Suriye Devrimine Müdahale Olasılığı ve Ardındaki Hesaplar

9 Nisan 2012 günü, Suriye’de bir yıldan beri devam eden iç savaş sınırı geçip Türkiye’ye, Kilis yakınlarındaki mülteci kampına sıçradı. 5 kişinin yaralandığı olayı Erdoğan sınır ihlali olarak gördüklerini ve gerekenin yapılacağını açıkladı. Mülteci kamplarında, geçtiğimiz yıl Mayıs ayında çatışmalardan kaçan sivil Suriyeliler kalmaktaydı. 1 yıldır T.C burjuvazisinin, onun siyasi iktidarının ve çeşitli gazetelerinin yaptığı savaş çağrıları, Erdoğan’ın Annan’ın planına ilk günden beri gösterdiği şüpheci yaklaşımı, bu olayın AKP tarafından bir casus belli [1] olarak kullanılabileceği ve iktidarın bilinçaltında var olan savaş arzusuna kavuşabileceği ihtimali hiç olmadığı kadar yakın. Bu yazı AKP iktidarının ve T.C burjuvazisinin böyle savaşı neden isteyebileceğinin kısa bir tahlilini sunmaya çalışmaktadır. Şu da belirtilmelidir ki, yazı savaşın kokusunu burunlara çok keskin geldiği bir tarihte ve çok yaygın bir bilgi kirliliği ortamında yazılmaktadır.

Öncelikle AKP iktidarının karakterinin önümüzdeki günlerde yapabileceği saldırgan hareketlere zaten uygun olduğu belirtilmelidir. Mart ayında Newroz’un kutlamalarına açılan savaştan tutun, KESK eylemlerine yapılan saldırılar ve bundan önce Egemen Bağış’ın sözleriyle gözler önüne serilen T.C.-A.B. zıtlaşması temelinde Kıbrıs’ı ilhak tehditleri, iç ve dış şovenizmin, anti-demokratik uygulamaların ve bölgesel güç olma arayışının bugünkü Türkiye’ye yabancı olmadığının kanıtıdır. Bu unsurlar arasındaki en can alıcı nokta olan uluslararası güç arayışı, Suriye savaşının çıkarılma sebepleri arasında en ön sırada olacaktır. Emperyalizmin icazeti ile yapılacak olan müdahale, bölgesel hegemonya arayışı içinde olan T.C.’ye bu amacında yardım etmekle kalmayıp iktidarın Batı nezdinde elini güçlendirecektir.

Ayrıca böyle bir müdahalenin Kürt hareketine aba altından sopa göstermek anlamına geleceğinin vurgulanması da gerekmektedir. Bu yönüyle aslında bugünkü siyasi konjonktür, 2003’te Irak savaşı öncesinde yaşanan “Asker gönderme ya da göndermeme” tartışmalarına benzemektedir. O dönemde de iktidar yanlısı çevrelerin dile getirdiği “Kürt tehlikesi”, bugün de, yönetenlerin gözünde, vardır. [2] Suriye’ye müdahale, Gramsci’nin manevra ve pozisyon savaşlarının iç politik sahadaki etkilerini bize hatırlatmaktadır. Bir yıldır süren, ekonomik ve siyasi yaptırımlarla vücut bulan manevra savaşı, doğrudan askeri bir müdahaleye yani bir pozisyon savaşına dönüşünce, devlet “her türlü siyasi ve idari aracı kullanarak, muhaliflere karşı saldırganlığı ele alacak ve iç parçalanmayı imkansızlaştıracak daha ‘müdahaleci’ bir hükümet ve görülmemiş bir hegemonya yoğunlaşmasına” [3] ihtiyaç duyar. Türkiye’de iktidara en etkili ve en kapsamlı muhalefeti gösteren unsurun Kürt hareketi olduğu göz önünde bulundurulursa, iktidar ve devletin yıllardan beri gerçekleştirmeye çalıştığı Kürt hareketini söndürme projesini doğrudan olmayan bir askeri müdahale ile destekleme fırsatını değerlendireceğini söylemek çok hayalperest kaçmaz.

Olası savaşa tarihsel bir açıdan bakılırsa AKP hükümetinin savaş istemesinin başka bir sebebi ortaya çıkar. 10 yıllık siyasi iktidarı ve İslamcı burjuvazinin yükselen hegemonyasını taçlandıracak “kısa, tatlı bir zafer” AKP iktidarının ağzının sularını akıtacak derecede çekicidir. İnsani müdahale kisvesi altına bürünmüş ve “sınır ihlalleri” ile haklı gösterilmiş, rejimi değiştirmeyi ve devrimi pasifleştirmeyi hedefleyen sınırlı bir savaş, hangi açıdan bakılırsa bakılsın İslamcı kesimlerin tarihe iktidarlarını not düşmesi açısından önemlidir. Aynen İngiltere’de Thatcher’ın Falkland Savaşı’nın ve zaferinin 30 yıl sonra bugün bile muhafazakâr ve sömürgecilik özlemi duyan çevrelerde uyandırdığı romantizmin bir benzerini, Türkiye’nin Erdoğan’ı kendi İslamcı ve yeni-Osmanlıcı çevrelerine armağan etme fırsatını geri çevirmeyecektir. Nitekim Annan’ın öngördüğü ateşkes ve geçiş planına ilk günden beri gösterdiği soğuk yaklaşım ve 9 Nisan günü gerçekleşen olayların hemen ardından Dışişleri Bakan yardımcısı Naci Koru’nun planı “kadük oldu” [4] diye nitelendirmesi bu hevesin açığa vurulmasıdır.

Şimdiye kadar Suriye müdahalesinde Türkiye’nin ne açıdan ilgisi olabileceğini tartıştık ancak şu da belirtilmelidir ki Türkiye, her ne kadar ana özne olacak olsa da bu olayın baş mimarı olacak konumda değildir. Yapılacak müdahale mutlaka Libya’da olduğu gibi bir koalisyon tarafından gözlemlenecek ve asıl amaç Suriye’yi emperyalizmin istediği çizgiye getirmek olacaktır. Şundan emin olunabilinir ki, olası savaşta TSK Suriye sınırını geçerken ona hava desteğini Ağrotur ve Dikelya’dan [5] kalkan İngiliz uçakları verecektir. Bu da bize olası savaşta verilmesi gereken tepkinin enternasyonalist ve sunulması gereken alternatifin sosyalist olması gerektiğini gösterir. Bu ne Esad’ı anti-emperyalistmiş gibi idealize ederek ne de Özgür Suriye Ordusu gibi emperyalizmden medet uman gruplara Esad’a karşı destek vermekten geçer. Şu anda Türkiye’de ve aslında tüm dünyada, Solun seçmeye zorlandığı “anti-emperyalist Esad” ve “liberal ve demokratik Suriye” seçenekleri aynen Kıbrıs’ta solun AB-Türkiye çelişkisinde AB’yi seçmesine benzemektedir. Biz ise Devrimci Marksistler olarak, aynen Kıbrıs’ta önerdiğimiz gibi üçüncü bir seçenek yaratılmasını öneriyoruz ki bu seçenek, gücünü işçi ve emekçi kitlelerden alan bir birleşik cephedir. Olası savaş var olan çelişkileri daha da keskinleştirecek ve seçeneklerden birini seçme gerekliliğini artık ertelenemez bir safhaya getirecektir. Seçenekler arasındaki fark, Suriye’nin emperyalizmin boyunduruğu altına girerek devrimci ivmenin kaybedilmesi ya da sosyalist Ortadoğu federasyonuna giden yolda ilerleme kaydedilmesidir.



[1] Savaş nedeni.

[2] O günün daha kapsamlı bir analizi için Sungur Savran’ın 13 Ekim 2003 tarihli “30-40 bin asker de yetmez!” başlıklı yazısına bakınız.

[3] Gramsci, Selections from the Prison Notebooks (1971), s.238.

[4] www.trtturk.com.tr “Dışişleri: Suriye ile yeni dönem başlayacak”.

[5] Kıbrıs’taki iki İngiliz üssünün adları.