçüde devrimci gençliğe hücum etmeye başlayacak, 1970’li yıllarda ise bu sistematik bir cinayetler ağına dönüşecekti.

MHP’nin bu faaliyetlerinin arkasında Süleyman Demirel hükümetlerinin hoşgörüsünün olduğu kuşku götürmez. Türkiye burjuvazisinin utanmazca demokrasi kahramanı gibi göstermeye çalıştığı Demirel, özellikle Erbakan’ın Milli Selamet Partisi ve MHP ile kurduğu “Milliyetçi Cephe” sayesinde hükümet ettiği 1970’li yıllarda “bana sağcılar cinayet işliyor dedirtemezsiniz” ünlü sözüyle faşist çetelere kol kanat gerdiğini itiraf etmiştir.

Ama bundan daha önemlisi, ordunun MHP’nin kuruluşu, palazlanması ve cinayetlere girişmesinde ciddi bir sorumluluğu olmasıdır. Daha sonra belgeleriyle ortaya çıktığı gibi, MHP ordu içinde kurulmuş olan, Özel Harp Dairesi adıyla anılan kontrgerilla yapısının himayesinde gelişmiştir. Özel Harp Dairesi ise ABD emperyalizminin himayesinde ve finansmanı ile kurulmuş “anti-komünist” bir yapıdır.

AKP ve MHP’nin atası ABD’dir

Görüldüğü gibi, bugün Türkiye’yi ittifak içinde yöneten AKP ile MHP, 50 yıl önce emperyalizmin, özellikle ABD emperyalizminin Türkiye’den kovulması uğruna mücadele eden işçi sınıfı ve gençlik hareketlerine karşı ABD’nin fedailiğini yapmıştır. Bugünkü “üst akıl” ve “faiz lobisi” söylevleri tümüyle halk kitlelerini kandırmaya yarar.

Buradan başka berrak sonuçlar da çıkıyor elbette: En önemlisi, emperyalizmle savaşanın karşısına emperyalizmin fedaisi işbirlikçiler çıkar. Dolayısıyla, emperyalizme karşı başarılı bir mücadele aynı zamanda içerideki işbirlikçilerine ve onların düzenine karşı bir mücadele olmak zorundadır.

Bu yazı Gerçek gazetesinin Ağustos 2018 tarihli 107. sayısında yayınlanmıştır.