Haram olsun, Erdoğan!

12 Haziran seçiminin galibi Erdoğan, antik Yunan ya da Roma imparatorlarının balkon konuşmalarını andıran konuşmasının bir yerinde “Hesaplaşmayalım helâlleşelim, hakkımı helâl ediyorum, siz de edin.” diyerek resmi muhaliflerini barışa davet etti. Bunun bir ilk adımı olarak da birkaç gün sonra CHP lideri  Kılıçdaroğlu'na açtığı on, MHP lideri Bahçeli'ye açtığı üç, DP lideri Zeybek'e açtığı bir, gazeteciler Meriç Velidedeoğlu ve Ahmet Altan'a açtığı birer tazminat davasından feragat etti.  Bu tabloya bakanlar Erdoğan’ın demokratlığına, sözünde durmuş olmasına övgüler yağdırdılar.

Erdoğan’ın “helâlleşmek” istediği kesimler, dikkat edilirse burjuvazinin şu veya bu kanadının siyasi veya entelektüel figürleri. Üstelik bunların bir kısmı, Ahmet Altan örneğinde olduğu gibi, nicedir kendisinin ve AKP’nin borazanlığını yapanlar. Oysa biz çok iyi biliyoruz ki, Ahmet Altan gibileri, sadece göstermelik olsun diye, okurlarını “bağımsız” olduklarına ikna etmek için zaman zaman sert bir söylem tutturduğunda, Erdoğan ve adamlarının danışıklı dövüşe daha bir gerçekçilik katmak için açtığı “ince ayar” davaları ile karşılaşıyor.

Bir tarafta burjuvazinin temsilcilerine böylesine “şefkat” eli uzatan iktidar, diğer tarafta ise devrimcilere, sosyalistlere biber gazı, cop, gaz bombası, yetmedi gözaltı, daha da yetmedi cezaevi dolu elini uzatmaya devam ediyor. Son olarak 31 Mayıs’ta Hopa’da açıkça cinayete kurban giden (biber gazının hem de böylesine fütursuzca kullanılmasının bir yerde, bir zaman ölüme yol açmasının kaçınılmaz olduğunu neredeyse bütün biliminsanları söylüyor) ÖDP’li Metin Lokumcu’nun ölümünü protesto eden 15 kişi tutuklandı. Bu son tutuklananlarla birlikte (daha önce de Ankara'da beş, Artvin'de 13 kişi tutuklanmıştı) Hopa'daki cinayeti protesto nedeniyle tutuklananların sayısı 33'e yükselmiş oldu. “Terör örgütü üyesi olmak, örgüt adına faaliyet göstermek, kamu malına zarar vermek, polise mukavemet, Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Yasası’na muhalefet” gibi iddialarla tutuklananların yedisi Halkevleri, yedisi Öğrenci Kolektifleri, biri de ÖDP üyesi.

Peki bu iddialarla tutuklanan kişilerde yakalanan suç delilleri ne olabilir dersiniz? Fıkra gibi: bir adet MP3 Player, bir adet “siyah kapşonlu penye mont”, Halit Çelenk’in İdam Gecesi Anıları, Lenin’in Ne Yapmalı? ve Mahir Çayan’ın Seçme Yazıları kitapları, sosyalist feministlerin yayın organı olan “Feminist Politika” dergisi ve sıkı durun “Kaplumbağa ile Tavşan” isimli çizgi film ve “Halka” isimli korku filmi CD’leri. Seçimden yaklaşık bir hafta önce, Grup Yorum üyelerinin de çalışmalarını yürüttüğü İdil Kültür Merkezi ile Gençlik Federasyonu ve Okmeydanı Haklar Derneği’nde faaliyet yürüten 13 kişi evleri gece yarısı saat 02.30 sıralarında kar maskeli, silahlı yüzlerce polis tarafından basılarak gözaltına alınmış, bunların üçü tutuklanmıştı.

Erdoğan ve AKP, devrimcilere ve sosyalistlere yönelik olarak başından beri uygulamakta olduğu şiddet, baskı ve tehdit politikalarını daha arttıracağının sinyalini aslında 2010 Eylül’ünden beri veriyor. Hatırlanacak olursa, o zaman kelimenin tam anlamıyla “sözde” Devrimci Karargâh operasyonu ile SDP ve TÖP üyesi 13 sosyalist tutuklanmıştı, o gün bugündür bir tek delil olmadığı halde cezaevindeler. Görünen o ki; gözaltı, işkence, tutuklamadan oluşan klasik Emniyet üçlemesi bundan sonra daha da fazla karşımıza çıkacak. Evet evet, tutuklama da Emniyet’in işi artık uzunca bir süredir. Zira, savcılar ve mahkemeler bugün çok daha bariz bir biçimde sadece noter gibi tasdik otoritesi haline gelmiş durumdadır.

AKP sistem muhaliflerine bütün bunları yaparken, Ergenekon davasındaki ihlallerle ilgili bülbül gibi öten, seçim sürecinde Deniz Gezmiş’in adını defalarca zikretmiş (siz “kirletmiş”diye okuyun lütfen) olan  CHP’den bir tek kelime tepki var mı peki? Tabii ki yok! AKP bu solcu bozuntuları ile “helâlleşmesin” de ne yapsın?

Bu tablo karşısında sosyalistlerin, devrimcilerin önündeki görev giderek daha yakıcı hale geliyor: işçi sınıfı mücadelesini, Kürt halkının özgürlük mücadelesi ile birleştirerek güçlerimizi ve mücadelemizi ortaklaştırmak, Kürt halkının seçimlerde attığı tokadın benzerini, her alanda burjuvaziye atabilmek, Erdoğan’a ve burjuvaziye “hakkım sana haram olsun” diyebilmektir. “Muhtaç olduğumuz kudret”, Metin Lokumcu’nun, İbrahim Oruç’un, Kürdüyle, Türküyle, Arabıyla, Lazıyla nice bedel ödemiş devrimcinin verdiği son nefeste mevcuttur! Ve unutmamak gerekir ki, son söz temsilciler tarafından parlementoda ya da anayasa toplantılarında değil, direnen, bizzat başkaldıran, mücadele eden işçi sınıfı ve ezilenler tarafından eylem alanlarında, fabrikalarda, tarlalarda, işyerlerinde, sokaklarda söylenir!

20 Haziran 2011

* Bu yazı Gerçek Gazetesi'nin Temmuz 2011 tarihli 21. sayısında yayınlanmıştır.