Latin Amerika Fransa’ya geldi!

Fransa olayları, içinden geçmekte olduğumuz 21. yüzyılın ilk Büyük Depresyonu döneminde, 2008 Aralık Yunanistan olaylarından sonra, Avrupa işçi sınıfı ve gençliğinin isyanının bir ikinci ifadesi oldu.

Fransa’nın bütün petrol rafinerileri ve 14 yakıt deposu işçilerin ablukası altında. Sakarya’daki Tekel eyleminden manzaralar yaşanıyor: Gece ateş yakılmış, etrafına toplanmış kadınlı erkekli işçi grupları sohbet ediyor, rafinerilerin kapıları zincirleniyor. Giriş çıkış yok, üretim yok, sevkiyat yok. Tabii 3000 dolayında istasyonda benzin de yok. Bazı garlar, limanlar ve havalimanları da abluka altında.

Petrol ve liman işçilerinin yanı sıra demiryolcular, metro ve otobüs işçileri, kimi yerde perakende işçileri eylemde; kamu sektöründe başka hizmetlerde (çöp toplama, posta, yerel yönetim, vergi daireleri vb.) grevler, ablukalar var. Bazı üniversitelerin, ama daha da çok liselerin (bin kadar lise, yani toplam sayının dörtte biri) öğrencileri, işçilerin yanı sıra eyleme geçiyor son günlerde.

Fransa olağanüstü bir ruh durumu içinde. Yaşanan basit bir grev hareketi ve ona eklenen sokak gösterilerinden ibaret değil. Bunlar elbette önemli. 7 Eylül’de başlayan hareket yedi haftada altı grev artı eylem günü düzenliyor. 12-19 Ekim arası bir haftada tam üç eylem günü. Her birinde ülke çapında 3 milyondan fazla insan sokakları dolduruyor.

Ama bu kez mücadeleye tonunu veren, ablukalar, yol kesmeler. Kimi işçi grupları bütün ekonomiyi ablukaya almaktan söz ediyor. Latin Amerika’nın yol kesme eylemleri (“cortas de ruta”) Fransa’ya gelmiş. Fransa’da işçi sınıfı Arjantin işsizlerinin ünlü piquetero’larını örnek alıyor gibi!

Canlılık olağanüstü. Le Havre’da 7 Eylül’den beri her akşam çeşitli sektörlerden işçilerin yaptığı açık toplantılar (Fransız işçi hareketinin diliyle “assemblée générale”ler, yani genel kurullar) çerçevesinde alınan kararlar doğrultusunda her gün bildiri yayınlanıyor. Montélimar’da 12 Ekim’de belediye işgal ediliyor, başkanın odası basılıyor, makam koltuğu ve kravatı (sembollere dikkat!) pencereden atılıyor, AB bayrağı duvardan indiriliyor. Bütün ülkede bir sektörden işçilerin yaptığı eyleme başka sektörlerden işçiler destek oluyor, katılıyor.

Liseliler emeklilik mücadelesinde!

Bütün bu mücadeleyi başlatan, Fransız hükümetlerinin 1995’ten beri işçi sınıfına bir türlü kabul ettiremediği “emeklilik reformu”nun yeniden gündeme gelmiş olması. Bu “reform” emeklilik yaşını 60’tan 62’ye, tam emeklilik maaşı alma hakkının elde edildiği yaşı da 65’ten 67’ye yükseltiyor. Fransız işçi sınıfına tam bir “mezarda emeklilik” yasası.

Bu yasaya karşı, emeklilik sorunu yarım yüzyıl sonra gündeme gelecek olan liselilerin mücadeleye girmesi, mücadelenin nasıl dar çıkarlarla sınırlı olmadığını, genel bir huzursuzluk ve memnuniyetsizliğin ifadesi olduğunu ortaya koyan en önemli gösterge. Liseliler bir bakıma işçi sınıfına 2006’dan kalan borçlarını da ödüyorlar. O yıl, “ilk istihdam yasası” (CPE) olarak anılan ve gençliği güvencesizliğe mahkûm edecek olan tasarıya karşı gençlik seferber olduğunda, işçi sınıfı ve emekliler hareketi desteklemişler, elde edilen zafere katkıda bulunmuşlardı.

Emeklilik Yasası parlamentonun alt kanadından sonra 22 Ekim Cuma günü Senato tarafından da onaylandı. Geriye iki mecliste kabul edilen farklı versiyonları uyumlaştırma işi kaldı ki, bu da en fazla iki-üç günlük bir iş. Şimdi bütün Fransa nefesini tutmuş, mücadelenin devam edip etmeyeceğini görmek için bekliyor.

 

Hedef “Cumhuriyet’in serserisi”

Mücadelenin yasadan çok daha öteye, Sarkozy’nin gerici politikalarına ve küstahlığına karşı olduğu genellikle kabul gören bir görüş. Kısa süre önce yüksek satışlı bir haftalık derginin (VSD), kapağından “Cumhuriyet’in serserisi” diye adlandırdığı Sarkozy’nin popülarite oranı % 26’ya kadar düşmüş durumda. Emeklilik yasasının sorumlusu Çalışma Bakanı Eric Woerth’ün ise, Fransa’nın en zengin kadını, L’Oréal markasının sahibi Liliane Bettencourt’a vergi kaçırması için yardımda bulunduğu bütün delilleriyle ortaya konulmuş durumda. Romanları sınır dışı eden bu hükümetin işçi ve göçmen düşmanı doğası artık tescil edilmiş durumda.

Ne yazık ki, Fransız solu bu büyük canlılığı anlamlı bir mecraya sokacak kapasiteden yoksun. Burjuva solun partisi Sosyalist Parti, 2012 seçimlerinde iktidar sırasını bekliyor. Komünist Partisi ve benzeri bir başka yeni parti (Sol Parti), gözlerini Sosyalist Parti ile işbirliğine dikmiş durumda. Devrimci Marksist gelenekten gelen partiler ise bu tür bir krizi, düzeni sorgulayacak bir yönde kanalize edecek kapasiteden yoksun.

Bütün bunlara rağmen, Fransa olayları, içinden geçmekte olduğumuz 21. yüzyılın ilk Büyük Depresyonu döneminde, 2008 Yunanistan olaylarından sonra, Avrupa işçi sınıfı ve gençliğinin isyanının bir ikinci ifadesi oldu. Nehir aktıkça yatağını açacaktır. Devrimci işçi partileri mücadelenin sıcağında inşa edilecektir.

{gallery}fransa2010{/gallery}