Tuluat

İstanbul belediye Başkanı Kadir Topbaş, isminin önüne “Dr. Mimar” yazmayı pek seviyor. Neden? Bu sorunun elbette psikanalitik bir cevabı olabilir. Ama Topbaş’ın bu ucube ünvan merakına ilişkin kendisine meşru görünecek açıklaması muhtemelen şudur: İstanbul gibi dev bir metropolün büyükşehir belediye başkanının kendisinin imar konularında (imar ve mimar!) ne kadar uzman olduğunu ifade etmesi, halka güven verecektir. Düşünsenize sadece mimar değil, bir de doktorasını yapmış bu işin. İşinin uzmanı yani.

Bu kavram üzerinde biraz duralım. Mimarlığın uzmanlık işi olduğu elbette doğrudur, ama örneğin klasik müzik alanında orkestra şefi olmak uzmanlık işi değil midir? Topbaş’a bu soruyu sorsak, muhtemelen omzunu silkerek “tabii öyledir, ne var ki bunda?” diyecektir. Biraz ilerleyelim o zaman: Müzik ile tiyatronun arasında bir yerde duran opera ve balede yönetmen veya sanatçı olmak bir uzmanlık işi değil midir? “Elbette öyledir” dediğini duyar gibiyiz Topbaş’ın. Bir adım daha atalım: Tiyatro yönetmenliği, dramaturji, oyunculuk uzmanlık işi değil midir peki? Topbaş’ın daha önce söyedikleri ışığında “hayır, değildir” diyebileceğini sanmıyoruz. Ne de olsa bu işlerin çoğu yükseköğretim konusu, doktorası da var. İnsan mimarlık fakültesinden doktora alabiliyorsa, müzikolojiden veya sahne sanatlarından da doktora alabilir.

Şimdi işin özüne gelmiş bulunuyoruz: Her biri birer uzmanlık işi olan dramaturji, yönetmenlik, oyunculuk gibi faaliyetleri bir araya getiren tiyatronun yönetimini Dr Mimar Kadir Topbaş’ın dışarıdan atadığı insanlar nasıl üstlenecekler? Ne anlarlar ki tiyatrodan; oyun seçecekler, bir mevsimde hangi oyunlar bileşiminin anlamlı olabileceğine karar verecekler, çeşitli dünya tiyatrolarından ve Türkiye tiyatrosunun değişik dönem ve üsluplarından yazarların oyunlarının gençlik tarafından tanınmasını sağlamak üzere bilinçli kararlar verecekler, kimin hangi oyunu sahneye koyacağına karar verecekler? Soruyu sormak, cevabının ne kadar abes olduğunu anlamak demek.

Şayet Necip Fazıl’ın oyunlarını sahnelemek istiyorsanız, onun oyunlarını değerli bulan iyi dramatuglar, yönetmenler, oyuncular yetiştirin, onları artık neredeyse yirmi yıldır elinizde bulunan İstanbul Belediyesi’ne ait Şehir Tiyatroları’na alın, onlar seçsinler ve sahnelesinler. Ama belediye park ve bahçeler müdürlüğü gübreleme departmanının, temizlik işleri müdürlüğünün, kanalizasyon dairesinin uzmanlarıyla doldurmayın Şehir Tiyatrosu yönetimini.

İstanbul Şehremini “demokrasi” adına tiyatroların yönetimine el koymaya karar verir de, padişahı efendisi susar mı? Tiyatro sanatçılarına “siz kim oluyorsunuz?” sorusunu sordu Tayyip Erdoğan. Avustralya başbakanının kendisine getirdiği futbol topunu kafa atarak Başbakanlık konutundaki Ayvazoğlu tablosunun “doksanı”na takan bir başbakan, bir ülkenin en yetenekli, en deneyimli tiyatro sanatçılarından bazılarına elbette bu soruyu sorar. Ama sonra çıtayı yükseltti. Devlet tiyatro yapmazmış, özelleştireceklermiş!

Devlet çay üretmez, et üretmez, kumaş üretmez, kundura üretmez, sağlık ve eğitim hizmeti vermez, karayollarını özel sektöre devreder, şimdi de tiyatro sanatını desteklemez. Peki ne yapar bu devlet? 2010’daki büyük Tekel eylemi sırasında Tayyip Erdoğan, “devleti özel sektör mantığı ile yönetemeyecek miyiz?” diye sormuştu. Biz de onun istediği devlete “T.C.A.Ş.” adını vermiştik. İşçi sınıfı buna izin vermeyecektir. İşçi sınıfı sadece Uludere’de çocukları katleden bir devleti kabul etmeyecektir.

Bilim ve sanat, piyasanın vülgerliğine bırakılamayacak kadar ciddi işlerdir. Temel bilim ve büyük teknolojik buluşlar, bazı istisnalar dışında, esas olarak kamunun ürünü olmuştur. Uydu teknolojisi ve internet bunlara sadece iki örnektir. Bilim önemlidir de sanat değil midir? İster tiyatro, ister sinema, ister öteki alanlar, gösteri sanatlarını salt piyasanın kaprislerine tâbi kılarsanız, sonuç, İktisadi ve Ticari İlimler Yüksek Okulu mezunu Erdoğan’ın anlayacağı dille, oyuncular ile mankenler arasında yüksek bir ikame elastikiyeti olacaktır! Unutmuş olabilir, düz söyleyelim: Parayla desteklenmiş talep, mankenlerin oyuncu kılığında başka şeyler sergilediği pespayeliğin tiyatro olarak sunulmasına yol açacaktır!

Bir de şehremini ile padişahı arasındaki çelişki var: Hani tiyatro demokratikleşecekti? Piyasanın demokrasiyle zırnık kadar ilişkisi olmadığını, orada parayı verenin düdüğü çaldığını hiç mi duymadınız?

AKP her şeyi piyasanın dişlilerine terk etmek istiyor. Daha Kültür Bakanlığı Sinema Genel Müdürlüğü’nün başındaki şahsiyet “aile filmleri”ne ve “gişe yapan” filmlere finansal destek vermekten söz edeli iki ay bile olmuyor. Şimdi de tiyatroların piyasanın amansız mantığına terk edileceği açıklandı. Haydi, Tayyip Erdoğan’ın Kars’ta yol açtığı vandalizm sırasında yıkılan heykel için kullandığı terimi kullanalım: AKP sanat değil “ucube” istiyor.

Ha, bir de şu var: Başbakan devlet tiyatro yapmaz diyor. Nasıl yapmaz? Kendisinin ve Dr. Mimar’ın yaptığına tuluattan başka ne denir?