Karabağ savaşının bilançosu

Karabağ harita

27-28 Eylül’de başlayan Karabağ savaşı, yaklaşık bir buçuk ay sürdükten sonra Rusya’nın arabuluculuğunda 10 Kasım’da gerçekleştirilen anlaşma ile son buldu. Ermenistan Başbakanı Paşinyan, Azerbaycan karşısında yenilgiyi kabul etti. Azerbaycan Cumhurbaşkanı Aliyev, Paşinyan için son derece aşağılayıcı ifadeler kullandığı konuşmasında ülkesinin kesin zaferini ilân etti. Türkiye’de de tam bir zafer havası var. Ankara’daki resmi coşku Bakü’den bile fazla. Öyle ki hızını alamayan Erdoğan, Karabağ’ın “tamamının” kurtuluşu dolayısıyla Aliyev’i tebrik etti. Halbuki Aliyev zafer konuşmasında henüz daha anlaşmanın tüm ayrıntıları belli olmadan Karabağ’ın tümünün değil, Karabağ’a bitişik işgal altındaki rayonların (ilçeler) Azerbaycan’a verileceğini açıklamıştı.

Savaşı bitiren anlaşma neleri içeriyor?

Anlaşmanın ayrıntıları büyük oranda belli olmuştur. Azerbaycan’ın işgal altındaki rayonlar arasında olan Fuzuli, Cebrail, Zengilan ve Kubatlı’daki egemenliği tescil edilmiş, Azerbaycan ordusunun girmediği diğer üç rayondan Kelbecer’in 15 Kasım’dan, Ağdam’ın 20 Kasım’dan, Laçin’in ise 1 Aralık’tan önce Azerbaycan’a teslim edilmesine karar verilmiştir. Bunlar dışında Karabağ’ın içinden sadece Şuşa ilçesi ve ona uzanan koridor Azerbaycan’a bırakılmıştır. Karabağ’ın merkezi konumunda olan Hankendi/Stepanakert’i içine alan cephe hattı boyunca Rus barış gücü konumlanacak, bu bölgeyle Ermenistan arasındaki bağlantı yine Rus barış gücünün korumasında olacak Laçin koridoru aracılığıyla sağlanacak. Fiili bir oluşum olarak devam etmekte olan ve Ermenistan tarafından himaye edilen Dağlık Karabağ Cumhuriyeti’nin statüsü ise herhangi bir çözüme kavuşmamış, zamana bırakılmıştır.

Karabağ son durum

10 Kasım anlaşması ile ortaya çıkan bu tablo büyük oranda Karabağ sorununun diplomatik çözümünü üstlenen ve eş-başkanlığını Rusya, Fransa ve ABD’nin yaptığı Minsk Grubu’nun Madrid prensipleri olarak kayda geçirmiş olduğu çerçeveyle örtüşmektedir. Yine 2019 Nisan’ında Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov’un ismiyle anılan ve Madrid prensiplerini esas kabul edip bu doğrultuda bir takvim öneren planın da fiilen yürürlüğe girmiş olduğu söylenebilir. Rusya’nın Karabağ’daki statükonun devamını gözeten bir politikadan ayrılarak, Azerbaycan lehine bir hamleyle Lavrov Planı’nı gündeme getirmesinin Ermenistan’da Batı emperyalizmi ve NATO yanlısı Paşinyan’ın iktidara gelmesine bir tepki olarak yorumlanabileceği açıktır.  Lavrov Planı, diplomatik yolla değil, savaşın fiili sonucu olarak hayata geçmiş, üstüne Rusya Ermenistan’daki üslerine ek olarak daha güneyde Nahçıvan’dan Karabağ’ın büyük bir bölümüne kadar konuşlanma olanağı elde etmiştir. Tüm bunlara ek olarak Rusya’nın siyasi hasım olarak gördüğü Paşinyan, tüm yenilginin sorumluluğunu üstlenmiş durumdadır ve meclisin basıldığı, büyük protestoların düzenlendiği Ermenistan’da iktidardaki günleri sayılıdır.

Karabağ savaşının önceden çizilmiş sınırları

Savaşın başlangıç aşamasında Devrimci İşçi Partisi’nin yayınladığı bildiride yapılan öngörüler de büyük oranda doğrulanmış bulunmaktadır. “Azerbaycan’ın, Ermenistan saldırılarına karşı taarruzla cevap vermesi halinde Rusya’nın, Minsk Grubu’nun çizdiği çözüm çerçevesi içinde kalan bölgelerin bazılarının Azerbaycan ordusunun eline geçmesine çok da ses çıkarmayacağı öngörülmüştür. Bu öngörü ışığında her ne kadar medya organlarında Dağlık Karabağ’ın tamamının kurtarılmasına dair yüksek perdeden nutuklar atılsa da askeri operasyonun baştan Rusya’yı karşı bir hamleye kışkırtmayacak bir sınırda planlanmış olması muhtemeldir. Bu durumda savaşın çok uzun soluklu olmayacağı, Azerbaycan’a stratejik olmasa da taktik ve moral bir üstünlük sağlayarak biteceği öngörülebilir… Rusya eğer belirli bir aşamada devreye girerek ateşkesin sağlanmasında belirleyici rol oynayıp Kafkasya’daki belirleyiciliğinin tekrar altını çizebilirse, savaş Paşinyan’ı devirmeyi ya da Rusya karşısında diz çöktürmeyi sağlayacak kadar bir etki yaratırsa Putin bu sürecin sonunda kendini kazananlar arasında görecektir. Gelinen aşamada Paşinyan’ın da dillendirmeye başladığı gibi mesele Karabağ’da bir Rus barış gücünün görevlendirilmesiyle sonuçlanırsa Putin için bu kazanç çok daha net olacaktır.”

Gelinen noktada Putin’in kendini kazananlar arasında gördüğüne şüphe yoktur. Rusya’nın stratejik Şuşa’nın Azerbaycan tarafından alınmasına kadar tayin edici şekilde devreye girmekten imtina edip beklemiş olmasıyla Rusya’nın, savaşın sona ermesindeki belirleyici rolü tartışmasız hale gelmiştir. Zira Paşinyan’ın anlaşma sonrası yaptığı açıklamada da itiraf ettiği gibi Şuşa’nın ardından Hankendi/Stepanakert’in düşmesi an meselesi haline gelmiş, Karabağ’ın geri kalan tarafı da tamamen savunmasız duruma düşmüştür. Rusya, aynı anda Azerbaycan ve onun müttefiki güçlere de benzer bir mesaj vermiştir. Azerbaycan sahada askeri anlamda tayin edici bir zafer elde etmiş olsa da bunu Rusya’nın icazeti olmadan stratejik bir zafere dönüştürebilmiş değildir. Dolayısıyla Azerbaycan nezdinde de Rusya’nın Güney Kafkasya’daki belirleyici rolü teslim edilmiş olmaktadır.

Bir millet iki devlet bir de korsan

Öte yandan Karabağ savaşıyla birlikte Kafkaslar’a müdahil odan güçler Rusya ile sınırlı değildir. Özellikle Batı emperyalizminin ve NATO’nun, Türkiye’nin Azerbaycan’a verdiği destek üzerinden bölgede etkin olmaya çalıştığı asla görmezden gelinmemelidir. Rusya’nın görünürdeki başarısını dengeleyen ve tehdit eden faktörler de mevcuttur. Türkiye’nin Özal dönemindeki Karadeniz Ekonomik İşbirliği Bölgesi girişimini andıran bir siyaset ile  Karadeniz’de, Turancılığın yeniden ısındırılmasıyla Orta Asya’da emperyalizmin Rusya’yı kuşatma stratejisinde görev üstlenmeye yönelik hazırlıkları dikkatle takip edilmelidir. Özellikle Karabağ savaşı bağlamında Kafkaysa’da belirginleşen Türkiye-İsrail-Azerbaycan ekseni (Paşinyan biz üç orduya karşı savaştık derken zımnen ve Türkiye ve İsrail’in rolüne işaret etmiştir), Karadeniz’de Ukrayna ve Gürcistan’ı da içine alarak (bu eksen Asya’ya doğru adım adım Pakistan’a da uzanmaktadır) Batı emperyalizmi için güçlü bir dayanak noktası, Rusya açısından da ciddi bir tehdit odağı oluşturmaktadır.  “NATO üyeliğine hazırız” diyen Gürcistan Başbakanı Gaharia bu süreçte yapılan seçimden yeniden birinci parti olarak çıkmıştır. İsrail’in Ukrayna ile Sovyet dönemi Mig-29 uçaklarını Rus hedeflerini vurabilecek şekilde modernize etmek için anlaşması, Türkiye’nin de yine Ukrayna ile kapsamlı bir savunma sanayii işbirliği anlaşması ile İHA ve SİHA ihracatına başlaması Karabağ savaşının bir buçuk ayı içine sığan gelişmelerdir. İran için de İsrail’in Kafkaslar’daki etkinliğinin artmasının yanı sıra Ermenistan tarafından dengelenmeyen bir Azerbaycan’ın İran içindeki Azerbaycan Türkleri üzerindeki nüfuzunun artması tehdit unsuru olarak algılanmaktadır. Azerbaycan ile Türkiye arasındaki ilişkiler, “iki devlet tek millet” sloganı bir aldatmacadır ve üçüncü bir unsur olarak korsan devlet olan İsrail’in Kafkasya’daki korsanca varlığını, genel olarak da Batı emperyalizminin Kafkasya’daki emellerini gizlemektedir.

Bir millet iki devlet bir de korsan

Rusya NATO'nun vekili Türkiye’ye karşı gardını alıyor

ABD’nin başkanlık seçimleri dolayısıyla kendi iç krizlerine odaklandığı, Fransa’nın Batı emperyalizminin asli unsurlarından biri olduğu halde, çelişki içinde olduğu Türkiye’nin bölgedeki etkinliğinin artacağı bir senaryoya destek olmaktan imtina etmesi, Minsk Grubu içinde inisiyatifi tamamen Rusya’ya bıraktı. Öte yandan tüm süreç boyunca perde gerisinde kalmayı seçmiş olsa da, Hazar enerji havzasında büyük yatırımları bulunan, Rusya ile bir dizi başlıkta adeta bir soğuk savaş içinde olan İngiliz emperyalizmi Kafkasya’da oluşan Batıcı ve NATO’cu eksenin önemli bir parçasıdır. İngiltere ayrıca Suriye’de olduğu gibi Kafkasya’da da Türkiye’nin aldığı inisiyatiflerle uyumlu bir siyaset izlemektedir. 10 Kasım anlaşmasında Rusya’nın rolü ne kadar büyük olsa da ve Rusya’nın Güney Kafkasya’daki askeri varlığı ne kadar tahkim edilmişse de Batı emperyalizminin bu bölgedeki güç mücadelesinin devam edeceği açıktır. Batı emperyalizmi bu güç mücadelesinde en başta Türkiye’yi kullanmak isteyecektir. Bu, Rusya tarafından başından beri görülmektedir. Bu yüzden her ne kadar bölgedeki ateşkesi denetlemek üzere Rusya ve Türkiye’nin yer aldığı ortak mekanizmalar oluşturulduğundan bahsedilse de Rusya Türkiye’yi sahadan uzak tutmak ve atıl bırakmak için ciddi bir çaba sarf etmektedir.

Her şeyden önce anlaşma masasında Türkiye yoktur. Ateşkesin denetlenmesi konusunda ise bizzat Çavuşoğlu, Türkiye’nin rolünün İHA’larla havadan gözlem yapmakla sınırlı olacağını belirtmiştir. Rus ve Türk subaylarının koordinasyon merkezi Azerbaycan’da olacak, Türk askeri ihtilaflı bölgelere yaklaştırılmayacaktır. Anlaşmada Nahçıvan’dan Azerbaycan’a ulaşan yolun Rus askerlerinin kontrolünde olacak şekilde açılacak olması büyük bir zafer olarak sunulmaktadır. Ancak bu, tek başına, Azerbaycan ve Türkiye’nin koparttığı bir taviz olarak okunamaz. Rusya bu hamlesiyle aynı zamanda Ermenistan’ın başkenti Erivan ile İran arasında Nahçıvan üzerinden demiryolu bağlantısını sağlamış ve kontrol altına almıştır. Bunun Ermenistan için iktisadi anlamı, Nahçıvan üzerinden Türkiye ve Azerbaycan’ın bağlanması kadar büyüktür. Nitekim Paşinyan’ın halka yaptığı açıklamada kazanım namına söylediği tek başlık budur. Rusya’nın İsrail ile karşı karşıya gelmemeye özen gösteren politikasını, hatta bunun için Suriye’de İran mevzilerinin İsrail tarafından vurulmasına çoğu zaman sessiz kaldığını biliyoruz. Ancak bu, Rusya’nın Kafkasya’da İsrail’in nüfuzunun artmasını kabul edeceği ve İran’ı bir de buradan sıkıştırmasına göz yumacağı anlamına gelmeyecektir.

Ermenistan’la sınırlar açılsın! Ama emperyalizmin değil, kardeşliğin girmesi için!

Ayrıca İran’ın Ermenistan’ın askeri yenilginin ardından ekonomik yeniden inşasında rol alması Ermenistan üzerinde Batı emperyalizminin yapacağı hamlelere karşı da dengeleyici bir unsur olarak düşünülebilir. Zira şimdiden Batıcı ve liberal çevrelerden Türkiye’nin Abdullah Gül döneminde başlayan açılımı yeniden başlatması gerektiğini savunanlar çıkmaktadır. Abdullah Gül döneminde Ermenistan’la sınırların açılmasını içeren protokollerin hayata geçmeyişinin sebebi olan Karabağ sorunu ortadan kalktığına göre “Kafkasya’daki barış” yeni bir Ermenistan açılımı ile güçlendirilmelidir. Bu önerilerin Türkiye’deki iktidar nezdinde karşılık bulup bulmayacağını zaman gösterecektir. Ancak Batı emperyalizminin günleri sayılı olan Paşinyan’dan bekleyeceği bir şey kalmamıştır. Abdullah Gül’ün açılımı Türkiye Azerbaycan ilişkilerini ciddi şekilde bozmuştu. Ancak Azerbaycan’ın Karabağ savaşı için her fırsatta teşekkür ettiği Türkiye’nin benzer bir hamlesinin etkisinin bu aşamadan sonra çok daha farklı olacağı açıktır. Azerbaycan’ı Türkiye ve İsrail aracılığıyla kendi eksenine büyük oranda angaje eden Batı emperyalizminin Kafkasya siyasetinde Türkiye Ermenistan ilişkileri sürpriz bir rol oynayabilir.

Kafkasya’da halkların kardeşliği için ve emperyalizme karşı mücadeleye devam!

Devrimci Marksistler, Türkiye ve Ermenistan sınırının kayıtsız ve şartsız açılmasının her iki ülkenin ve tüm Kafkas halklarının menfaatine olduğunu, sadece bu sınırların açılmasını değil, tüm Kafkasların halkların kardeşliğine dayalı sosyalist bir federasyon altında birleşmesini savunmaktadır. Bunu savunmaya devam edeceğiz ama sahte çözüm ve açılımlarla Batı emperyalizminin Kafkasya’da verdiği nüfuz mücadelesini gizlemesine de asla izin vermeyeceğiz. Karabağ savaşının ardından emperyalizmin, Siyonizmin ve NATO’nun Kafkaslar’dan atılması, Kafkasya’yı yurt edinmiş tüm milletlerin tek bir sosyalist federasyon çatısı altında barış ve kardeşlik içinde yaşaması için verdiğimiz mücadelenin önemi daha da artmış bulunmaktadır.