İran’da Cumhurbaşkanlığı Seçimleri: Bir strateji olarak dini istibdat rejimini seçimle terbiye etme arzusu

İran’da 12. cumhurbaşkanlığı seçimleri 19 Mayıs günü gerçekleşti. Oylama sonuçlarını temel alırsak Hasan Ruhani zorlanmadan seçimleri kazandı diyebiliriz. Zorlanmadan dedim; zira Ruhani en yakın rakibi olan İbrahim Reisi’nin 15,5 milyon oyuna karşı 23,5 milyon oyla tekrar cumhurbaşkanı olarak seçildi[i]. Bu sonuçları (dünya) ana akım medya mantığıyla değerlendirirsek İranlılar, İslam cumhuriyeti devletinin dayatmak istediği adayı (yani Reisi’yi), dolayısıyla aşırılığı reddetmiş, itidal yolunu seçmiş, reformların devamının gelmesini istemiş ve Ruhani’nin ilk cumhurbaşkanlığı dönemindeki icraatlarını onaylamıştır. Bu değerlendirmelere göre İran halkı (%73 gibi büyük bir oranla) seçimlere katılarak akıllıca davranmış, mantığın öne sürdüğü seçeneği değerlendirmiş, ani büyük değişimlere hayır demiş, sabır gerektiren bir yola çıkmış, yavaş da olsa düzen içi reformlara güvenerek İran İslam Cumhuriyeti’ni ıslahat yoluna ve ülkeyi barışçıl bir şekilde dünya düzenine iltihaka doğru itmiştir.

Ana akım medyanın değerlendirmelerine karşıt olarak, İran’da halkın seçimlere yaklaşırken yaptığı en yaygın değerlendirme ise kötü ve daha kötü arasında bir seçim yapmak ve ehven-i şerri tercih etmekti. Uluslararası siyaset alanında kara kışın korkusundan kara yelin soğuğuna sığınmak, hatta ona methiyeler düzmek ve övgüler yağdırmak günümüzün belirginözelliği olma yolunda emin adımlarla ilerlerken İran da bu ortamdan nasibini aldı. İran İslam Cumhuriyeti’nin bir cenahı, oluşmuş bu havayı iyi değerlendirdi, tüm propagandasını bu yönde sürdürdü ve sonucunu da aldı. Ruhani’yi, temsil ettiği orta yolcu muhafazakârlar ve reformistlerle birlikte bir umut olarak gören burjuvazi, orta sınıf ve yurt dışında sürgünde olan siyasi güçler (Hamenei’nin yerine geçecek en güçlü aday olarak da bilinen) Reisi’yi bu hassas dönemde İran’ın başına gelecek en büyük bela olarak gösterdi. Ruhani’den önceki cumhurbaşkanı Ahmedinejad’ın iç ve dış politikaları sadece rejimin usûlcü cenahına mal edildi. İran’ın, tekrar savaşın ve çöküşün eşiğine götürülmesine izin verilmeyeceği yönünde fikir birliği oluşturuldu ve antlar içildi.

Böyle bir ortamı oluşturmak için 1988 yılında Humeyni’nin doğrudan emri ile yaz boyunca hapishanelerde gerçekleşen toplu idamlar sürecinde yer alan Reisi uygun bir adaydı. Bu aralar, yeni lakabı “katliam ayetullahı” ile anılan Reisi, sayısı tam bilinmese de 3500-6500 arasında tahmin edilen siyasi tutuklunun bir dakikalık mahkemeler sonucunda idama mahkûm edilme sürecinde yargıç olarak yer almış ve o katliamların dört önemli failinden birisi olmuştur. Reisi, çok genç yaşlarından beri yargı kuvvetinde önemli konumlara sahip olduğu için reformistlerin ve Ruhani’nin hedef tahtası seçildi. Uzun yıllar boyunca istibdat rejiminin gerçekleştirdiği cinayetler örtülü bir şekilde Reisi’ye soruldu. Bu cenah 39 yıllık baskı ve korku ortamından sorumlu tutuldu. Sanki ılımlı muhafazakârlar ve reformistler aynı rejimin bir parçası değilmiş gibi ve gerçekleştirdiği cinayetlerde parmakları yokmuş gibi, sanki Ruhani uzun yıllar boyunca Ulusal Güvenlik Konseyi'nin genel sekreterliğini yapmamış gibi, sanki 88 katliamının başka bir faili Ruhani’nin kabinesinde bakan değilmiş gibi davranıldı. Böylece Ruhani hükûmeti bir önceki seçimde başta halka verdiği ekonomik vaatler olmak üzere kadınlara, etnik gruplara ve dini azınlıklara verdiği sözleri yerine getirmese de, yine halkın büyük ölçekte desteğini almayı başardı. Reisi’nin yoksul emekçi halkı hedef alan popülist söylemlerini boşa çıkardı.

Bu ikili kavga seçimlerde ilerici bir adayın var olmadığını göstermekte ama İran’da seçimlere hakim olan aday onay sistemine[ii] göre, adaylar arasında düzenin değil halkın adayı olacak birini bulmak neredeyse imkansız. Temsil yeteneği olmayan ve kitlelere ulaşabilme imkânlarından yoksun toplumsal muhalefet ve bağımsız siyaset radikal veya reformist olsun, İran İslam Cumhuriyeti bünyesinde başka bir seçim gerçekleşirken güçlerini “istibdada hayır” çatısı altında yine birleştiremedi. Ne seçimleri boykot etme çağrısında yaygın bir hemfikirlik oluştu ne de seçimlere aktif katılım konusunda anlaşıldı. Dini istibdadın seçimi bir meşruiyet aracı olarak kullanması her zaman düzen dışı muhalefeti bir ikilem içinde bırakmıştır. Kitleleri harekete geçirme gücünden yoksun, hatta halka ulaşma olanağından belli bir oranda mahrum bir muhalefetin aktif siyaset yapması kesinlikle kolay değildir ama kendi içinde de somut stratejisi olmaması onu daha çok zayıf kılmaktadır. 

İstibdadın bu seçimlerden beklentisi

İran İslam Cumhuriyeti, 2013 yılındaki cumhurbaşkanlığı seçimlerinden beklediği sonucu elde etmişti. O dönem İran, birbirinden bağımsız olmayan üç önemli soruna çözüm aramaktaydı. İlk olarak 2009 seçimleriyle aldığı meşruiyet yarasına (hem halk nezdinde hem de uluslararası arenada) merhem sürmeyi, ikincisi, içinde bulunduğu ve halkın yaşamını zorlaştırılan ekonomik sıkıntılara çare bulmayı ve son olarak yine içinde bulunduğu uluslararası siyasi buhranlara bir çözüm üretmeyi hedeflemekteydi. Özellikle en önemli hedefi, nükleer krizin yol açtığı ekonomik çetinliklerin ve ABD önderliğinde İran'a karşı yürütülen dış baskıların en yoğun olduğu o dönemde uluslararası tansiyonu düşürmek, uygulanan ağır ambargolardan kurtulmak ve ulusal düzeyde onun getireceği ekonomik ferahlıktan yararlanmaktı. Bu yüzden, Hamenei’ye yakın bir çevreden olmasa da usta bir müzakereci olarak bilinen Ruhani sahneye sürülmüştü, “itidal ve umut” sloganı ile bu sorunları çözebilmek için en iyi aday olduğunu gösterip seçimleri kazanmıştı.

Rejim, Ruhani’nin ilk döneminde iki sorunu büyük ölçekte çözüme ulaştırmayı başardı (tabii ABD’deki son başkanlık seçimlerini şimdilik değerlendirmeye dahil etmeyip, Trump etkisini göz ardı edersek). İlk önce geçen yılki parlamento ve Uzmanlar Meclisi seçimlerinde İran İslam Cumhuriyeti tarihinde bile eşi benzeri görülmemiş “seçilme hakkının genişçe gaspı” ve onaylanan adayların geçmişine rağmen, bir hoşnutsuzluk alameti olarak sayılan “seçimleri boykot etme” veya az katılım söz konusu bile olmadı. Ne rejim içi sözde radikal muhalefet ne de büyük ölçekte rejim dışı muhalefet rejimin meşruiyetini tartışma konusu bile yapmadı. O seçimlerde muhalefet, canilik mertebesinde Reisi’nin çok daha üzerinde olan adayları hiç utanmadan gönül rahatlığıyla ılımlı muhafazakâr veya reformist olarak halka sundu. Böylece rejimin iç çatışmaları rejimin geleceği adı altında tam meşruiyet puanıyla sandıktan geçti. Aynı havanın devamı olarak rejim, cumhurbaşkanlığı seçimlerini de halkın görece büyük oranda katılımıyla gerçekleştirmeyi başardı. Yine kimse dini istibdat rejiminin yaklaşık 40 yıllık tarihinde yürüttüğü gerici siyasetleri, oluşturduğu baskı ve korku ortamını ve gerçekleştirdiği cinayetleri ve yolsuzlukları sorgulamadı.

Diğer yandan Orta Doğu'nun bugün geldiği noktaya baktığımızda bir zamanlar sürekli ABD ve İsrail'in saldırı tehdidi altında yaşayan İran, bölgenin en istikrarlı, en dingin ülkesi durumunda. Batı ile arasındaki nükleer krizini çözmüş, IŞİD’i İran sınırlarından uzak tutmayı başarmış ve bölgedeki en önemli rakipleri olan Suudi Arabistan, Katar ve Türkiye üçgenine karşı etkin siyaset yürütmüş durumdadır.

Bunlara karşın geçtiğimiz dört yıl içinde İran’da halkın geçim sıkıntısı eskisi gibi sürmekte. Ekonomik durgunluğun devam ettiği, sanayinin büyük ölçekte çöktüğü, işsizliğin arttığı ve yoksulluğun yaygınlaştığı bu dönemde dini istibdat rejimi acil bir çözüm arayışında. Rejim, arayış içindeyken,   bu söz konusu sorunların yaratacağı toplumsal huzursuzlukların kolayca aşılacak sıkıntılar olmadığının da bilincinde. Bu yüzden istibdat rejiminin bu seçimlerden beklentisi de çok netti; nükleer anlaşmayla birlikte Batı’da İran’a karşı oluşan yumuşak yaklaşımı korumak, dış siyasetin çok değişmeyeceği sinyalini vermek ve iç politikada var olan istikrarın sürmesini sağlamak böylece dış sermayeye güven vermek ve halka her şeyin iyiye gideceği yönünde umut aşılamak. Bu seçim süreci ve sonuçları dikkate alınırsa isteklerine büyük ölçekte ulaşmış sayılır.

Bu dört yıl içerisinde dini istibdadı rahatsız eden önemli bir gelişme daha ise Trump’ın ABD başkanı olarak seçilmesiydi. Trump’ın İran’a karşı yürüteceği politikanın ayrıntıları tam bilinmemektedir. Buna rağmen, hem kendi seçim kampanyası sürecinde İran hakkındaki konuşmalarından hem de seçimleri kazandıktan sonra İran’a karşı sergilediği sert tavırdan ve Orta Doğu’da İsrail çizgisine yakın güttüğü politikadan anlaşıldığı kadarıyla, İran’ın bölgedeki nüfuzundan ve Batı ile gerçekleştirdiği nükleer anlaşmadan çok memnun olmadığını ve İran’a yönelik uygulanan ambargoların kaldırılmasına sıcak bakmadığını görebiliriz. Nitekim daha geçen hafta ABD, ambargoların kaldırılmasını ileri bir tarihe erteledi. Bu da ABD ile ilişkisi olan uluslararası şirketlerin ve sermaye odaklarının İran’a doğru yönelmesini engelliyor. Sonuç olarak bu gelişmeler çökmüş sanayisini canlandırmak ve ekonomik sıkıntılarına çare bulmak için dış sermayenin İran’a gelmesini hedefleyen ve bekleyen hükûmet ile rejimi endişelendiriyor.

Değinmeden geçmemek lazım; cumhurbaşkanlığı ne kadar önemli bir konum olsa da ve bu seçimler rejim içi siyasi aktörlerin ve güç dengelerinin durumuna dair bir gösterge olsa da İran’da iç ve dış siyaset, özellikle dış siyaset Hamenei’nin kontrolü altında yürütülür. Yani nükleer anlaşma Ruhani gelse de gelmese de gerçekleşecekti. Hatta Ruhani’nin dışişleri bakanı ve nükleer anlaşmanın baş müzakerecisi Zarif, bir önceki dönem yapılan görüşmelerin ilerlediği noktayı görünce şaşırmıştır. Sadece, emperyalizmle daha iyi geçinme yolunu seçen İran İslam Cumhuriyeti bu müzakereleri Batı’ya daha güven verici bir kadroyla gerçekleştirmeliydi. Daha önce Hatemi döneminde Batı ile nükleer müzakerelerini yürüten ve başarılı bir özgeçmiş bırakan Ruhani bu misyon için mükemmel adaydı. Yeni kadro güvenleri boşa çıkarmadı ve istibdat rejiminin yıpranmış gemisinin selametle karaya oturmasını sağladı.

Bu anlatıya bakınca hâlâ rejim için en iyi aday Ruhani gibi görünürken, Reisi gibi aşırı bir muhafazakârın cumhurbaşkanlığı seçimlerinde kendini ortaya atmasının sebebi ne olabilir? Hamenei’ye yakın, hatta veliahdı olarak gösterilen, İran’ın en zengin müessesesi Astan-i Gods-i Rezevi’nin başında olan güçlü bir figür kaybedeceğini bildiği halde bu yarışa neden girmiştir? Tabii ilk akla gelen bu işin bir komplo olduğudur. Bu komploya göre Hamenei sonrası büyük liderlik yarışına gelmeden Reisi’yi bu seçimlerle itibarsızlaştırmak isteyen aşırı muhafazakârlar onu bu hassas dönemde seçime girmesi için ikna etmiştir. Halbuki, Reisi herhangi bir itibar kaybetmediği gibi, kitlelerce bilinmeyen bir yargıçtan bir anda 15,5 milyon oy alabilecek, usûlcüleri arkasına toplayabilecek güçlü bir figüre dönüştü. Usûlcülerin seçim sonrası tepkisi de bunu kanıtladı. Açıklamalara göre Reisi bu seçimlerde siyasi tecrübe kazandı ve “devrimin” geleceği olarak takdir gördü. Yani bundan sonra İran siyasetinde Reisi’nin adını daha sık duyabiliriz.

Seçim Süreci

İran seçimlerinde her zaman olduğu gibi yine Anayasa Koruyucu Konseyi’nin keyfi kararlarıyla çok sayıda insanın adaylığı onaylanmadı. İran İslam Cumhuriyeti tarihi boyunca (yani geçmiş 39 yıl boyunca) cumhurbaşkanlığı seçimlerinde şimdiye dek hiçbir kadının adaylık başvurusu bu konseyce geçerli sayılmamıştır. İran’ın anayasasına göre cumhurbaşkanı adayı “siyasi veya dini rical” sınıfından yani ortamlarda bilinen (erkek) siyasetçi veya din adamı olmalıdır.Arapça’da erkekler demek olan ve Osmanlı Türkçesi’nde de devlet adamları anlamında kullanılan “ricâl” kelimesine istinaden “doğal olarak” siyasi veya dini rical sayılamayacak kadınların adaylık başvurusu kolaylıkla reddedilmekte. Ayrıca bu aday başvuru değerlendirme sürecinde daha önceki seçimlerde adaylığı onaylanan kişilerin başvurusu da kabul görmeyebilir. Nitekim daha önce iki dönem cumhurbaşkanlığı yapmış Mahmud Ahmedinejad gibi isimlerin de adaylıkları reddedildi[iii].

Değerlendirmelerin sonucunda Anayasa Koruyucu Konseyi altı kişinin başvurusunu onayladı. Adaylar cenahlar arasında adilce dağıtıldı; üç aşırı muhafazakâra karşı üç ılımlı. Bu adaylardan ikisi orta yolcu muhafazakârların ve reformistlerin desteğini alan bir önceki cumhurbaşkanı Ruhani ve onun başdanışmanı İshak Cihangiri idi. Kendilerine usûlcü (ilkeci) diyen aşırı muhafazakârların (büyük bir kısmının) desteğini alan iki aday ise İbrahim Reisi ve Mohammedbagir Galibaf idi. Düzenin önemli siyasi kanatlarının desteği ile gelmemiş iki diğer adayın, yani Mustafa Mirselim ve Mustafa Haşemiteba’nın en baştan bu seçimlerde kazanma şansı yoktu. Seçime birkaç gün kala Cihangiri ve Galibaf cenahlarının asıl adayı lehine çekildiler. Böylece seçimler başından beri beklendiği gibi iki cenahın birebir yarışına dönüştü.

Cihangiri ve Galibaf kampanya sürecinde ve münazaralarda cenahlarının lehine kazandıkları söz hakkı ile asıl adayların neredeyse pis işlerini yaptılar. Karşılıklı sert bir şekilde suçlama ve cevaplama görevi büyük ölçekte bu iki adayın üzerindeydi. Usûlcülerin adayı Galibaf eski bir devrim muhafızı idi ve daha önce ülkenin polis teşkilatının da başında bulunmuştu. Daha önceki seçimlerde de aday olmuştu ama seçimlerde oy alma konusunda çok başarılı olamamıştı. Tek yaptığı iş seçim münazaralarında karşı olduğu adayların eski defterlerini açmak ve münazaralara biraz da olsun heyecan katmaktı. Cihangiri ise ondan beklenmeyen bir hazır cevaplıkla Ruhani’yi çok darbe almadan seçim gününe doğru taşıdı.

Münazaralar boyunca yolsuzluk suçlamaları havalarda uçuştu ve bazı cinayetlerin yaşandığı itiraf edildi. Münazaraları cazip kılan bu suçlamalar, halka seçimin çok hayati bir mesele olduğunu aşılamayı başardı ama diğer yandan adayların bu konuda çok ileriye gitmesi rejimin erkânını rahatsız etti. Hamenei İslam Cumhuriyetinin geçmişinin sorgulanmasına doğru giden suçlama ve münazara şeklini eleştirdi ve adayları daha ılımlı tartışmalara davet etti.

Bu seçimlerin Ahmedinejad gibi bir sürpriz misafir oyuncusu da vardı ama üç arkadaşıyla geldiği gibi gitti. Geçen yıl erkenden seçim çalışmalarına başladığında seçimlerde aday olacağını açıkça dile getirince Hamenei’nin kesin muhalefeti ile karşılaşmıştı ama buna rağmen adaylığını koydu. Veli nimetine karşı bu küstahlığının karşılığını hemen aldı ve bir ara kendisini çok seven Anayasa Koruyucu Konseyi tereddütsüz bir şekilde adaylığını reddetti. Belki iki döneminin sonuna doğru Hamenei’ye karşı başkaldırısından dolayı halkın desteğini alacağına güvenmişti, belki de devrim muhafızları içinde eski destekçilerine güvenerek gelmişti. Nedenleri ne olursa olsun ne gelişi halk içinde bir heyecan uyandırdı ne gidişi kitlesel bir itiraza sebep oldu.

Son değerlendirme

İstibdat rejimi seçim sonuçlarından memnun. Yüksek katılımla gerçekleşen bir seçim ve halkın isteği rejimin arzusu doğrultusunda görünmekte. Rejimin kendisi ile organik bağ kurmuş veyahut kendi bağrından kopmuş burjuvazi ile kentli orta sınıf da seçim sonuçlarından memnundur. Ruhani’nin taraftarları 20 Mayıs Cumartesi akşamı her yerde zafer kutlamaları yaptı. Ne de olsa böyle dönemler İranlılar tarafından kaçırılmaz. Bir iki haftalık da olsa şenliklerin yapıldığı, geniş sokak kutlamalarının düzenlendiği bir ortam İranlıları memnun etmiyor değil. Ama bu mutluluk dolu tablo İran’ın içinde olduğu durumun tüm yönlerini anlatmıyor.

Ruhani düzenin korunmasını sağlayan icraatları dışında bir önceki seçimde halka verdiği sözlerin hiç birini tutmadı, hatta bazılarını tamamen unuttu. Ruhani önderliğindeki hükûmet, geçen dört yıl içinde kadınların hiçbir talebine karşılık vermedi. Etnik gruplara anadilde eğitim hakkı benzeri verilen çeşitleri sözleri hiç verilmemiş saydı. Dini azınlıkların üzerindeki baskıların azalması için herhangi bir adım atmadı.  İran İslam Cumhuriyeti yetkililerinin gerçekleştirdiği büyük yolsuzluklara karşı tepkisiz kaldı. Emekçilere verdiği sözler diğer hükûmetlerin vaatleri gibi popülist bir söylem sınırını aşamadı.

Bu dört yıl boyunca hem düzen dışı hem de toplumsal muhalefet Ruhani döneminin getirdiği istikrardan nasibini aldı. En temel hak talepleri hapis cezası ile karşılandı. İşçi grevleri polis saldırısı ve işkenceyle bastırıldı. İdamlar hiç hız kesmedi. Yani ne reformdan haber var ne de halk içinde geniş bir hoşnutluk söz konusu.

Burada sol siyasete, toplumsal muhalefete ve ilerici güçlere düşen görev çok büyük ve hayati önem taşımakta. Ne yazık ki düzen dışı muhalefet yine kendini bir yeis ve başarısızlık duygusu içinde görecektir. Seçim sürecinde ve sonrasında yapılan kutlamalara dayanarak, istibdat rejiminin sonsuza dek süreceğine inanmış ve meşruiyetini kabul etmiş muhalefet, hâlâ özgürlük savaşının verilmesi gerektiğine inanlara karşı bir moral kazanmıştır. Bu reformist mantığa göre istibdat rejimi seçimlerle terbiye edilebilir ve sabır gerektiren bu sürecin sonunda İranlılar bir gün aydınlık bir geleceğe kavuşacaktır. Bu akıma karşı, sol siyasete ve toplumsal muhalefete politika yapmak konusunda karşılaştığı engelleri bahane olarak görmemeli. İstibdat, sömürü düzeni ve gericiliğe karşı mücadelede İran’ın ilerici güçlerinin karşılaştığı engellerin bir kısmı dünyanın çoğu ülkesinde de var olan güçlüklerdir. Belki İran’daki mücadele daha yüksek hayati riskler içerir ama bir önceki şah istibdadına karşı verilen bağımsızlık ve özgürlük savaşından ve halen dünyanın birçok bölgesinde yürütülen mücadelenin tecrübelerinden yararlanarak yeni bir mücadelenin temelleri atılabilir. Uzaktan ahkâm kesmek kolaydır belki ama en azından toplumun ilerici güçleri, merkezinde emekçilerin bulunduğu, toplumun tüm ezilen bileşenlerini somut talepler etrafında toplamalı ve daha somut adımlar atmalıdır.

 

21 Mayıs 2017



[i]       Hasan Ruhani tüm kullanılan oyların %57’sini alarak seçimleri kazandı ve İbrahim Reisi oyların %38,5’ni toplayarak ikinci oldu. İki diğer adayın, yani Mustafa Mirselim ile Mustafa Haşimiteba’nın aldığı toplam oy bir milyonu bulamadı.

[ii]      İran’da seçimlerde Anayasa Koruyucu Konseyi adayların başvurularını değerlendirir ve İran İslam Cumhuriyeti’nin değerlerine uygun görmediği adayların seçilme hakkını kolayca gasp edebilir.

[iii]     Bir zamanlar Hamenei’nin gözde cumhurbaşkanı Ahmedinejad artık bir haydut muamelesi görmekte, düzenin istenmeyen adamı sıfatına layık bulunmakta. Kimse de 2009 yılında seçilmesi için büyük hileleri mühendislik eden ve buna karşı ortaya çıkan halk isyanını kanlı bir şekilde bastıran Hamenei’ye ve sevdiği cumhurbaşkanına o günlerdeki işbirliğin ve gerçekleştirdikleri cinayetlerin hesabını bırak sebebini bile soramadı.