Trotskiy, virajlar ve olasılıklar: tarih, devrimci siyaset ve güncellik

Partido Obrero’nun önderlerinden Arjantinli yoldaşımız Pablo Rieznik’i 17 Eylül günü yitirdiğimizi daha önce sitemizde duyurmuştuk. Anısını onurlandırmak üzere aşağıda önemli bir yazısını yayınlıyoruz. Bu yazı, PO’nun yayın organı Prensa Obrera gazetesinin 23 Ağustos 2012 tarihli 1236. sayısında yayınlanmıştır.

 

20 Ağustos: Trotskiy’in katledilmesinin yıldönümü vesilesiyle

Bu yazının başlığı, Trotskiy’in 1905 devriminin hemen ertesinde kaleme aldığı bir eserine atıfta bulunuyor. Sonuçlar ve Olasılıklar, bu devrimin derslerini masaya yatırıyor ve isabetliliği ile cüretkârlığı açısından (Isaac Deutscher’in üç ciltlik Trotskiy biyografisinde işaret ettiği gibi) yalnızca Komünist Manifesto ile kıyaslanabilecek bir öngörü ortaya koyuyor.

Bu öngörünün anafikri, hedefi on ikiden vurarak, çağdaş tarihteki bir viraja atıfta bulunuyordu: “İktisadi olarak geri bir ülkede, proletarya, iktidara kapitalizmin gelişkin olduğu bir ülkeden önce gelebilir. (…) Rus devrimi, burjuva  liberalizminin politikacıları devlet adamlığı yeteneklerini sonuna kadar sergileme fırsatı bulamadan proletaryanın iktidara gelebileceği koşulları yaratıyor.”

Bir viraj ve yeni bir tarihi geçiş. 1789’da Paris’te parlamış olan burjuva demokratik devrimin ışığı, 1848’de, yani Manifesto’nun yayımlandığı tarihte, işçi sınıfının sahneye çıkışıyla beraber sönmeye yüz tutmuştu. Burjuvazi, işçi sınıfını eski düzenden daha büyük bir tehdit olarak görüyordu. Bu yüzden Komünist Manifesto şunu öngörüyordu: “Alman devrimi (…) proleter devriminin önsözü olacaktır”. 1905’te, devrimde işçi hareketinin oynadığı rol yeni bir devrin ve başka bir geçişin kök saldığını gösteriyordu. Bu devir ve geçiş ise sosyalist devrimi ön plana çıkartıyordu.

Bu tarihe gelene kadar Lenin, “Kapitalizm emperyalizme, gelişiminin çok yüksek bir noktasında, temel nitelikleri yeni bir toplumsal rejime geçiş aşamasına ışık tutarken dönüşüyor” dediğinde, Bolşevizm tarihin bu virajına kendi programının damgasını çoktan vurmuştu. Bir kez daha: viraj ve geçiş.

Yapı ve konjonktür

Virajlar ve geçişler yalnızca tarihin “temposunu” değil, aynı zamanda siyasi durumun ve kitlelerin bilincindeki evrimin de temposunu belirler. Trotskiy Lenin’in “siyasi bakımdan koku alma" konusundaki istisnai hassasına atıfta bulunduğunda, onun bu süreci değerlendirme yeteneğini görmüştü. Bunun işaret ettiği şey, onun mevcut durumun, “çeşitli belirlenimlerin sentezi” olarak somutun farklı veçhelerinden hangisinin asli hangisinin tali olduğunu saptamada gösterdiği isabetlilikti. “Koku alma”, yani tecrübenin ve siyasi tablonun anahtar noktasını yakalayabilmek için gösterilen devrimci sebatın üzerine inşa edilmiş bir çeşit sezgi. Kilit bir mesele: kitlelerin bilincinin evrimi spesifik çalışma hattının, yani taktiğin belirlenmesine katkıda bulunur.

Trotskiy, biyografik tanıklığında (Hayatım), işçi sınıfını iktidara taşıma görevine hizmet eden bu “koku alma" hassasını, Lenin’in aşılmaz meziyetleri arasında sayar. Bolşevizmi, 1917’nin kritik konjonktüründe ve iç savaşta şekillendiren işte bu meziyettir.

Trotskiy, Bolşeviklerin iktidarı almasını izleyen onyıllarda yaşanan sarsıntıları belirleyen virajları ve geçişleri tahlil edebilmek amacıyla, bu mahirane aracı geliştirmek için kendini paraladı. Bu sarsıntılar 1918’den 1923’e Alman devriminin yaşadığı yenilgiler; 1926 İngiliz genel grevi ve 1927 Çin devrimi;  Alman Komünist Partisi’nin mücadele etmeden yaşadığı trajik yenilgi ve Almanya’da Nazilerin yükselişi; İspanyol devriminin iniş çıkışları ve kısa süre sonra Fransız proletaryasının ayaklanması olarak sıralanabilir. Bunun son fakat belirleyici örneği IV. Enternasyonal için verdiği son mücadelede uyguladığı siyasi yaklaşımdı. Trotskiy bunu hayatının en önemli savaşı olarak değerlendiriyordu ve yalnızca bu savaşta kendisinin yerine getirdiği görevin “olmazsa olmaz” olduğunu söyleyecekti. Proletaryanın devrimci önderliğinin yeniden inşası için, bu sefer henüz tamamlanmamış olan, bir başka geçiş.

Bugün

Trotskiy’in bu mirasını, bahsettiğimiz bakış açısıyla, mevcut durum için kullanmak hiç de fena olmaz. Özellikle de tarihin dönüm noktalarından birinde olduğumuz için. Bu da bizim “geçiş”imizdir. Daha “dün”, doksanların başında ve SSCB’nin çöküşüyle, sermaye zafer davullarını çala çala, işçi sınıfının devrimci patlamalarına karşı bir çeşit intikam vaktinin geldiğini ilan ediyordu. Çin’in kapitalist sömürgeleştirilmesi, burjuvaziye bakılırsa, yeni bir kapitalist üstünlük asrını açıyordu.

Tarihin ironileri işte: daha bütün bunların üzerinden on yıl geçmemişti ki, tam da Güney Asya’da, Tayland’da, kapitalist dünya krizinin tsunamisi başladı ve sermayenin yenilenmiş modernleştirici kapasitesinin kanıtı olarak sunulan “kaplanları” mahvetti. Bu 1997’de olmuştu; ertesi yıl,  kasırga restorasyon halindeki Rusya’yı mahvedecek, bu ülke ödemeleri durduracak ve Wall Street’in finans sermayesi devlerini iflasa sürükleyecekti. Bu şirketler daha evvelinde bürokratları ve işleri kılıfına uydurmuş mafyaları ihya etmişti. Borsanın çöküşü ve iflaslar sözde teknoloji şirketlerinin çöküşü ve simge haline gelmiş WordCom ve Enron gibi tekelci şirketlerin iflası ile Kuzey Amerika’ya uzandı. Kriz rüzgârları bu kez güneye doğru yol alıp bizim kıtamıza, yani Güney Amerika’ya ulaştı. Brezilya’yı tarumar edip Fernando Henrique Cardoso hükümetini sarstıktan sonra gücünün doruğunda ülkemize, yani Arjantin’e ulaştı. Bu, Arjantin tarihinin en büyük iktisadi depresyonunun ve bunun patladığı nokta olarak da “Argentinazo” diye adlandırılan isyanın iyi bilinen hikâyesidir.

Şimdi biliyoruz (ve öngörmüştük!) ki 2002/03 ile 2007 arasında küresel ekonominin “toparlanma”sı, onu besleyen büyük spekülatif balonla orantılı bir şekilde patlamaya mahkûmdu. Ve patladı da. Böylelikle, eşi benzeri görülmemiş ve iki perde halinde on beş yıla yayılan bir krizle karşı karşıyayız. Yeni bir yükseliş döneminin eşi benzeri görülmemiş lokomotifi olduğu iddia edilen restorasyonun, ölümcül bir hastanın hizmetindeki bir oksijen çadırından başka bir şey olmadığı da bugün ortaya çıkmış durumda. Basit bir metaforla anlatılabilecek olanı inkâr etmek için ne kadar da lügat paralamışlardı! Şimdi bumerang türü bir olguyla, eski kamulaştırılmış ekonomilerin çözülmesinden dünya kapitalizminin en önemli merkezlerinden birinin, Avrupa Birliği’nin çözülmesine geçiyoruz. Oysa kamulaştırılmış ekonomilerin bu çözülmesinin dünya kapitalizminin kurtuluşunu sağlayıp, yetmişli yıllardaki krizden itibaren devam eden, kapitalizmin çeyrek yüzyılı aşan uzun gerileyişini de tersine çevireceği varsayılmıştı.

İşte bu dönüm noktası yirmi yıldan uzun süredir yaşananların ortaya çıkardığı işareti eksi yerine artıya çeviriyor ve tarihin akışını eski hâline getiriyor. Bu akış yolundan sapıyormuş, kavisler çiziyormuş ve hatta geriye gidiyormuş gibi gözüktüğü zamanlarda dahi yolundan sapmaz. Dönüm noktaları, virajlar ve geçişler. Bu konu son Partido Obrero (İşçi Partisi) kongresinde bir kez daha ele alındı. Bu kongre Arap devriminin virajlarını, Yunanistan’daki geleneksel partilerin çöküşünü ve İspanya’daki büyüyen eylemleri temel alarak yeni olasılıkların anahatlarını çizdi. Bunlara, Latin Amerika’nın tamamında yaşanan siyasi kriz de ekleniyordu.

Meydan okuma

Bu noktada, bir kez daha Trotskiy’e dönmeye değer. Trotskiy sosyalist devrimin,  geri çekilmelerin ve yenilgilerin ötesinde,  kapitalist krizleri yaratan ve “üretici güçlerin gerilemesi”ne yol açan kaçınılmaz eğilimin sonucu olacağına işaret ediyordu. Şimdi içinde bulunduğumuz durumdaki viraj kendini, on beş yıllık küresel krizin ardından, siyasi rejimlerin tedrici fakat sürekli yıkımında, durmak bilmeyen iflasların başa çıkılmazlığında ve yakın tarihte eşini benzerini görmediğimiz bir kapsama ulaşan grevler ve halk ayaklanmalarında gösteriyor. Bu halk isyanlarının merkez üssünü ise yaşlı kıta ve Arap dünyası oluşturuyor. Sınıfların siyasi bakımdan pusulasız kalmaları, geleneksel denilen siyasi yapıların çözülmesi ve cepheler arası ani geçişlerin hepsi gündemde.

Kısacası, işçi sınıfının siyasi gündemi, ülkeleri ve kıtaları birbirinden ayıran tüm nüanslara rağmen, iktisadi, siyasi ve uluslararası krizlerden oluşan ve kitlelerin yeni bağımsız ve tarihsel eylemini belirleyen bir tarihsel geçiş dönemince belirlenmektedir. Sermayenin iflası, siyasi öznellik alanında ve kitlelerin bilincinde yaşanacak niteliksel bir sıçramayı hazırlıyor. Bunu Yunanistan’da görüyoruz. Viraj meselesi siyasi momenti belirliyor, hakeza halk isyanlarının siyasi önderliği meselesi de öyle. Bu tahlil uyarınca, Partido Obrero kendisinin yanı sıra tüm devrimci solu (yani proletarya diktatörlüğü için mücadele ettiğini ilan eden solu) buna uygun bir hat izlemeye çağırıyor. Dünya devrimci solunun büyük bir kısmında hâkim olan hizipçiliğin ve kerameti kendinden menkullüğün nihai sebebi, yeni tarihsel geçişe dair ölümcül bir kavrayışsızlıktır. Bizim Trotskiy’in anısını onurlandırma yolumuz, onun temel teorik-pratik miraslarından birini devralmaktır: bir geçiş döneminde devrimci siyasetin inşa ediliş tarzını.