“Sarı Yelekliler”: La République en marche arrière

Sarı Yelekliler Macron'a haddini bildirdi

Bu yazı, Fransa’daki Sarı Yelekliler hareketini ve başka ülkelerde ona benzer diğer hareketleri inceleyen iki yazıdan oluşan bir tartışmanın ilk ayağıdır. İngilizce olarak yazılmış ve RedMed sitesinde (www.redmed.org) yayınlanmıştır. Türkçe’ye bir yoldaşımız tarafından çevrilmiştir.

Sarı Yelekliler hareketi şimdiden büyük bir başarı elde etmiş durumda. Karbon vergisi konusundaki doğrudan talebi karşılandı, böylece benzin ve dizel fiyatları aşağıya çekildi. Ayrıca Macron ve hükümetine daha bir ay önce hiç kimsenin mümkün olduğuna inanamayacağı ekonomik tavizleri zorla kabul ettirdi. Bu süreçte, Macron ekibinin ekonomi gemisini tamamen alabora etti: Macron’un büyük hedeflerinden biri Fransa’nın bütçe açığını sonunda Maastricht kriteri olan yüzde üçün altına indirmekti; oysa açık, önceki iki cumhurbaşkanı Sarkozy ve Hollande yönetimindeki on yıl boyunca bu düzeyin üzerinde gezinmişti. Radikal liberal Macron bu “zaferin” tadına varmayı planlıyordu. Sarı Yelekliler tüm dengeleri değiştirdi: Karbon vergisinin kaldırılmasından kaynaklanan düşük vergi geliri ve Macron’un halka ödün vermek için kabul etmek zorunda kaldığı ekstra önlemler (özellikle, asgari ücretteki 100 euro’luk artışı hükümetin üstlenmesi) yüzünden yapılan ek hükümet harcamaları sebebiyle bütçe açığına on milyar Euro eklendi, Fransa şimdi yeniden yüzde üçlük seviyenin üzerinde kalacak! Liberal Macron Maastricht kriterlerini bir kez daha aştığında muhtemelen başını öte yana çevirmek zorunda kalacak olan Avrupa Komisyonu’nun İtalya’daki Salvini hükümetini (böyle diyoruz çünkü gerçek durum bu!) yüzde üçün altındaki bir bütçe açığı için ağır biçimde eleştirdiğini görmek ne kadar da ironik!

Ancak bu ekonomik kazanımlardan bile daha önemli olan, Macron'un politik ve psikolojik düzeyde küçük düşmüş olmasıydı. Haşmetli başkan artık yıkılmış bir adam. Kibri paramparça oldu. Artık eskiden bilindiği gibi “Jüpiter” veya kral Macron değil. Kitle hareketi onu tamamen raydan çıkarıp hükümeti ne yaptığını bilmez olduğu bir noktaya sürükledi. Açıklamak için sadece iki örnek verelim: Birincisi, Başbakan Edouard Philippe, ilk olarak karbon vergisinin askıya alındığını duyurdu, ama Macron’un kendisi tarafından boşa düşürüldü; Macron’un ofisi hemen ertesi gün verginin tamamen kaldırıldığını ilan etti ve kendi başbakanını oldukça kötü bir pozisyonda bıraktı. İkinci olarak, bu teslimiyetten ve onu takiben Macron’un çeşitli ek ekonomik ödünleri duyurmasından günler sonra, Hükümet karbon vergisi konulduğunda uygulayacağına söz verdiği teşviki iptal etti, çünkü verginin kendisi iptal edilmişken teşvikin devam etmesi garip görünüyordu. Gelgelelim, birkaç saat içinde teşvik iptalinin kendisi iptal edildi! Macron, önceki kibrinin zirvelerinden, maskaralığın derinliklerine kadar inmiş durumda!

Bir buçuk yıl boyunca, Juppé, Sarkozy ve Hollande’ın başarısızlığının ardından Emmanuel Macron diğerleri arasında, Fransız işçi hareketini sonunda yenecek adam gibi görünüyordu, fakat bugün Fransız halk yığınları onun da işini bitirdi.

Küçük burjuvazi ve işçi sınıfı

Sarı Yelekliler hareketinin derin bir analiz ve dikkatli bir yaklaşıma ihtiyaç duyan birçok yönü var. Bununla beraber, bir boyutu gerçekten de tartışma konusu değil. Solun çoğunluğu en azından haftalarca, bazıları daha da uzun süre, hareketle arasında soğuk bir mesafe bıraktı. Bu ciddi bir politik hataydı. Solun mesafeli olmasının başlıca iki sebebi var gibi görünüyor. Bir yandan, soldaki liberalizm ve postmodernizm yılları, çoğu solcuyu ırkçı, erkek şoven ve homofobik, hem de çevre sorunlarına ilgisiz olduğu düşünülen emekçi kitlelerden uzaklaştırmıştı. Bu, halk kitlelerine karşı affedilmez bir tavır. Kitleler ancak mücadele içinde ve mücadele aracılığıyla değişir. Dolayısıyla, bu kitlelerin, siyahlar, kadınlar ve eşcinsellerle birlikte mücadeleye başladıklarında ideolojik önyargılarını terk etmeyeceklerini varsaymanın bir nedeni yoktur. “Yontulmamış kitlelerin” küçümsenmesi tutumu o kadar gericidir ki, gelecekte bir proleter devriminin patlak vermesi halinde doğrudan karşı devrimci bir faktör olarak rol oynayabilir.

Diğer yandan, sendikalar ve bazı sol partiler, “aşırı sağ” olarak anılan mesela Marine Le Pen’in Rassemblement National’inin (RN, Ulusal Beraberlik) ve bir dizi başka gerici partinin avlanma alanı olarak kabul ettikleri için, hareketten kararlılıkla uzak durdular. Hareketin hazırlık safhalarında hem RN hem de diğer aşırı sağ partilerin hareketi örgütlemede aktif oldukları kesinlikle doğruydu. Bununla birlikte, bu partilerin kitleler üzerindeki açık hegemonyasına benzeyen bir durum yoktu. Harekete nüfuz etmeye ve egemen olmaya çalışıyorlardı. Yine, hareketin büyük şehirlerden daha güçlü olduğu “terkedilmiş” Fransız taşrasında (“la France péripherique”), Le Pen'in militanlarının oldukça kökleşmiş olduğu iyi bilinen bir gerçektir. Oysa Sarı Yeleklilerin çoğunluğu apolitikti ve daha önemlisi, sıradan vatandaşlar yetersiz ekonomik imkânlarını korumak için büyük bir kavgaya katılıyorlardı. Bu, her şeyden önce, küçük burjuvazinin göreli olarak yoksul katmanlarının ve işçi sınıfının göreli olarak zayıf tabakalarının “zenginlerin başkanına”, kapitalist sınıfın temsilcilerine karşı bir sınıf mücadelesiydi.

Küçük-burjuva doğası nedeniyle, kapitalist hükümete karşı bir harekete sırtını dönmek, gericiliğe karşı, mevcut durumda bizim ön-faşist hareket olarak adlandırdığımız, Le Pen ve partisi ve faşist yuvarlar olarak anılabilecek diğer marjinal gruplara karşı mücadeleyi kaybetmeyi kabul etmek demektir. Trotskiy’in, Nazizm'in Almanya'da iktidara yükselişi sırasında açıkça ifade ettiği gibi, faşist hareket ve örgütlü işçi sınıfı hareketi arasındaki tüm mücadele aslında küçük burjuvazinin kalbi ve ruhu üzerindeki bir mücadeledir. İşçi sınıfı hareketi bu derin ekonomik kriz dönemlerinde küçük burjuvazinin sorunlarına farklı tipte bir çözüm getirmekte başarısız olursa, o zaman iflas etme tehlikesi karşısında bu ara tabaka çaresizlik içinde faşistlere (ya da ön faşistlere) döner. Bu yüzden Sarı Yelekliler hareketi faşistler ve proleter hareket arasında gerçekleşen, küçük burjuvazi üzerinde hâkimiyet savaşının alanı olarak da görülmelidir. Bu hareketten, küçük burjuvazi karakteri ve “aşırı sağın” etkisine karşı savunmasız olması sebebiyle uzak durmak son derece zararlıdır. Aksine, bu durum proleter hareketin liderliği ele geçirmesini ve kitleleri gerici güçlerden uzaklaştırmaya çalışmasını zorunlu hale getirmektedir.

Bu kitle daha çok küçük-burjuvazinin (aynı zamanda işçi sınıfının) alt ve daha fakir katmanlarını içerdiği için bu söylenen daha da geçerlidir. Aslında, her Cumartesi Paris’te Şanzelize ve çevresinde yıkıcı bir çatışma, küçük burjuvazinin sembolik bir iç savaşı vardı. Macron’un bakanları tarafından öne sürülen hattı, yani şiddetin hareketin merkez eksenine yabancı, çok sağ ve çok sol unsurların eseri olduğunu tekrara düşenler Cumhuriyet savcısının sağladığı verilere daha dikkatli bakmalı. Yakalanan yüzlerce ve binlerce insanın net bir çoğunluğu, 40'lı yaşlarında, taşralı, ekonomik hayatın içinde ve çoluk çocuğa karışmış insanlardı. Bunlar çoğunlukla gençlerden oluşan alışık olduğumuz sıradan radikaller değildi. Fransız eyaletlerinin ihmal edilen bölgelerinin fakir küçük burjuvaları veya işçi sınıfından insanlardı: küçük dükkân sahipleri, bir gözlükçüde çalışan satış görevlileri, küçük bir kasabanın pastane çalışanları, manikürcü olarak çalışan bekâr anneler, yerel eczane kalfaları vb. Mevcut durumda bu kitle şık kafe-lokanta sahipleri veya zincir butiklerin sahipleriyle temsil edilen küçük burjuvazinin varlıklı katmanlarıyla karşı karşıya geldi. Buenos Aires uçağından yeni inen Macron, şiddetin zirveye çıkmasından bir gün sonra, 2 Aralık'ta olayların yaşadığı semti ziyaret ettiğinde kafe sahipleri tarafından alkışlandı, ama sokaklardaki daha fakir tabakanın yuhalamalarıyla sesi bastırıldı.

CGT ve FO dâhil, sendika önderliklerinin harekete açık bir mesafe bırakması ve kuşatılmış haldeki bir Macron'a zaman zaman destek vermesi, işçi kitlelerinin çıkarlarına karşı bir kez daha işlenmiş bir suçtur. Gelecekteki her devrimci hareketin, yönetici sınıflara karşı savaşı kazanmadan önce sendika bürokrasisiyle hesabını görmesi gerekecek. Başlangıçta Sarı Yelekliler ile yanyana gelmekten kaçınan ama neden sonra duruşlarını yumuşatan siyasi partilere gelince, bunların işçi sınıfının öncüsü gibi değil, artçısı gibi davrandıkları söylenebilir.

Fransa nereye?

Fransa, iki yüzyıldan fazla bir süredir devrim ülkesi olduğu için, Fransızlar ortaya çıkan yeni kitle hareketlerini eski sosyal krizlerle kıyaslama alışkanlığına sahiptir. Bu sefer de, 1968'in “olayları” veya 1789'daki Fransız devrimi veya hatta yüzyıllar öncesinin “Jacquerie”leri (köylü ayaklanmaları) ile kıyaslamadan geri kalmadılar. Sol, başlangıçta hareketten çok şüphe duyduğu için, 1950’lerin başında bir küçük esnaf önderliğindeki, kesin olarak gerici küçük burjuva vergi ayaklanması poujadist hareketle ve hatta 1934 Şubatında faşistlerin öncülüğündeki sokak ayaklanmalarıyla karşılaştırma yapıyordu. Çok açıktır ki, gerici tarihsel olaylarla yapılan karşılaştırmalar tamamen yanlıştı. Fakat tarihsel karşılaştırmayı bir kenara bırakacak olursak, hareketin gerçek doğasını nasıl tanımlamak gerekir?

Yapılması gereken ilk gözlem, bunun tamamen kendiliğinden bir hareket olduğu yönündedir. Ön faşist RN veya diğer benzer oluşumların hareketi massetme çabaları, önemsiz ve çoğunlukla etkisizdi. Hareketin kendisi Fransız devrimine sürekli atıfta bulundu, hatta zaman zaman ürkütücü giyotin bile bir sembol olarak kullanıldı. Bunun bir bağlam içine yerleştirilmesi gerekir. Olaylar sırasında sürekli söylenen Marseillaise marşı, devrimci bir kökeni olmasına rağmen Fransa milli marşıdır. Üç renkli Fransız bayrağı göstericilerin elinde oldukça sık görüldü ve bazen kıyafet olarak kullanıldı. Bu yüzden hareketin kendini algılama biçiminin devrimle ilişkisini abartmamak gerekir. Fransız halkının tüm istediği kendini kral yerine koyan Macron’u yerinden ederek çökertebilmekti, geniş ölçekli bir devrimi gerçekleştirmek değil. Bununla birlikte, bu gerçek, hareketin karbon vergisiyle tetiklenmesine rağmen, taleplerinin derhal yalnızca diğer ekonomik sıkıntılara değil, aynı zamanda siyasi alana da taştığını gösteriyor. “Macron démission!” veya “Macron dégage!” (“Macron istifa” veya “Macron defol”) büyük ihtimalle en çok tekrarlanan sloganlardı.

Bu iki unsur, kendiliğindenlik ve doğrudan politikleşme, Fransız halkının sabrının sınırlarında olduğunu gösteriyor. Siyasi bir durumu açıklamak için psikolojik bir terimi sebepsiz yere kullanmıyoruz. Bu bir emperyalist, yani ileri kapitalist veya “zengin”, dahası refah devleti olmasıyla gurur duyan bir ülke (yakın tarihli bir OECD raporuna göre, Fransa bu yıl vergi tahsilatının GSYiH’ya oranında Danimarka'yı bile geçmiş durumda) ve burada tek bir sorun üzerindeki mücadeleyle başlayan ve derhal devrime atıfta bulunarak hemen siyasallaşan bir hareket. Üstüne üstlük, harekete geçen, işçi sınıfının ağır müfrezeleri değil, küçük burjuvazinin alt tabakaları ve proletaryanın örgütlenmemiş katmanlarıdır. Ne demek istediğimizi açıklığa kavuşturalım: Dünya durumu öyledir ki, “zengin” ileri dünyadaki emekçi kitlelerin ve yoksulların bile savaşa girmeye hazır olanları vardır. Bununla birlikte, devrimci solun yetersiz gücü göz önüne alındığında, bu genellikle bilinçli bir anti-kapitalist biçime bürünmemektedir. Kendisini Fransızların “ras le bol” dediği “yetti gayri” şeklindeki psikolojik bir tutumla ifade eder. Sorunun bu yönünü bu yazının devamı olarak planladığımız bir yazımızda daha genel bir biçimde ele alacağız. Ancak, bitirmeden önce, Fransa’nın bugün emperyalist dünyadaki siyasi hareketliliğin merkezi olduğunu eklememize izin verin. (Erken tarihli bir değerlendirme için, 2017 yılında Revolutionary Marxism dergisinde yoldaşımız Savas Mihail-Matsas'ın uzak görüşlü makalesine bakınız, “The French Spring and the Crisis in Europe”, http://www.devrimcimarksizm.net/en/savas-michael-matsas-french-spring-and-crisis-europe). Sarı Yelekliler hareketinin Fransa’da patlak vermesi bir tesadüf değil. Fransa, 2016 ilkbaharından bu yana kaynama halinde Bu, Hollande’ın sözde “sosyalist” hükümetinin gündeme getirdiği İş Kanunu'na karşı bir dizi genel grev ve yürüyüşle başladı. Bu örgütlü proleter hareketi, öğrenciler tarafından gönülden desteklendi. Buna “Nuits debout” (Gece Ayakta) hareketi eşlik etti. Bu hareket 2013'te İstanbul'daki Gezi Parkı çadırlı kent işgal hareketinin ruhuna çok yakındı, daha çok mevcut iktidar yapılarının çok yönlü bir eleştirisini yapan entelijansiya ve gençliği bir araya getirdi.

Bu köpürme, 2017 yılının baharında Macron ve onun La République en Marche (“Cumhuriyet Yürüyüşü”) hareketinin iktidara geldiği başkanlık ve parlamento seçimlerinden sonra devam etti. Macron, işçi sınıfına ve emekçi halka topyekûn bir saldırıya başladı; işçi sendikaları bürokrasisinin oyalama taktiklerine rağmen işçi sınıfı karşılık verdi. İşçilerin iş yasasındaki kazanımlarına, devlet demiryolu şirketini (SNCF) özelleştirmeye yönelik girişimlere ve buna eşlik eden bu şirketin işçilerinin özel emeklilik düzenlemesine yönelik artan saldırılara karşı yeni mücadeleler yükseldi. (Fransız yoldaşlarımız Renaissance Ouvrière Révolutionnaire (ROR)’un 2017 yılının Eylül ayında yazdığı ve Red-Med internet sitesinde yer alan yazısına buradan ulaşabilirsiniz: http://redmed.org/fr/article/acte-premier-de-la-nouvelle-lutte-de-la-classe-ouvriere-et-du-peuple.) Ayrıca hem faşistler hem de polis tarafından saldırıya uğrayan üniversite işgalleri yaşandı. Bugüne gelindiğinde Sarı Yelekliler hareketinin gölgesinde, hem üniversite hem de lise öğrencileri kendi gerekçeleriyle kavgaya katıldılar.

Sonuçta, Sarı Yelekliler hareketi 2018’in sonlarında ortaya çıktı ancak Fransa’da 2016 ilkbaharından bu yana büyüyen bir sürecin devamıydı. Çalışan kitlelere ve gençlere yönelik duyarsız ve küstah saldırılar karşısında, Sarı Yelekliler hareketi Macron'a sert bir yenilgiyi tattırdı, bütün planlarını paramparça etti ve ona geri adım attırdı (“marche arrière”). Ancak bu hareket, aynı zamanda 2016 ilkbahardan bu yana kuvvetlenen daha büyük bir hareketin devamı niteliğindedir. Hoşnutsuzlardan oluşan gittikçe daha fazla sayıda toplumsal katman harekete geçiyor. Sarı Yelekliler hareketinin kaderi ne olursa olsun, önümüzdeki aylarda ve yıllarda Fransa'ya dikkat edin!