Yunanistan: Avrupa Sosyalist Devrimi’nin muharebe meydanı

Yunanistan yine kaynamaya başladı. Devrimci İşçi Partisi’nin kardeş partisi EEK önderlerinden Savas Mihail-Matsas aşağıdaki yazıyı 7 Şubat Salı günü düzenlenen genel grevin ertesinde 8 Şubat Çarşamba günü kaleme almış. Bu yazının hemen ardından Yunan sendikaları iki günlük bir genel grev daha düzenlediler. Yazıda sözü edilen 130 milyar avroluk kurtarma paketi ve Yunan hükümetinin bunun karşılığında troykaya taahhüt ettiği “sosyal yamyamlık” paketinin parlamentoda oylanması öncesinde yapılıyor bu genel grev. Böylece bugün (11 Şubat) Avrupa’nın öndevrimci durum yaşayan ülkesi Yunanistan ile Arap devriminin öncü ülkesi Mısır’da aynı gün genel grev yapılıyor. Yüreklerimiz Atina’da ve Kahire’de atıyor. Savas Mihail-Matsas’ın aşağıda yayınlamakta olduğumuz yazısı, Yunanistan’daki toplumsal ve siyasal duruma, yaşanan mücadelelerin arka planına ve solun çeşitli akımlarının politikalarına mükemmel bir ışık tutuyor.

“Yunanistan ve Avrupa’da komünist devrimi önlemek istiyorsak, Yunanistan’ın borçlarını ikinci kez kurtaracak memorandumu imzalamak zorundayız”. Avrupa Merkez Bankasının eski başkan yardımcısı Papadimos önderliğinde, kimse tarafından seçilmemiş bir “ulusal birlik” hükümetinin, “sosyalist” PASOK ve sağcı Yeni Demokrasi ile birlikte tamamlayıcı parçası durumundaki aşırı sağcı LAOS partisinin lideri (antisemit ve faşist görüşlerinden ötürü Karaca-Führer olarak da bilinen) Yorgos Karacaferis böyle demiş.

Bu faşist palyaço bir bakıma doğruyu söylüyor. Özel Sektör Katılımı (Private Sector Involvement), yani özel bankalar ve diğer finans yatırımcılarınca tutulan Yunan devlet bonolarına yüzde ellilik “saç traşı” ve ödenebilirliği kalmamış Yunan borcunun, bir yandan Avrupa Birliği ve İMF tarafından verilecek 130 milyardan fazla avro sayesinde, bir yandan da sosyal yamyamlık mahsulü yeni bir kemer sıkma paketi sayesinde kurtarılması etrafında bir uzlaşma bulabilmek için çekilen onca azabın, diğer aşırı borçlu avro bölgesi ülkelerine bulaşmayı engellemek üzere bir “yangın duvarı” oluşturulması yolunda edilen onca laklakın esasında tek bir gayesi var: müflis Avrupa Birliği’ni, Yunanistan’ın büsbütün ve intizamsız şekilde finansal ve sosyal çöküşünden ve Yunan kitlelerinin halkçı ve devrimci bir ayaklanmasını izleyecek zincirleme devrimci patlamalardan korumak.

Ama AB, Avrupa Merkez Bankası (AMB) ve İMF troykasının, Papadimos hükümetiyle dayatmaya çalıştığı yeni önlemler paketi, aslında, hem daha şimdiden mahvolmuş Yunan halkı için, hem de ülkenin ve Avrupa’nın yönetici sınıfları için bir felaket reçetesidir.

Son iki yıldaki bütün sözüm ona “kurtarma” operayonlarının tam anlamıyla başarısızlığa uğramasının ardından, Yunanistan’ın Nazi işgalinden bu yana yaşadığı en büyük sosyal sefalet çılgıncasına bir hızla büyüdü. Ülke dipsiz bir durgunluğa sürüklendi. Resmi rakamlarla yüzde 20 civarında dolaşan işsizlik, Avrupa Birliği’nde İspanya’dan sonra ikinci sırada. Gençliğin yarısı işsiz ve iş bulma ümitleri de yok. Ücret ve ikramiyeler yüzde 50’ye varan düzeyde hunharca budandı. Sağlık hizmetleri ve eğitim sürünüyor.  Yalnızca Atina’da, evsiz barksızlara yeni yeni katılan on binlerce kişi, eşi benzeri görülmedik soğukta hayatta kalmaya çalışıyor.

Böylesine trajik koşullarda, uluslararası ve Avrupalı finans kapital ve Frau Merkel ile Mösyö Sarkozy önderliğindeki burjuva hükümetleri, tedavi niyetine aynı zehri daha yüksek dozlarda dayatmak istiyor: hem asgari ücretin hem de tüm ücretlerin yüzde 20 oranında kısılması, zaten sefil düzeydeki emekli maaşlarının yüzde 5 ila 20 oranında kısılması, Nisan ayına dek kamuda 15 bin kişinin daha işten çıkarılması, daha fazla hastane okul ve üniversitenin kapatılması, sendikalar ve patronlar arasında toplu sözleşme ve pazarlık hakkının fiilen ortadan kaldırılması, devasa özelleştirmeler ve ülkenin kıymetli tüm kaynaklarının yağmalanması (enerji, büyük kamu kurumları, madenler vb).

Yunan hükümetiyle “müzakereler” ve bu müzakerelerdeki gecikmeler işin şov kısmıdır (Müzakereler mevcuttur, ancak perde arkasında, gerçek oyuncular arasında, İMF, AMB ve Merkel Almanya’sı arasında). Atina’daki Başkanlık Sarayında sergilenen şovun oyuncuları, koalisyon hükümetini oluşturan üç partinin lideri ve “teknokrat” Başbakandır. Özel Sektör Katılımı üzerinde bir uzlaşmanın ve yeni kurtarma [paketinin] ilan edilmesindeki gecikmenin nedeni, bunu, zaten çözülmekte olan Yunan burjuva politik sisteminden arta kalanları da berhava edecek kontrolsüz bir patlamaya yol açmaksızın halka nasıl takdim edeceklerinden kaynaklanmaktadır.

İktidardaki koalisyonun ve Papadimos hükümetini oluşturan partilerin herhangi bir meşruiyet ve itibardan yoksunluğu en son gerçekleştirilen kamuoyu anketlerine dahi yansımıştır. 2009 yılında yüzde 44 ile iktidara gelen PASOK, şimdilerde kendisini yüzde 8’lik bir facia ile karşı karşıya bulmaktadır! PASOK’un kaybettiğini Yeni Demokrasi kazanamamıştır; seçmenlerin ancak yüzde 30’u bu partiye oy verme niyetlisidir, bu da hükümet kurmak için kesinkes yetersizdir. Aşırı sağcı LAOS yüzde 5’e gerilemiştir (onun kaybı, büyümekte olan ve şimdilerde parlamentoya girebilmek için gerekli yüzde 3 barajına dayanmış olan açıkça Nazi olan “Altın Şafak”a gitmiştir). Şu an itibarıyla halkın öfke ve umutları, tümü toplandığında emsali görülmedik bir yüzde 46 oranına ulaşan sol partilere yönelmiştir! Synaspismos’dan sağcı bir kopuşun ürünü “Demokratik Sol” yüzde 18, Stalinist KKE yüzde 12.5, Synaspismos/SYRIZA bloku yüzde 12, Yeşiller yüzde 3 almaktadır (Daha önceki bir kamuoyu yoklaması “geniş antikapitalist” koalisyon ANTARSYA’ya yüzde bir ve EEK’e yüzde 0.5 vermişti). Kendilerinin ezici yenilgisinden ve solcu partilerin çığ gibi zafere yürüyebileceğinden duydukları korkunun iktidar partilerini seçimleri mümkün olduğunca ileriye ertelemeye itmesi anlaşılabilir. Halen PASOK’un lideri ve Sosyalist Enternasyonal’in Başkanı konumundaki Papandreu mevcut seçilmemiş hükümeti, anayasaya aykırı olmasına rağmen bir, belki de iki sene (!) muhafaza etmeyi önermektedir. Benzeri bir öneri komünizm hayaletini ileri sürerek “Yunanistan’ın Akdeniz’in Küba’sı olması”ndan duyduğu “korku”yu dile getiren Karaca-Führer tarafından da ortaya atılmıştır!

Kapitalizmin çözülmesi burjuva parlamenter demokrasinin çözülmesiyle elele gitmekte…

Kitlelerden duydukları korku burjuvazinin bütün hesap-kitabına hükmetmektedir. Burjuva partilerinin kitlevi ölçekte terk edilmesi ve sola dönüş [eğilimi] sosyal mücadele alanında kendisini çok berrak biçimde sergilemektedir. Hükümet güçleriyle uluslararası finans kapital arasındaki yeni mukavele ilan edildiği esnada (öyle gözüküyor ki sahte parlamento bu mukaveleyi 12 Şubat Pazar günü oylayacak) yirmi binden fazla işçi GSEE (Genel Emek Konfederasyonu), ADEDY (Kamu Emekçileri Ulusal Federasyonu) ve PAME (KKE’nin sendika örgütü) tarafından ilan edilmiş 24 saatlik grev esnasında yoğun rüzgar ve yağmur altında Atina’da yürümekteydi.

İlerleyen günler için yeni gösteri ve grevler planlandı; bunlardan biri de Pazar günü Sindagma meydanında kitlesel bir miting. Yeni bir işgal dalgası başgösterdi: elektrik işçileri tarafından Enerji Bakanlığının ve kömür madenlerinin işgali, Kilkis Hastanesinin işgali ve işçilerce idare edilmeye başlanması vb. 11 Şubat’ta, farklı önerileri ve eylem eşgüdümünü tartışmak üzere Atina ve civarındaki mahalleler tarafından ikinci Halk Meclisleri Genel Buluşması gerçekleştiriliyor. Ülke baştan başa sürekli bir çalkantı halinde.

İşçi hareketi içindeki bürokrasi hâlâ mücadelenin gelişimi önünde büyük bir engel. Mukavelenin Şubat ayı başında oylamaya sunulacağı gayet iyi bilindiği halde, PASOK ve Yeni Demokrasi destekçilerinin oluşturduğu çoğunluğun egemenliğindeki GSEE ve ADEDY sendika bürokrasileri Genel Grev için her türlü hazırlık yapılmasını engellediler ve ancak son dakikada, 6 Şubat Pazartesi günü, ertesi gün için çağrıda bulundular!

KKE ve sendika kolu PAME, sendikal ve sol hareketin kendisi haricindeki güçleriyle her türlü ortak eylemi reddeden bir sekterlikle, sol ama pratikte burjuva sistemini hedef almayan bir retoriki bir araya getiriyor. KKE’nin Genel Sekreteri Aleka Papariga, Atina yürüyüşü sırasındaki konuşmasında hükümeti alaşağı etmekten ve hatta işçi hükümetinden ve ulusal borçların reddinden söz ediyordu. Ama hemen bunun ardından, aynı konuşmada, “hükümeti alaşağı etmek parlamenter seçimler demektir” diyerek konuya açıklık getirdi! (Rizospastis, KKE’nin günlük gazetesi,  7 Şubat 2012). Bu seçimlerde, diye devam ediyordu, iktidar partileri PASOK, Yeni Demokrasi ve LAOS yenilgiye uğratılmalı ve ”halk yeni bir çatışma, kopuş ve devirme için, yeni bir başlangıç için, yeni bir sayfa açmak için mücadele kararlılığını göstermeli”. Elbette KKE’ye oy vererek ve onu güçlendirerek. Halkı kısa vadede “kısmi kazanımlar dayatmaya” çağırıyordu. İşçilerin halkçı iktidarı perspektifini ve ulusal borcun iptalini dile getiriyordu, ama Antenna TV kanalındaki bir röportajda söylediği üzere, ancak “güç ilişkileri izin verdiği takdirde”.

Synaspismos/SYRIZA’ya gelince; o da kendi cephesinden bir yandan hükümeti devirmeye çağırıyor (şu günlerde Yunanistan’da herkesin yaptığı üzere), bir yandan da erken seçimlere ve “çekirdeğini solcuların teşkil edeceği bir anti-memorandum koalisyonu” oluşturmaya. Bu temelde de, hem PASOK’u terk eden sol liberal güçlere, hem de Demokratik Sol ve ANTARSYA’ya yönelik açılımlarda bulunuyor.

Demokratik Sol’un kamuoyu yoklamalarınca kaydedilen yükselişi, gelecekteki “ulusal selametçi” bir burjuva koalisyon hükümetine katılmaya hazır olduklarını saklamaya gerek duymayan bir grup sağ kanat reformistin kendine mahsus biçimde gelişimi olarak değil; PASOK’un ve iki parti üzerine kurulu siyasal sistemin çözülüşünün işareti olarak görülmelidir.

ANTARSYA çerçevesinde hareket eden merkezci gruplar her türlü mücadelenin içinde yer alıyor olsalar da, genel perspektifleri bazen KKE’nin dahi sağında kalıyor: mesela işçi iktidarı çağrısında bulunmanın bütünüyle erken olduğunu düşündükleri zamanlarda veya halihazırdaki kapitalist çerçeve içinde “solcu bir hükümet” oluşturmanın her ne kadar “olumlu bir gelişme” olsa da, ”işçi sınıfının sorunlarına uzun vadeli çözümler getiremeyeceğini” öne sürdüklerinde (ANTARSYA’nın en güçlü ikinci grubu olan Cliff’çi Sosyalist İşçi Partisi lideri Panos Garganas’la,  5 Şubat 2012’de, NAR’ın haftalık dergisi Prin’de yayımlanmış olan söyleşi. ANTARSYA içindeki başka gruplar da bu pozisyonu desteklemekte; buna en güçlü grup olan NAR’ın kendi içinden bir kesimin SYRIZA ile ittifaka yönelmesi de dahil).

Partimiz EEK, artık yurt çapına ve kilit sektörlere (fabrikalar, sağlık, eğitim alanları, işsizler, halk meclisleri vb.)  yaydığı mücadelesini sürdürerek, işçilerin ve yoksul halk yığınlarının halk meclisleri, eylem komiteleri, bağımsız işçi mücadele merkezleri vb. gibi kendi mücadele örgütleri aracılığıyla özörgütlenmeleri için, hem Papadimos hükümetini, hem de her türden alternatif burjuva hükümetini alaşağı edecek süresiz bir genel grev için, ulusal borcun tazminat verilmeksizin reddi ve bankaların işçi denetimi altında kamulaştırılmaları için, işçi iktidarı için, emperyalist AB ve avrodan devrimci bir kopuş ve Avrupa Sosyalist Birleşik Devletleri için kavga vermeye devam ediyor.

Bu uzak bir olasılık değildir: bölgemizde Romen kitleleri daha yeni hükümet yıktılar, Karadağ kitle gösterilerine sahne oluyor ve bütün Avrupa’da, İtalya’dan, İspanya’ya, Portekiz’e, İrlanda’ya halkların huzursuzluğu büyüyor. Kıtasal ve uluslararası ölçekte bir patlama kaçınılmazdır.

8 Şubat 2012