Türkiye Suriye’ye, İsrail İran’a...

Ortadoğu iktidar satrancında yeni bir dönem açıldı. Üç büyük güç, yani Türkiye, İran ve İsrail arasındaki hâkimiyet yarışında, Arap devriminin yarattığı büyük çalkantı içinde Suriye’deki kitlelerin ayaklanması yeni bir durum yarattı. Suriye, şimdi bir hâkimiyet alanı olarak İran ile Türkiye arasında rekabet konusu haline gelmiş bulunuyor.

Bundan sadece üç yıl önce, Tayyip Erdoğan hükümeti, İsrail ile Suriye arasında yaptığı arabuluculuk sayesinde Suriye’yi İran’dan kopararak Batı kampına yaklaştırmanın eşiğine gelmişti. Bunu İsrail’in Türkiye’ye de haber vermeden Gazze’ye karşı başlattığı saldırı engelledi. Mart ayında Suriye’de devrim başladığında, AKP hükümeti yine (emperyalizmin açık, Siyonizmin örtülü desteğiyle) Esad’ı reformlar yoluyla kazanmaya çalıştı. Şimdi bunun olmayacağı anlaşıldığında, yani Beşar Esad ve Suriye Baas rejimi halk üzerinde baskıda ve İran ile ittifakında ısrar edince, emperyalizm, Arap gericiliği ve Türkiye, Suriye’ye yeni bir hükümet tayin etmenin tek çıkar yol olduğu sonucuna varmış bulunuyor. Türkiye’nin Suriye’ye askeri müdahalesi, hem devrimi söndürmek, hem de bu vesileyle Suriye’yi kopararak İran’ı yalnızlaştırmak amacını güdüyor.

Tesadüf bu ya, tam da aynı sırada, eskiden bir Arap başkanı (şimdi Mısır’da başkanlık için hazırlanan adaylardan biri olan el Baradey) varken emperyalizme çok daha mesafeli davranan, ama şimdiki Japon başkanı altında İran’a karşı neredeyse düşmanca bir politika gütmeye başlayan Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu, İran’ın nükleer silah yapma yolunda olduğuna dair güçlü emarelerden söz eden bir rapor yayınladı. Ardından, Britanya’da İsrail’in 2012 başında İran’ı vuracağına dair açıklamalar yapıldı. Gerilim artınca İran’da öğrenciler (rejim tarafından örgütlendiği kuşkusuz olan bir eylemle) Britanya büyükelçiliğini bastılar. Bunun üzerine Britanya İran ile diplomatik ilişkilerini askıya aldı. Böylece, Türkiye’nin Suriye’ye saldırması ihtimaline paralel olarak İsrail’in de İran’ı vurması olasılığı artıyor.

Ortadoğu bölgesel bir yangının eşiğinde. Öyle görünüyor ki, bunu ancak mülksüz kitlelerin büyük mücadeleleri durdurabilecektir.

Suriye'ye uygulanan yaptırımlar

Arap Birliği ve Türkiye, Esad'ı dış müdahaleyle devirip devrimi kontrol altına alma girişimlerine, ABD ve AB ile paralel yaptırımlara girişerek devam ediyorlar. Bu yaptırımların amacı Suriye'yi ekonomik olarak yalıtmak ve devlet başkanı Beşar Esad'ın ülke içindeki destekçisi durumundaki burjuvaziyi ondan uzaklaştırmaktır. Halep'in ve Şam'ın Sünni burjuvazisi, Esad'ı kendi iktidarları bilip kitlelerin ayaklanmasına karşı desteklemiştir. Emperyalizmin şimdiki hedefi, Esad'ı gerekirse zor kullanarak indireceğini söyleyerek Suriye burjuvazisini yanına çekmektir.

Bu bağlamda açıklanan yaptırımlar şunlardır: para transferlerinin askıya alınması, Esad'ın ve yakınındaki yöneticilerin mal varlıklarının dondurulması, bunlara ve Esad'ı yoğun bir şekilde destekleyen kapitalistlere seyahat yasağı uygulanması, hükümet varlıklarına el konması, ticaretin askıya alınması. Burjuvalar ve burjuva yöneticileri için mal varlıklarının dondurulması, belli bir miktar sermayelerinin rehin tutulmasından başka bir şey değildir. Seyahat yasağı ise iktidarın kitle eylemleri ile devrilmesi durumunda kaderlerinin son derece belirsiz olacağını vurgulamak içindir. 30 Kasım’da Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu da Türkiye’nin Suriye’ye yönelik dokuz maddelik yaptırım paketini açıkladı. Yaptırımlar arasında, Suriye yönetimi ile stratejik ilişkilerin askıya alınması, ABD ve AB’ninkilere benzer şekilde seyahat yasağı, mal 

Devrimin önündeki tehlike emperyalizmle işbirliğidir

AKP hükümeti, emperyalizmle kafa kafaya vermiş, Esad'ı gerekirse güç kullanarak devirme planları yapıyor. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül de Kraliçe Eizabeth'in verdiği yemekte “Biz şu anda herhangi bir askeri müdahaleyi doğru görmüyoruz. Şu anda...” demiş. Müdahaleyi Gül'ün işaret ettiği gibi şu anda gerçekleştirmiyorlarsa bunun en önemli sebebi içeride Esad'a karşı savaşan kitlelerin ve onların örgütü konumundaki Yerel Koordinasyon Komiteleri'nin böyle bir müdahaleye soğuk bakıyor olmalarıdır. Türkiye'de kurulan ve içeriyle bağı son derece zayıf olan Suriye Ulusal Konseyi kukla hükümetini içeriye kabul ettirmek için bir süre daha uğraşacaklardır.

Bu süre zarfında Suriye devleti ile pat durumunda kalan devrimci kitlelerin dış müdahaleye, bilhassa Türkiye'nin müdahalesine, ikna edilmeye çalışılacağı kesindir. Burada devrimin kendi gücüyle kat ettiği mesafenin son derece az olması ve Libya'nın başarılı bir örnek gibi sunuluyor olması devrimcileri emperyalizmle işbirliğine açık hale getirebilir. Bu Suriye'de devrimin önündeki en büyük tehlikedir, çünkü emperyalist müdahale devrimin sona ermesi demektir.

Suriye Ulusal Konseyi adındaki emperyalizm işbirlikçisi oluşumun içinde önemli ağırlığı olan Suriye Müslüman Kardeşler örgütünün başkanı İstanbul'da “Suriye halkı Batı'dan gelen bir korumadan ziyade Türkiye'den gelecek bir koruma ve müdahaleyi kabul edebilecektir.” diye açıklama yaptı. Böylece Müslüman Kardeşler Suriye'de de Mısır'da da karşı-devrimci, emperyalizmin çıkarlarına tam bir ters düşmeyi göze alamayan kimliklerini açıkça ortaya koymuş oldular.

Türkiye'nin müdahalesi emperyalizme hizmet içindir

Suriye'ye Türkiye aracılığıyla yapılacak bir müdahaleye dair yaklaşım emperyalist ülkelerin, en başta da ABD'nin ve Fransa'nın ortak yaklaşımıdır. Türkiye'yi her fırsatta AB'nin uzağında tutmak isteyen Fransa Suriye konusunun ele alınacağı AB dışişleri bakanları toplantısına Türkiye'nin özellikle davet edilmesini istemiştir. Fransa yardım malzemeleri ulaştırmak için Suriye'nin izniyle bir insani yardım koridoru açılmasını öneriyor. Suriye izin vermezse bunu zorla yapalım, diyor.

ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Philip Gordon “Türkiye Suriye konusunda sözünü tuttu. Türkiye ve ABD bu konuda birlikte çok yakından çalışıyor ve aynı hedefleri paylaşıyor.” diyor. Davutoğlu ise Arap Birliği toplantısında “Libya'da, Mısır'da ne kadar bağımsız hareket ettiysek Suriye'de de öyle bir politika izliyoruz.” diyerek adeta itirafta bulunuyor.

Fransa Dışişleri Bakanı Alain Juppé meslektaşı Ahmet Davutoğlu ile sürekli temasta. Bir görüşmelerinden sonra Davutoğlu “Bir iç savaş riski olduğunu söylüyorum. Bu kıyımı sonlandırmak için doğru zaman gelmiştir.” diyor. Alain Juppé ise Türkiye'nin Suriye'nin kuzeyinde kuracağı bir tampon bölge konusunda “Bu Türkiye'ye kalmış bir şey ama kararın uluslararası kamuoyu ile işbirliği içinde alınması gerekir.” diye Türk burjuvazisini heveslendiriyor. Sonra da Suriye'deki harekete “Olayı iç savaş boyutuna taşımayın!” diye mesaj gönderiyor.

Hem Davutoğlu hem Juppé neden bir iç savaştan bu derece çekiniyorlar sorusunun cevabı basittir. Kitlelerin silahlanarak Esad rejimini kendi güçleri ile devirmeleri, yani bir devrim ihtimalinden çok korktukları için. Emperyalizmin Türkiye aracılığıyla müdahalesi Arap devrimcileri kurtarmak için değil, devrimi söndürmek için olacaktır. Büyük ihtimalle de Esad iyice güçten düştükten, devrim daha yüksek bir kazanma şansına sahip olduktan sonra gelecektir.

Bunun nedenleri çeşitlidir. Öncelikle kimse kolay kolay hali vakti yerinde bir orduyla çarpışmak, bunun ülke içindeki psikolojik ve ekonomik bedellerini göze almak istemez. İkincisi Türkiye açısından bu müdahalenin en önemli nedenlerinden biri Esad'ın devrilmesinin ardından Suriye Kürtleri'nin elde edebilecekleri haklardır. Türkiye güney sınırının bir uçtan bir uca Kürt siyasi birimleriyle dolmasını istememektedir. (bkz. yan sütunlarda “Suriye’den doğan Kürt kâbusu”)

Dolayısıyla Erdoğan adım adım Esad rejimine dönük tehditlerini arttırmaktadır. Libya Ulusal Geçiş Konseyi Başkanı Mahmud Cibril'in Esad'a sonun Kaddafi gibi olur mesajı göndermesinden birkaç gün sonra, Tayyip Erdoğan, meclis grubunda “Çıkmış ölene kadar savaşırım diyor. Aynen senin kullandığın ifadeleri kullanan ve öldürülen Libya'nın liderine bak. Eğer topraklarına yönelik bir müdahale karşısında ölene kadar savaşmaktan behsediyorsan, insana sorarlar, İsrail'in işgal ettiği Golan Tepeleri için neden ölene kadar savaşmadın?” diyerek Esad'a “Ölürsün!” mesajı veriyor.

Erdoğan'a soruyoruz: Neden, Mavi Marmara olayında, İsrail Gazze'yi ablukaya aldığında, yardım gemilerinde silahsız vatandaşlarının canına kıyan, Filistinli Araplara ve Lübnan halkına zulmeden İsrail ile savaşmadın da şimdi Suriye ile savaşacaksın? Emperyalizmin işini görmek için olmasın?

Türkiye'nin müdahalesi Türk sermayedarlarının çıkarını korumak içindir

Bedelli askerlik ile şimdi zenginler evlerinde yatarken, işçi ve emekçiler Türkiye'nin Orta Doğu macerasında ölüme gönderilecekler. Ama ne için savaşacaklar iyi bilmek lazım: Emperyalistlerin ve Türk kapitalistlerinin çıkarı için.

Erdoğan Afrika Kıtası Müslüman Din Adamları Zirvesi'nde “Libya'ya gelenler Libyalı kardeşlerimizin kaşına gözüne hayran oldukları için değil, Libya'nın petrolünü sömürmek için oradadır. Ama Türkiye Libya halkı için orada.” diyor. Müdahaleye baştan mesafeli görünen Türkiye'nin Libya'da geri dönüş olmadığını anlayınca çark etmesinin yatırımlarla değil kara kaş ve kara gözle ilgili olduğuna kimse inanmaz. Libya'daki Türk müteahhitlerin milyarlarca dolarlık yatırımlarından herkes haberdar. Türk Müteahhitler Birliği’nin hükümete müdahale yolunda baskı yaptığı, Gerçek sayfalarında yazıldı.

Suriye'de de benzer bir durum söz konusu. Türkiye'den Suriye'ye ihracat 2010'da 1,8 milyar dolarken 2011 beklentisi 2,1 milyar dolara kadar çıkıyor. Suriye'den ithalat ise 2010'da 663 milyon dolar. Az buz rakamlar değil, ancak Türkiye'nin ihracat yaptığı ülkeler arasında Suriye, ancak yirmialtıncı sırada yer bulmuş. Müdahale sonrasında bu rakamlar ne olacak dersiniz? Sermayedarlar için oldukça iştah açıcı olsa gerek.

Türkiye İhracatçılar Meclisi, adeta başkanı aracılığıyla çağrı yapıyor: “Geçiş dönemi çok uzun olmaz ise Suriye'deki yatırımlarda artış bekliyoruz.”, “Şu işi bir an önce çözün, sabırsızlanıyoruz.” der gibi. Şu an Suriye'deki tüm yatırımlar işlemez hale gelmiş durumda. Türk firmaları üretim yapamıyor. Sınır illeri Hatay, Antep ve Urfa'daki yatırımların önemli kısmı, Suriye'deki duruma göbekten bağlı.

Güriş Holding, kurucusunun ağzından Suriye'deki durumu tamı tamına şu cümlelerle değerlendirmiş: “Suriye'nin durumuna çok üzülüyorum. Olan bitene içim yanıyor. Parayla alakası yok, Suriye'yi bilen biri olarak üzülüyorum. Suriye bizim için çok önemli bir pazar. İnşallah düzeleceğine inanıyorum. Tekrar Suriye'ye dönmek isteriz.” Erdoğan'la aynı kaş göz edebiyatı ama politikacı olmadığı için bir sonraki cümlede ağzı kendi gündemine kayıveriyor: “Suriye bizim için çok önemli bir pazar.” Güriş'in Suriye'de yüz milyonlarca avro değerinde, iki milyon ton kapasiteli iki çimento fabrikası olduğunu ekleyelim.

Bir diğer kapitalist Dedeman Holding Yönetim Kurulu Başkanı Murat Dedeman “Beklemedeyiz. Umarım kargaşa bitip her şey düzene girer. Ondan sonra faaliyetlerimize eskisi gibi devam ederiz.” demiş. Suriye'de büyük işleri olan diğer holdingler şunlar: Arsan, Attila Doğan, Gama, İlci, Mehmet Güneş. Bu dev gibi sermayelere hükmeden kapitalistler, gerçekten “İnşallah düzelir.” deyip bekleyecekler mi yoksa hükümete baskı yapıp “Çöz şu işi, bitir, gireceksek girelim, arkandayız.” mı diyecekler? Tabii ki ikincisi.

Tayyip Erdoğan Libyalı ve Suriyeli Araplara olan dostluğunu külahımıza anlatsın!

Tayyip Erdoğan neden baş tacı oldu?

En prestijli İngiliz düşünce kuruluşlarından Chatham House Türkiye'de bir toplantı yapmış. Toplantının ev sahibi Suzan Sabancı, sponsoru da dünya devi Vodafone. Abdullah Gül, Egemen Bağış ve başka hükümet yetkilileri de toplantıya katılıyor.

Temel tartışma konuları şunlar: Suriye'deki gelişmelere Türkiye'nin müdahalesi, ABD'nin Irak'tan çekilmesinden sonra Irak'ta ortaya çıkacak boşluğu Türkiye'nin kapatması, Arap ülkelerinde iktidara gelen partilerin AKP gibi değil de sert bir İslamcı (siz bunu emperyalizme kölece boyun eğmeyen, Siyonizm düşmanı diye okuyun) tutum almaları ihtimali.

Özellikle bu sonuncusunun gerçekleşmesinin tartışıldığı bölümde ABD ve İsrail'in buna izin vermeyecekleri, askeri diktatörlükleri tercih edecekleri konuşulanlar arasında. Böyle bir durumda devrimlerin daha ileri gitmesinden duyulan korku, konuşmacılar tarafından dile getirilmiş ve birçoğu “Tam bir felaket olur!” demişler.

Bu noktada AKP'den beklenen de net olmalı. Seçimlerle iktidara gelen İslamcı partilerin evcilleştirilmesi, kontrol altında tutulması, emperyalizme ve Siyonizme kafa tutmamalarının sağlanması. Böylelikle burjuva demokrasilerinin aldatıcılığından uzak askeri diktatörlüklerin, sorunları kendi bileğinin gücüyle çözmeye adım adım ısınan kitlelerin elinde un ufak edilmesi ihtimalinden kurtulmak.

Özetle, Tayyip Erdoğan 1. Libya'da önce tereddütlü açıklamalar yapsa da sonra ittifaka dahil oldu. 2. NATO'nun İran'a ve Rusya'ya karşı kurduğu füze kalkanının Türkiye'de kurulmasına onay verdi. 3. Suriye'ye karşı açılan kampanyada başı çekiyor. 4. Bölgede İran'ı dengeleyecek bir politika izliyor. 5. Arap Devrimi'nin düzenli geçiş stratejisi ile evcilleştirilmesine yardımcı oluyor. Bu nedenlerle Avrupalı ve ABD'li emperyalistler AKP'yle eskisine göre çok daha iyi geçinmeye çalışıyorlar.

Bu arada toplantıda sürekli AKP'yi öven her telden yabancı uzman, bir konuda eleştirilerini eksik etmemişler. O konu da, tabii ki, Ergenekon, Balyoz vs. gibi davalara dair çarpıklıklar ve operasyonların niteliği olmuş. Yani Batıcı-laik burjuvazinin hassasiyetlerini önemsediklerini belirtmişler. Adeta AKP'ye “Sana verdiğimiz desteğe aldanıp aman fazla ileri gitme!” diye ayar vermişler.

Yıllarca her türlü burjuva partisi, başta da faşistler ve ulusalcılar, Kürt meselesinin ve PKK'nin emperyalizmin Türkiye'yi karıştırma gündemi olduğunu söyleyip durdular. Ama emperyalizmin sözcüleri buraya kadar gelip AKP'ye övgüler düzerken, bir yandan da burjuvazinin politik iç savaşı konusunda iki kelam etmişler ama Kürt meselesinde ağızlarını açmamışlar. Tayyip Erdoğan'ın Suriye'deki politik tutsakların salınması talebini alkışlamışlar ama Erdoğan'ın esir aldığı binlerce Kürt hareketi mensubunu görmezden gelmişler. İşte emperyalizmin Kürtlere desteği bu kadar!

Suriye’den doğan Kürt kâbusu

Türkiye devletinin ve hükümetinin Suriye konusunda bu kadar hırçın olmasının bir nedeni de devrimin Esad rejimini yıkması halinde Ortadoğu’da Kürt halkının özgürleşme mücadelesi açısından yepyeni bir durumun ortaya çıkması olasılığı. Eğer Suriye’de rejim çökerse, ülke çözülme sürecine girebilir, ülkenin kuzeyinde Kürt halkı kendi özerk, hatta bağımsız bölgesini kurma fırsatını elde edebilir. Bunun Türk devleti için bir kâbus senaryosu olduğu açık.

Türkiye’nin güneyindeki Kürdistan Özerk Devleti’nin batısına bu durumda yeni bir özerk, hatta bağımsız bir siyasi birim geliyor olacağı açık. Buna Türkiye’de Kürt halk kitlelerinin son bir yıl içinde, gerek seçimde, gerekse seçim dışında yaşadığı büyük canlılığı eklerseniz, Kürt sorununun patlamalı bir gelişme gösterme olasılığı yüksek.

* Bu yazı Gerçek Gazetesi'nin Aralık 2011 tarihli 26. sayısında yayınlanmıştır.