İran: İki 4 Kasım

Tam 39 sene önce, İran devriminin hemen ardından ikinci kez Amerikan konsolosluğu basılıyordu. İlk kez, devrimden hemen sonra “Halkın Fedaileri” tarafından basılmıştı konsolosluk, fakat devletin müdahalesi ile “gerillalar” konsolosluktan uzaklaştırılmıştı. Birkaç ay sonra 4 Kasım günü, “İmam’ın çizgisindeki öğrenciler” adlı grup tarafından tekrar basıldı, 52 çalışanı İran’ın iç işlerine müdahale suçundan tutuklandı; fakat kadınlar ve Afrika kökenli Amerikalılardan oluşan 13 kişi serbest bırakıldı. O günden itibaren İran’ın Amerika’ya kafa tutması resmi bir şekle bürünmüştü. İslam devriminin en önde gelen ilkelerinden biri Amerika karşıtlığı ve Amerika’yı “en büyük düşman” olarak görmekti.

Yıllar sonra, Amerika’nın İran’a karşı yeni ambargo dalgası da yine bir 4 Kasım günü başlatılacaktır. 39 senedir Amerika’nın İran’da herhangi bir resmi temsilcisi olmamasının yanı sıra, herhangi bir Amerikan şirketi de bulunmamaktadır. İran’ın dış politikasının Amerika’nınkilerle çatışması, ister Suudi Arabistan ve İsrail düşmanlığı ister Esat destekleyiciliği olsun, İran rejimine karşı sert bir politika izlemesine sebep oluyor.

Amerika yok, doları var!

Her ne kadar İran kapılarını Amerika’ya kapatsa da, İran ekonomisi dolar kurundan tamamen bağımsız değildir. Amerika’nın İran’a karşı yaptırımları yeni bir olay değil, Ahmedinejad hükümetinde İran en sert ambargolarla karşı karşıya idi. Fakat Obama ile İran’a yakılan bir yeşil ışık İran’ı farklı bir çizgiye soktu.

İran pazarının dünyaya açılması, ambargoların kalkma vaadi, “devrim”e karşı herhangi bir sözü olmayan yeni zengin bürokrat takımının ağzını pek sulandırmıştı. İran her ne kadar neoliberalizme doğru yelkenleri çoktan açmışsa da, Ruhani ile birlikte daha da acımasız bir evreye geçti; bu durum Ruhani’yi devletin sorumlusu olarak, kuşkusuz en nefret edilen Cumhurbaşkanı yaptı.

Döviz kurunun birkaç ayda 3 katına çıkması ve ona bağlı olarak da tüketim mallarındaki fiyat artışı İran halkını giderek fakirleştirdi. Ayrıca resmi açıklamalara göre, halkın beşte biri işsizdir.

Yoksullaşma ve grevler

2018 başındaki halk ayaklanmaları sonrasında, devletin halk çıkarına yönelik herhangi bir adım atmaması, halkın her gün daha yoksullaşması, devlete karşı bir güvensizlik yaratmıştır. Ayaklanmalar bastırılsa da, zaman zaman grevler baş vermeye devam ediyor. Devlet her ne kadar “devrim” kelime hazinesini kullansa da, işçinin grev hakkını, sendikal hakkını tanımıyor. Geçen aylarda vuku bulan kamyon şoförleri grevinin iki yüzden fazla tutuklusu var ve birkaçı için idam cezası bile tartışılıyor.

Birçok şehirde emekliler birliği devletin resmi binaları önünde toplanıyor. Bunlar, özel bankalardaki veya emekli sandıklarındaki yolsuzluklarından mağdur olan emeklilerdir. Bu yolsuzlukların failleri bakan çocukları ve devletin önde gelen isimlerinin çocukları ve akrabalarıdır. İran meclisi yeni bir yasa ile bu yolsuzluklara karşı çıkma peşinde, fakat herhangi bir sonuca varılamıyor. Meclis bir taraftan Ruhani’nin “Karayolları ve Şehircilik” bakanını yolsuzluktan ötürü meclise çağırıp istifasını sağlıyor, diğer yandan aynı kişiyi “İstihdam ve Sosyal Yardım” bakanı yapıyor!

Geçen haftalarda, hızla yayılan öğretmen grevleri gerçekleşti. Birçok şehirde, öğretmenler aldıkları maaşlarının artırılmasını, tutuklu eylemci öğretmenlerin derhal tahliye olmasını ve eğitimin paralı olmasının önlenmesini talep ettiler. Öğretmenlere karşı devletin cevabı yeni tehditler ve tutuklamalar oldu. Öğretmenler birliğinin önde gelen isimlerinden birini ruh hastalıkları hastanesine kapatmak gibi kendine özgü baskılar uygulamak da bunun bir parçası.

Dışarıda hürriyetçi içeride istibdatçı

İran devleti her zaman sol görüşlerin simgelerini, kelimelerini kullanmıştır. Peru’da solcu “Tupak Amaru” hareketinin İran televizyonunda röportajının yayınlanmasından, Ahmedinejad’ın sosyal medyadaki “Kara Panterler” paylaşımına, yurt dışına yönelik “devrimci”, “neoliberalizm” karşıtı, “anti-emperyalist” söylemler sürmektedir. Aynı İran devleti bunların yanı sıra yurt içinde Marksistleri kıyımdan geçiren bir devlettir.

Özelleştirme politikasının sonucu olarak, birçok devlet fabrikası özel sektöre bırakıldı. Bu fabrikaların çoğunda, işçiler aylarca maaşlarını alamamaktadır. Fakat seslerini çıkarıp itiraz ettiklerinde hapis veya kırbaç cezasına çarptırılıyorlar. Geçen haftalarda, “çevre aktivistleri” olarak ormanlara ve kamu arazisine bürokratlar tarafından el konulmasına itiraz edip, bu yolsuzlukları açıklayan bir grup tutuklanmış ve idam cezası ile yargılanmalarına başlanmıştır. Siyasi itirazlara karşı bu kadar sert davranılması, 1998 yılındaki “zincirleme cinayetler”i akıllara getiriyor.

İran ekonomisi çökmekteyken, birçok milletvekili ve “reformist” kanada mensup devlet adamı, Amerika ile uzlaşma peşinde. Ayetullah Hamaney ise geçen haftalarda kitlelere hitabında, “yaşadığım müddetçe bu hıyanete izin vermeyeceğim” dedi ve “Amerika İslam cumhuriyetinin yıkılmasını ancak hayal eder” diyerek uzlaşmacılara karşı sert bir tavır sergiledi. Muhalefetin önde gelen temsilcileri her ne kadar İran halkının kurtuluşunu Amerika ile uzlaşmak olarak göstermeye çalışsa da, İran halkı kendi kurtuluşunun kendi ellerinde olduğunu biliyor. İran halkı Şah istibdadını, ayaklanmalar ve eylemlerle yıkmıştır ve bugün mevcut istibdada, tarihsel deneyimine dayanarak karşı gelecektir.

Bu yazı Gerçek gazetesinin Kasım 2018 tarihli 110. sayısında yayınlanmıştır.