Suriye'ye özgürlük ve barış, halkı diri diri yakanlarla gelmeyecek!

Ortadoğu'nun kalbi Suriye ile atıyor. Suriye'de iç savaş, emperyalist müdahale olasılığı, tüm dünya devi devletlerin aralarındaki pazarlıklar ve nihayet Cenevre 2 Konferans'ına giden yolda Suriye muhalefetinin unsurları arasında derinleşen çatlaklar gündemi oluşturuyor. Bu bulmacanın parçalarını birleştirmek, işçi sınıfı ve ezilen halklar için tutarlı bir bakış açısı yaratmak gerekiyor. Çünkü Türkiye, Ortadoğu'da AKP'nin kan odaklı dış politikasından dolayı Suriye iç savaşının önemli bir destekleyicisi durumundadır. Reyhanlı katliamı, Ceylanpınar'a düşen füzeler, Hatay ve Gaziantep'te muhalif üslerinin kurulması gibi bir takım meseleler, AKP'nin Ortadoğu liderliği adına giriştiği macerada Suriye’yi, Türkiye halkının iç sorunu haline getirmiştir.

AKP'nin Suriye politikası, “değerli yalnızlık” gibi cafcaflı kavramlarla örtülmeye çalışılsa da durum açıktır. Erdoğan ve AKP dolayısıyla Türk devleti, emperyalizmle birlikte Suriye'ye müdahale etmek istemiş, yapamamış ve rezil olmuştur. Tüm dünyanın gözünde Türkiye, Suriye'de türbe yakan, bombalar patlatan, Kürtleri ve Alevileri katleden İslamcıların müttefikidir.

Türkiye-El Kaide ittifakı

Suriye'deki iç savaşın önemli bir aktörü İslamcı örgütler. Özgür Suriye Ordusu ve Müslüman Kardeşler, Katar ve Türkiye'nin önemli desteğiyle göz önünde olsa da, El Kaide'yle bağlarını gizlemeyen örgütler güç kazanmış durumda. Suriye ve Ortadoğu'da cihadı hedefleyen, burjuva demokrasisini bile reddeden, din devleti yanlısı bu gruplar, birçok bombalama ve kaçırma eyleminin de sorumluları. En az güçle çok yol gitme amacındaki köktenci İslamcılar, genelde iki tip eylem biçimine sahipler. Canlı bomba eylemleri ya da düzensiz birliklerle vur kaç yapmak.

Bunlardan en bilinenleri El Kaide'ye yakın Nusret Cephesi ve Irak-Şam İslam Devleti. Bu çeteler, Suriye'de bir İslam emirliği kurmak için mücadele ediyorlar. Bünyelerinde cihadı profesyonel meslek edinmiş Çeçen, Afgan, Türk, Arap vs. uluslardan yabancı savaşçıların varlığı savaşın dengelerini değiştiriyor. Irak, Çeçenistan ve Afganistan işgalleri esnasında tecrübe kazanmış militanların Suriye halkını ve devrimi temsil ettiğini savunan pek kimse kalmadı.

Nusret Cephesi'ne bağlı militanlar, fethettikleri yerleşim biriminde şeriat mahkemeleri kuruyorlar. Kıtlık ve yoksullukla kavrulan Suriyelilere ilaç ve gıda yardımı yapıp halkın güvenini kazanmaya çalışıyorlar. Eğer Sünni mezhebinden farklı bir ibadet alanı ya da türbe varsa onu imha ediyorlar. Şii ya da Nusayri inancına sahip köylerden halka kötü davranılıyor. İnternet ortamına düşen videolarda, Nusret çeteleri sadece Alevi oldukları için kamyoncuların gırtlağını kesiyor. Bu çeteler, bırakın Hıristiyanları ve farklı mezhepleri, Sünni din adamlarını bile kaçırıp, katledebiliyorlar. Sadece Nusret Cephesi değil, şu anda isimleri sayılamayacak kadar uzun irili, ufaklı farklı ülkelere ve şeyhlere biat etmiş yüzlerce İslamcı grup Suriye'de cihat için savaşıyor. Sadece Esad ya da Kürt güçleriyle değil, işin içine hâkimiyet, para ve petrol girince kendi aralarında da savaşıyorlar.

AKP hükümeti ve İslamcı medya, cihat ordularının kafa kesme, Kürtleri ve Alevileri diri diri yakma, Şii türbelerini parçalama videolarının internette dolaşmasını Esad'ın batıdan gelecek silah yardımlarını engelleme girişimi olarak sunuyor. Baştan sona palavra! Birincisi, El Kaide yanlısı bu gruplar, yukarıda saydığımız videoları bir propaganda ve korku aracı olarak kullanıyorlar. Dahası barbarlığın propaganda videolarını kendileri yüklüyorlar. İkincisi, AKP’sinden Saadet'ine, Özgür-Der'inden Hüda-Par'ına, Gülen'in Aksiyon dergisinden yeminli Alevi düşmanı Yeni Akit'ine bir dizi İslamcı çevre ve partiye sormak lazım, neden El Kaide'nin barbarlığı ortaya çıktığında veryansın ediyorsunuz? Neden hemen savunmaya geçiyorsunuz? Neden Dışişleri bakanınız Davutoğlu, Suriye'de grupları sadece bir takım aşırı yöntemler kullanmakla suçluyor? Yoksa aranızda bir çıkar birliği, tarihsel bir ortaklık mı var?

Hiç kimse sözü geçen çevrelerin, Suriye'deki mezhep savaşının lideri Nusret Cephesi’ne verilen desteğin temelsiz olduğunu söylemesin. Bakın Erdoğan fanatiği Yeni Akit gazetesinin internet sitesinin yazarı ne diyor: “En-Nusra Cephesi’nin desteklenmesi hem Türkiye’nin seküler menfaatlerine uygundur hem de Müslümanların teveccühüne mazhardır. Her iki durumda da En-Nusra desteklenmeli, mücahidleri techiz edilmelidir. Ceylanpınar sınırında En-Nusra Cephesi’nin küffarla cihadı bütün Müslümanların onurudur. Türkiye’deki Müslümanların duaları En-Nusra ile beraberdir.” (Mustafa Durdu, 7 Ağustos 2013, habervaktim.com)

Emperyalizmin Ortadoğu'da sözü geçmiyor

Emperyalizmin Ortadoğu'da hâkimiyetinin zayıfladığını uzun zamandır söylüyoruz. Emperyalizm ve Siyonizmin çıkarlarına hizmet eden kukla Körfez rejimleri bile kendi içerisinde bölünmüş durumda. Suudi dolarları Mısır'da Sisi'yi beslerken, Katar emirliği Mursi'ye desteğini sunuyor. Sünni İslamcılığın kendi içerisindeki sessiz savaşı emperyalizmin ve Siyonizmin hâkimiyet alanını daraltıyor.

21 Ağustos’tan itibaren defalarca ısıtılıp pişirilen Suriye'ye müdahale Rusya'nın manevralarına takıldı. Suriye'ye yapılamayan müdahale son dakikada Esad'ın elindeki kimyasal silahların teslimine dönüşmüş durumda.

Birincisi, Obama Amerikan ve dünya kamuoyunu etkilemekte yetersiz kaldı. Irak senaryoları benzeri propaganda Cumhuriyetçi Parti’nin çekincelerine takıldı. İkincisi, Esad sonrası Suriye için oldukça fazla ihtimal masada duruyor. Bir sene öncesine kadar sadece dikkat edilmesi gereken bir tehdit olan Nusret Cephesi, ülkenin kuzeyinde ciddi bir bölgeye ve özellikle sınır kapılarına hâkim durumda. Sadece kuzeyde değil, İsrail'e yakın noktalara da baskınlar düzenliyorlar. Özcesi, Esad'ın devrilmesi ya da güçten düşürülmesi, Nusret’in veya bir başka cihat örgütünün aradan sıyrılması anlamına gelebilir.Üçüncüsü, Suriye'ye müdahale demek doğrudan İran ve Lübnan Hizbullah'ına müdahale etmek demek. Ve son olarak Rusya faktörü. Putin, Ortadoğu'daki yakın müttefiki Esad'a “silahları devret, rejimi koru” temelinde destek çıktı. Bu desteğin ömrü konusunda bulanık bir tablo yer alsa da hali hazırda müdahale seçeneği masanın köşesine itilmiş durumda.

Cenevre 2'ye giderken

Hatırlatmakta fayda var: Reyhanlı katliamı sonrası Erdoğan koltuk altına sıkıştırdığı dosya ile ABD yolunu tutmuştu. ABD dönüşü sonrası ise diğer koltuk altında bir dosya ile daha döndü. Cenevre 2 konferansında görev alacağını duyurdu. Haziran aylarında yapılması planlanan konferans sürekli ertelendi. Önümüzdeki aylarda düzenleneceği bilinen konferansa Türkiye'nin ne ölçüde destek vereceği, Erdoğan'ın Washington ziyareti gibi kurtken kuzuya mı dönüşeceği merak konusu. Fakat Suriye'de siyasal dengeleri ölçerken askeri üstünlüklerin payı artmış durumdadır.

Birinci Cenevre’den farklı olarak muhalifler daha parçalı durumdadır. İşin içine bir de kimyasal silah girmiştir. Nusret Cephesi'nin konferansı engellemek için saldırılarını yoğunlaştıracağı, Esad'ın ise Kuseyr (Hizbullah ile birlikte Ağustos ayından muhaliflerden geri alınan bir kent) gibi zaferler elde edip konferansta güçlü görünmek isteyeceği ortadadır.

Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, oybirliğiyle Suriye'de kimyasal silahların yok edilmesini savunan bir karar almış durumda. Suriye'de İsrail'e karşı önlem olarak geliştirilen bu silahların imhası Esad rejiminin de savunduğu bir durumdur. Tartışmalı Ğuta katliamını kimin yaptığına netlik kazandırılmaya çalışıladursun, Ortadoğu'da Siyonist rejimin elinde gelişmiş nükleer silahların var olduğu atlanmamalıdır. Barışı ağzına sakız etmiş birçok örgüt ve kurum, Suriye'deki kimyasal silahları, İran'ın nükleer programını anlatıp duruyorlar. Ya İsrail? Ya ABD? Bırakın devrimciliği, tutarlı bir liberal bile emperyalistlerin ve Siyonistlerin dünyanın her yanındaki katliamlarda payı olmadığı konusunda kefil olamaz. Dünyada ilk ve tek atom bombasını kullanan emperyalistlerdir. Halepçe'de Saddam diktatörlüğü Kürt halkına kimyasal silahlarıyla ölüm kusmuştur. Hangi ABD'li yetkili bu katliamda kullanılan silahların aslında Irak-İran savaşında (1980-1988) Irak'a emperyalistler tarafından verildiğini itiraf edip özeleştiri vermiştir? Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin ne zaman İsrail ve ABD'nin elindeki nükleer silahların imha edilmesiyle ilgili bir gündemi olmuştur? Her kim ki, Ortadoğu'da silahsızlanmadan bahsediyorsa ilk önce Akdeniz'i ve İran körfezini uçak gemileriyle dolduran emperyalizmin Ortadoğu'dan defolmasını, Siyonist devletin nükleer silahlardan arındırılmasını savunmalıdır.

Emperyalizmin kan kaybı

Emperyalizm hızla kan kaybediyor, sözünü geçiremiyor. Siyonist İsrail'i korumak için attığı her adım, Ortadoğu halklarının hiddetiyle ters tepiyor. Emperyalizmin dolayısıyla Siyonizmin güç kaybı, anti-emperyalist mücadele olanaklarını arttırıyor. Ancak bu ihtimaller dizisi, otomatik olarak devrimci anti-emperyalist bir kaba akmıyor. Emperyalistler güç kaybettikçe, İslamcı hareket mevzi kazanıyor. İslamcılığın anti-emperyalist bir söylemle yükselmesi, aynı zamanda Ortadoğu'yu altüst eden Arap devriminin etkisini de azaltıyor.

Emperyalizmin desteği, Körfez sermayesinin finansörlüğü ve Türkiye'nin lojistik desteğiyle ayakta duran Özgür Suriye Ordusu ve 2012'de Katar'da kurulan Ulusal Koalisyon ile muhaliflerin geçici hükümeti, dişe dokunur bir hâkimiyet sağlayamadı. Emperyalistlerin her hamlesi boşa çıktı. Milyon dolarla ölçülen silahların kimin elinde olduğu şüpheli! Amerikan kamuoyunda muhaliflere yapılan yardımların aslında El Kaide'ye gittiği, asıl sebebin ise Obama'nın gizli Müslüman olduğu söylentileri dolaşıyor! Muktedir emperyalist şeflerin düştüğü duruma bakın! Rezilce mezhep savaşını kaşıyacaksın, yüz binlerce insan katledilmesine sebep olacaksın, milyonlarca doları bölgeye akıtacaksın elde ne var: Koca bir sıfır.

İran, Esad, Hizbullah çözüm mü?

Mezhep savaşının, Sünni-Şii çatışmasının bir tarafı da İran eksenli aktörler. Lübnan'da bulunan ve defalarca İsrail'e karşı savaşmış Hizbullah, Suriye'de Esad'ın yanında savaşa girdiğini ifade etti. Suriye-Lübnan sınırında Şii Arapların (Lübnanlı Şiilerin akrabalık bağlarının olduğu) çoğunlukta olduğu Kuseyr'de Hizbullah milislerinin desteğiyle Esad, ÖSO'ya karşı zafer kazandı. Bu aslında askeri bir başarıdan başka birincisi Esad'ın Lübnan sınırında nefes almasını sağlamış ve psikolojik bir zafer imkânı yaratmış, ikincisi Suriye iç savaşında Esad'ın gitmesinin Hizbullah'ın da sonu olacağını göstermiştir. Hizbullah Suriye iç savaşına ve Esad rejiminin bekasına kendi var oluşu temelinden yaklaşmaktadır.

İran ise bir yandan Şii cepheyi güçlendirirken bir yandan ise Bahreyn gibi ülkelerdeki Şii azınlığın ayaklanmalarından veya Suudi Arabistan’daki Şiilerin huzursuzluğundan güç alarak Ortadoğu'da bir çekim merkezi olmak istiyor. Biz emperyalizmle ve Arap şeyhleriyle, işbirlikçi Körfez emirlikleriyle İran gibi emperyalist olmayan ülkeleri aynı kefeye koyanlardan değiliz. Fakat hem Esad'ın hem de İran ile Hizbullah'ın mezhep savaşının gerici bir tarafı olduğunu çok iyi biliyoruz. Ortadoğu'daki mezhep mücadelelerini her kim kaşımaya, halklar ve inançlar arasındaki kökleşmiş husumetleri canlandırmaya çalışıyorsa sınıf mücadelelerinin güçlenmesini istemiyordur. Niyeti bizi ilgilendirmez. Emperyalist bir savaş veya açık bir işgal olmadığı takdirde, başta Türkiyeli Aleviler olmak üzere halkımızı mezhep savaşının diğer tarafına yönlendirenler Ortadoğu emekçilerini bölmeyi kabul etmiş olacaklardır.

Ortadoğu'nun anahtarı bağımsız sınıfı çizgisinde!

Rojava'da ortayan çıkan muazzam potansiyel Türkiye'de müzakerelere kurban edilmediği müddetçe sonuna kadar desteklenmelidir. Arap devrimi, mülksüzlerin ekmek ve demokrasi ayaklanması, emperyalistlerin manevraları, işin içine El Kaide'nin girmesi ve Erdoğan gibi Ortadoğu'nun önderi olma sevdasındaki liderlerlerin rol çalmalarıyla boğulsa dahi etkisi uzun yıllar sürecektir. Emperyalizmin güçsüzleştiği, Siyonizmin yalnızlaştığı bir Ortadoğu coğrafyasında Suriye'de halkın öncülüğünü mezhepçilerin almasına izin vermeyelim.

Suriye'de tutarlı tavır içeride Suriye'ye savaş arzularıyla yanıp tutuşan AKP hükümetini halk isyanından aldığımız güçle devirmektir. Türkiye'de Haziran ayında fitili ateşlenen halk isyanında, Mısır ve Tunus'ta 2011’de diktatörleri deviren Arap devriminde gördük ki emekçiler, halklar ve mülksüzler, kendi talepleriyle mücadeleye atıldıklarında yer yerinden oynar! Dün birbirine düşman her kim varsa sınıf mücadelesinde kardeş olur! Ortadoğu'da yüz yıllardır kaderi ve sınırları emperyalistler ve işbirlikçiler için çizilen halkların tek çıkış yolu, ortak düşmanlara karşı bağımsız sınıf çizgisiyle,  Rojavalı dostlarımızın adlandırmasıyla üçüncü yoldan geçiyor. Bu üçüncü yol mezhep savaşına karşı sınıf savaşını içermek zorundadır. Yoksa bu coğrafyanın kadim kaderi olan yıkımlar, felaketler ve katliamlar yaşanmaya devam edecek.

Bu yazı Gerçek gazetesinin Ekim 2013 tarihli 48. sayısında yayınlanmıştır.