Şili’de ikili iktidar tohumları

Şili’de ikili iktidar tohumları

Şili’de Kurucu Meclis, düzene karşı nasıl bir kaldıraç olarak kullanılabilecek bir araç olduğunu daha şimdiden ortaya koymaya başladı.

15-16 Mayıs’ta Şili’de Kurucu Meclis için yapılan seçimleri daha önce ayrıntılı olarak ele almıştık. Kurucu Meclis’in, 17 yıllık Pinochet diktatörlüğü (1973-1990) ve o diktatörlüğün bütün ana özelliklerini muhafaza eden 30 yıllık burjuva demokrasisi sahtekârlığı dönemi (1990-2021) sonrasında Şili’de yeni bir dönemin açılışını müjdelediğini vurgulamış, 30 yıl döneminin sahtekârlarının seçimlerde ağır bir yenilgiye uğradığının, partili ve partisiz (bağımsız) solun ise çok ciddi bir başarı gösterdiğinin altını çizmiştik. Bütün bunların elbette Ekim 2019’da yaşanan, devrimci bir karakter taşıyan, Şilililerin “la revuelta”, yani “isyan” olarak adlandırdığı büyük halk hareketinin ürünü olduğunu hatırlatmayı da ihmal etmemiştik.

Şimdi Kurucu Meclis çalışmaya başlıyor. İlk toplantısını 4 Temmuz 2021 Pazar günü yaptı. Solun, ezilen halkların ve kadın hareketinin yeni kimyada ne kadar güçlü olduğunu kanıtlar biçimde meclis, ülkenin yerli halklarından Mapuche’lerin temsilcilerinden, okula gitmemiş bir ana babanın yedi çocuğundan biri, üniversite okuyup dilbilimci olmuş bir kadın üyeyi başkan seçti. Hem de ikinci turda 155 üyenin 88’inin oyuyla, yani mutlak çoğunlukla. Elisa Loncón adlı meclis başkanının yardımcısının önemine de işaret edelim. Okurlarımız hatırlayabilir, Mayıs ayındaki seçimde büyük başarı elde eden bağımsızların dışında üç geleneksel siyasi ittifak yarışmıştı. Görevdeki Başkan Sebastián Piñera’nın bağlı olduğu sağ ittifak (Vamos por Chile-Haydi Şili) ve merkez sol (Concertación-Anlaşma) ikilisinden oluşan “al gülüm ver gülüm” tayfası büyük bir tokat yemiş, buna karşılık Şili Komünist Partisi (PCCh) ile kendisi bir partiler koalisyonu olan Frente Amplio-Geniş Cephe’nin oluşturduğu sol ittifak, merkez solu geçerek ülkenin ikinci büyük siyasi gücü haline gelmiş, 28 sandalye kazanmıştı. İşte bu sol ittifakın bir temsilcisi Jaime Bassa da başkan yardımcısı oldu. Yani meclis başkanı Kürt, başkan yardımcısı sosyalist bir partiden. Özet bu.

Ama bu çok sınırlı bir önem taşıyor. Başkanın ve onun yokluğunda aynı görevi yapacak olan başkan yardımcısının konumu, Kurucu Meclis’in gündemini belirleme ve usul meselelerinde yetkili olma bakımından da, gerektiğinde Kurucu Meclis’i temsilen açıklama yaparak halkı yönlendirme bakımından da elbette önemli mevzilerdir. Ama geçen yazımızda altını çizdik: Şili burjuvazisi, onun hükümeti ve parlamentosu, ordu ve polis, medya ve kilise ve tabii bunların hepsinin ardında ABD emperyalizmi ve onun Güney Amerika’daki kolları Brezilya ve Kolombiya gericiliği, Kurucu Meclis’in içini boşaltmak, yetkilerini kısmak, kendilerine uygun sonuçlar elde etmek, bütün bunları başaramadıkları takdirde onu ezmek için ellerinden ne gelirse yapacaklardır. Kurucu Meclis sadece bir mevzidir. Değeri, nasıl kullanılacağına bağlı olarak belirlenecektir.

Kurucu Meclis’in diyalektiği

Bir siyasi kurum olarak Kurucu Meclis, kendi içinde diyalektik bir çelişki taşır. Bu çelişki farklı tarihi dönemlerde, farklı ülkelerde, farklı somut koşullarda farklı biçimlerde ortaya çıkabilir ama kurumun kendi özünde kaçınılmaz olarak mevcuttur. Kurucu Meclis nedir? Bir ülkenin geleceğine hâkim olacak egemen gücü ve o gücün cisimleşmesi olarak bir devlet biçimini tanımlamaya yetkili organ. Kendi başına bu gayet yalındır. Gelecek buradadır, Kurucu Meclis’in çatısı altında belirlenecektir. Şayet sözünü ettiğimiz meclis halkın iradesini gerçekten dayatabileceği bir yapıya sahipse, Kurucu Meclis’in ezilen halk kitleleri açısından ne kadar büyük bir kazanım olduğu tartışma götürmez. Halk devleti belirleme yetkisini (kısmen de olsa) kazanmıştır!

Ama her Kurucu Meclis belirli somut koşulların, somut bir güçler dengesinin ve o anda var olan devletin siyasi, hukuki ve belki de en önemlisi ekonomik ve askeri çerçevesi içinde hareket etmektedir. Dolayısıyla ortaya derhal bir çelişki çıkacaktır: Kurucu Meclis ülkenin geleceğini belirleme yetkisine sahiptir, ama bunun gerçekleşip gerçekleşmeyeceği ülkenin bugünü üzerinde ne ölçüde egemen olabileceğine bağlıdır. Aksi takdirde, eski rejimin sahipleri ve destekçileri, Kurucu Meclis’in en iyi niyetle yaptığı en güzel düzenlemeleri bir hayal olarak tarihe gömebilir.

Demek ki Kurucu Meclis kendi egemenliğini kendisi sağlamak, bugün de iktidar olmak için mücadele vermek zorundadır. Ancak bugünü kazanırsa yarını da kazanacaktır. Kurucu Meclis’in diyalektiği ile bunu kast ediyoruz.

Şili’de egemenlik mücadelesi başladı

Özetlediğimiz bu diyalektik Şili’de daha Kurucu Meclis toplanmadan önce harekete geçti. Yukarıda siyasi yelpazede yer alan üç siyasi ittifakın arasında sağ ve merkez sol gerilerken sosyalist ittifakın bir atılım yaptığından söz etmiştik. Oysa daha önceki yazımızda anlattığımız, yukarıda da işaret ettiğimiz gibi, Şili Kurucu Meclis seçimlerinin bir özelliği de bağımsızların bu seçimlerde çok orijinal bir yer tutması oldu. Siyasi ittifak listelerinden seçilen bağımsızları parti temsilcisi sayabiliriz. Muhtemelen çoğu oylamada listesinden seçildikleri partiye ve ittifaka yakın davranacaklardır. Ama geriye kendi adına yarışan geleneksel tipten bağımsız adaylar ve bir de bağımsız listeler kalıyor. Bunların toplamı 48. Ama bu 48 içinde bir grup var ki çok önemli: Lista del Pueblo-Halkın Listesi adını taşıyan, ilk kez bu seçimlerde yarışan bağımsız liste. Bunlar sosyalist insanlar. Çoğu yumruğu havada ifade ediyor siyasi görüşlerini. Ama anlaşılan bizde olduğu gibi uzun ve travmatik bir dönemden ve sosyalist hareketi içinde derinden derine yaşanan sarsıntı ve yeniden yapılanmadan dolayı geçmişte var olan partilere katılmamışlar. Ya da bir kısmı ilk kez Ekim 2019’da patlak veren “isyan” sürecinde sola kaymış, belki ilk kez politize olmuş. İşte meclis daha toplanmadan Kurucu Meclis’in diyalektik çelişkisinin ortaya çıkmasını sağlayan ilk grup bu.

Bir de ikinci grup var, geçen yazımızda onların da sözünü etmiştik. Bunlar Amerika kıtasının yerli halklarından Şili ulusal devletinin sınırları içinde yaşayan ama hâlâ eski üretim ve yaşam tarzlarını bir ölçüde sürdüren ve gerek İspanyol sömürgecilere gerekse 19. yüzyıl başında sömürgeciler kovulduktan sonra hâkimiyeti eline geçiren (büyük ölçüde beyaz) burjuvazi ve toprak sahiplerine direnen halkları temsilen Kurucu Meclis’e seçilen 17 temsilci.

İşte bu iki grup, yani Halkın Listesi ve yerli halkların temsilcileri bir araya geliyor ve Vocería de los Pueblos-Halkın Sözcüsü adlı bir grup kuruyor. Bu grubun aynı zamanda Kurucu Meclis çalışmalarında bir meclis grubu olarak birlikte çalışacağı belirtiliyor. Halkın Sözcüsü Haziran başlarında bir açıklama yapıyor. Bu açıklamada meclis çalışmalarında altı ilke üzerinde durulacağı belirtiliyor: özgürlük (özellikle 2019 Ekim isyanında hapsedilenler için), hakikat ve adalet, tazminat (özellikle yerli halklara ve hak ihlaline uğramış siyasi tutsaklara), Mapuche halkının yaşadığı toprakların demilitarizasyonu, göçmen ve mültecilerin ihracına son verilmesi ve egemenlik.

Bu listeye biraz dikkatle bakan biri, buradaki ilkelerin arasında tek bir sınıf talebi olmadığını görür. Bütün ilkeler solda bütün dünyada son dönemde moda olmuş insan hakları üzerinde yoğunlaşıyor. Şili solunun son on yıllardaki gelişim tarzının bu tür sorunlar içerdiğine geçen yazımızda da işaret etmiştik. Öyleyse, bu grubun kurulmasının ve bu açıklamayı yapmasının önemi nerede diye soracak okur. Son kelimede. Evet, sadece son kelimede!

Egemenlik!

Evet, egemenlik! “Özgürlük, adalet, tazminat, demilitarizasyon, göçmen hakları ve… egemenlik”. Ötekiler önemli elbette. Her biri önemli tarihi sorunlara işaret ediyor. Her biri ezilmiş kitlelerin farklı bir grubunun farklı bir hakkını dile getiriyor. Ama hiçbiri Kurucu Meclis’in Şili’de 30 yıldır var olandan biraz daha demokratik bir burjuva demokrasisinin ötesine geçmiyor. Ama egemenlik! İşte size Kurucu Meclis diyalektiğinin Şili’de cisimleşmiş hali.

Halkın Sözcüsü grubu “egemenlik” kavramını içi boş bir şekilde kullanmıyor. Açık açık söylüyor: “Halkların hiçbir zaman bağlayıcı kabul etmediği Barış Anlaşması’na boyun eğmeden…” davranmayı vaat ediyor. Bu ifadenin ne kadar ağır bir içeriği olduğunu iyi anlayabilmek için süreci yeniden hatırlayalım: 2019 Ekim’indeki devrimci “isyan” sürecini durdurabilmek için Şili hükümeti halka bir “Barış ve Yeni Anayasa Anlaşması” önerdi. (Açıklama bu anlaşmanın sözünü ediyor.) Bu anlaşma taraflarca 15 Kasım 2019’da kabul edildi. 2020 Ekim ayındaki anayasa referandumu bu anlaşmaya bağlı olarak düzenlendi. Yani soyut hukuk terimleriyle düşünüldüğünde Kurucu Meclis’in hukuki temeli bu anlaşmadır. Şimdi Kurucu Meclis’in bazı temsilcileri “bu hukuki temeli tanımıyoruz” diyorlar! Meseleye hukuk temelinde bakılırsa tartışma uzar gider. Ama mesele hukuki bir mesele değil. Mesele Kurucu Meclis’in bir kurum olarak diyalektiğinin bir ifadesidir. Civciv yumurtadan çıkmıştır ve kabuğunu beğenmiyor. Yani Kurucu Meclis, bu yaklaşımda, düzene, bugünün kurumlarına, var olan biçimiyle devlete karşı özgürlüğünü ilan ediyor!

Bundan kuşku duyulmasın. Açıklama yukarıda aktarılan “Barış Anlaşması’na boyun eğmeyeceğiz” diyen cümlenin hemen ardından şunu ekliyor: “Bunu ülkemizin bütün kurumlarına yönelik olarak da vurguluyoruz; bu kurumların hepsinin son tahlilde halkın vereceği kararlara boyun eğmesi gerekir.”

Açıklamanın mantığı şu cümle ile daha da berrak hale geliyor: “Yolu halklar tarafından açılmış olan bu süreç, değiştirilemez birtakım kurallar altında bir Anayasa’nın kaleme alınmasına indirgenemez.” (Vurgu bizim)

Ve en özlü ilke: “Başlangıç ilkelerini belirleyecek kurucu iktidar, bütünüyle özerk bir iktidardır…” (Burada bir dil ikircikliliğini okur için açmakta yarar var. Metnin kullandığı kelime bütün Batı dillerinde var olan “otonom” kelimesinin karşılığı olan İspanyolca sözcüktür. Bu kelime en çok “özerk” anlamına gelir. Biz de onun için böyle çevirdik. Ama Batı dillerinde aynı kelime “bağımsız” ya da “özgür” anlamına da gelir. “Otonom” sözcüğü eski Yunancadan gelir ve “kendi yasasını kendi yapar” anlamını taşır.)

Halkın Sözcüsü grubu böylelikle, kendisini sadece insan hakları ile sınırlı tutsa da, Kurucu Meclis’in burjuvazinin iktidarına karşı bir tehdit oluşturan karakterini açıkça ortaya koymuş olmaktadır. Bunun somut ifadesi de 2019 Ekim “isyan”ının tutsaklarına af ilan edilmesi tartışmasıdır. Halkın Sözcüsü bunun Kurucu Meclis’in yetkileri arasında bulunması gerektiğini ileri sürmüştür.

Burjuvazinin etekleri tutuşuyor

Kurucu Meclis’in kendini bugünkü devletin kurumlarıyla bağlı görmemesi fikrinin var olan düzen için nasıl bir tehdit oluşturduğunu burjuvazinin temsilcilerinin görmemesi mümkün değildi. Nitekim hem hükümet hem de sağ partiler bu açıklamaya derhal tepki verdi. “Sol” denen merkez partileri de kendi üsluplarınca çözmeye çalıştı sorunu.

Bir kere sağ ittifak adına yapılan bir açıklamada af yetkisinin parlamentoda olduğu, Kurucu Meclis’in kendisine verilen anayasa yapma görevinden başka hiçbir yetkisi olmadığını ileri sürüldü. Hükümet sözcüsü ise, Halkın Sözcüsü’nün bu açıklamasıyla “bağımsız yargı”yı tanımadığını ve (Ekim 2019’da yaşanan, ikisi polis olmak üzere bazı ölümlerin yaşanmasına referansla) bu tutumun şiddeti savunmak anlamına geldiğini iddia etti. Burada Kurucu Meclis diyalektiği en somut ve çıplak haliyle göze görülür hale geliyor: Halk ülkede “bağımsız yargı” diye bir şey olmadığı, deyim yerindeyse “Pinochet mahkemeleri” geleneği sürmekte olduğu için ayağa kalkmış, Kurucu Meclis’i söke söke yaratmış. Şimdi o düzenin 30 yıllık sahtekâr muhafızlarından biri hâlâ “bağımsız yargı”ya inanmıyorlar diye halkın seçtiği temsilcileri suçlamaya kalkışıyor. Kurucu Meclis, yarının düne karşı savaşıdır. Diyalektiği oradan doğuyor!

Başkan Piñera bile tartışmaya katılma zorunluluğunu hissetmiş. Kurucu Meclis’in ilk oturumunu yapmasına ilişkin kararı imzalarken hem bu kurumun var olan düzene uyması gerekliliğinin altını çiziyor hem de “misyonunun ne yönetmek ne de yasama faaliyeti yapmak” olduğunu iddia ediyor.

Öte yandan, Sosyalist Parti adını taşıyan burjuva merkez sol partinin Kurucu Meclis’teki temsilcileri de açıklamaya cepheden karşı çıkmamakla birlikte ileri sürülen görüşleri sulandırma yoluyla düzene tehdidi eritmeye girişti. Konu somut olarak Kurucu Meclis’in “egemenliği”nin bir testi haline gelen “siyasi tutsakların özgürlüğü” meselesine dönüştü. Kurucu Meclis’in sol kanadı (Komünist Partisi ve Geniş Cephe) bağımsızlardan da katılımlarla Halkın Sözcüsü il birlikte bu talebi savunmaya girişince, Sosyalist Parti de bu topluluğa katıldı. Toplam 88 temsilci bu konuya bir “siyasi çözüm” bulma orta yolunda anlaştı: Bir “genel af” savunulacak ve hükümet ulusal güvenlik ve Mapuche topraklarının miltarizasyonu konusundaki yasa tasarılarını geri çekecekti.

Sosyalist Parti, Kurucu Meclis’teki temsilcileri bu anlaşmaya vardığı gün, parlamentoda Piñera hükümetinin Olağanüstü Hal rejiminin uzatılması için getirdiği tasarıya olumlu oy kullanıyordu!

Buradan iki sonuç çıkıyor. Birincisi, Kurucu Meclis’in önünde korkunç tuzaklar vardır. Ama ikincisi, ülkede iki ayrı potansiyel iktidar odağı vardır. İş ki sosyalistler doğru bir hat belirleyebilsin!

Şili’den gözlerimizi ayırmayalım!

Yukarıda çizilen tablo örgütlü bir devrimci Marksist gücün içinde bir odak oluşturmadığı bir durumda bile Kurucu Meclis’in doğası gereği önemli bir potansiyel vaat ettiğini, düzeni tehdit edebilecek bir yola girebileceğini gösteriyor. Öte yandan, Kurucu Meclis’in bu potansiyelini yerine getirebilmesinin koşulunun kendi iktidarını kendisinin yaratması olduğu da ortaya çıkıyor.

Bu iktidarın, Kurucu Meclis’in egemenliğinin, ülkeyi yöneten esas irade haline gelmesinin ardında harekete geçirebileceği hiçbir devlet gücü yok. Ne parlamento, ne mahkemeler, ne ekonomik güçler, ne de en belirleyicisi, ordusu, jandarması, polisi ile silahlı birlikler Kurucu Meclis’in arkasında yer alıyor. Tam tersine hepsi karşısında. O zaman bu iktidar, bu egemenlik, bu irade nasıl elde edilecek? Kurucu Meclis ancak büyük halk kitlelerini kendi etrafında geleceğe sahip çıkar hale getirebildiğinde, seferber edebildiğinde, işçi, emekçi, ezilen kitleler meclisi canlarıyla kanlarıyla korumaya ve desteklemeye hazır hale geldiğinde gerçek iktidar olabilir, gerçekten egemenliğini dayatabilir.

Halkın Sözcüsü grubu her ne kadar proleter devrimciliğinden ışık yılları kadar uzak olsa da çok önemli bir adım atmıştır. Marksistlerin bu yolu yürümeye hazır oldukça onlarla işbirliği yapması gerekir. Başka her konuda dostça eleştiriler yapılacaktır, bayraklar karıştırılmayacaktır. Ama Kurucu Meclis’in egemenliği tartışması bugün Şili’de belirleyici tartışmadır.

Halk kitleleri Kurucu Meclis’in etrafına toplandığında bu dava büyük bir ivme kazanacaktır. Bu (düşük) olasılık gerçekleştiği takdirde yeni durum Ekim 2019’daki devrimci “isyan”ın daha üst bir diyalektik aşamaya yükselmesi, kendine, kitlelerin yaslanabileceği bir iktidar odağı yaratması anlamına gelecektir. Seferberlik çok ileri gittiğinde sıra sovyetler kurulmasına gelir. Böylece, bir demokratik atağın sonucunda bir işçi devletinin kurulması potansiyeli doğar. İşte burada görev Halkın Sözcüsü’ne ya da ezilen halkların temsilcilerine ya da kadın hareketine değil, proletarya devrimcilerine, Marksistlere düşecektir. Onun için Şili devriminin zaferi de proletaryanın bir öncü devrimci partisinin inşasına bağlıdır.