Emperyalizmin göçmen politikası: Ülkelerini yak, evinde aç bırak, göç yollarında katlet, toplama kamplarına hapset!

Geçtiğimiz günlerde Meksika-ABD sınırında Oscar Ramirez ve kızının cansız bedenlerinin fotoğrafları diğer ülkelerdeki birçok sınıfdaşının yüreğini burktu. Özellikle bizim için bu fotoğrafın ayrı bir anlamı olmalıdır zira bu topraklar da daha önce Aylan Kurdi gibi göçmen çocukların kıyıya vuran cansız bedenlerine tanık olmuştu. Emperyalistlerin yarattığı savaştan, yıkımdan kaçıp çocuklarına daha iyi bir yaşam sunabilmek isteyen Suriyeli anne babaların bu dünyada tek başlarına olmadığı, dünyanın dört bir yanında göçmenlerin yüzleştiği zor koşulların varlığı, yeniden ABD sınırında çekilen fotoğraflarla çarpıcı bir şekilde gözler önüne serildi.

Hatırlayacağınız üzere 2018 yılının sonlarına doğru, Latin Amerikalı emekçiler Honduras’tan başlayıp sayılarını arttırarak ABD’ye doğru yürümeye başlamıştı. Geçtiği her ülkeden emekçi dostlarını kucaklayan bu kervan, on binlerce insanı bir araya getirmişti. Bu kadar insan emperyalizmin, ülkelerinde büyük bir açlık yaratmasına karşı ABD’de karşılaşacakları az ücretli, ağır çalışma hayatını tercih etmiş ve yaşama umutlarını yeşertmek istemiştir. Umutları, ABD sınırında adeta “toplama kampı” halini alan mülteci kamplarını ve onları karşılayan silahlı askerleri gördüklerinde suya düşmüştür. BM İnsan Hakları Yüksek Komiseri ve aynı zamanda Şili’nin eski cumhurbaşkanı olan Michelle Bachelet, bu kampları “insan haysiyetine zarar verici” olarak tanımlamış ve hazırladıkları raporda, kamplarda yaşayan insanların ne kadar kötü koşullarda yaşadıklarını resmi kayıtlara geçirmiştir. Hücrelerde kapasitenin 5 katı kadar insan kalması, duş sayısının azlığı ve çocukların ailesinden ayrı bırakılması bunlara sadece birer örnek.

ABD’deki muhalefetin birçok unsuru bunları göz önüne alarak yukarıda yaptığımız benzetmeyi yani sınırların “toplama kamplarına” döndürüldüğünü söylemektedirler. Burada kesinlikle raporlananlardan daha büyük bir suç işlenmektedir. Mesele sadece hücrelerdeki insan sayısının çokluğu değildir, asıl sorun bu kadar Latin Amerikalı emekçinin emperyalist ABD ve kendini bilmez Trump tarafından aşağılanmasıdır. Trump sadece insanları sınırlarda bekleterek bu aşağılamayı yapmıyor, suçunu hiç mi hiç gizleme derdine düşmeden bütün mültecilere “suçlular” damgasını vurabiliyor. Geçtiğimiz günlerde ABD Parlamentosunda yer alan göçmen kadın vekilleri hedef alarak onlara saldıracak kadar gözü dönmüş vaziyette artık.

Birçokları tarafından “ileri demokrasi”nin simgesi zannedilen Avrupa Birliği ise mülteci sorunu hakkında hiç de ilerici, insancıl adımlar atmamaktadır. Avrupa Birliği, ABD sınırlarındaki kamplar hakkında derin sessizliğe gömülmüşken; kendi güneyinde, Akdeniz’de binlerce insanın bedeni denizin tuzlu sularına karışırken; Türkiye ile pazarlık yapıp olabildiğince mülteci akınını kendi kıtasına sokmamaya çalışmaktadır. “Çağdaş uygarlığın temsilcisi” Avrupa Birliği, anlaşılan o ki Fransız Devrimi’nin unutulmaz sloganının başına birkaç kelime ekleyerek onu güncellemiştir: Sadece Avrupalılar için eşitlik, özgürlük, kardeşlik.

Avrupa emperyalizminin geleceği yer işte burasıdır, daha da kötüsü olacaktır. İtalyan başbakanı Salvini’nin mültecileri açık denizlerden kıyıya ulaştıranları cezalandırması göç karşıtı politikaların sadece ilk adımlarıdır. Salvini bu karardan sonra Avrupa’nın en büyük mülteci kampını kapattırma kararı alarak binlerce insanı bir anda evsiz barksız bırakmıştır. Avrupa’da gün geçtikçe faşizm gücünü arttırırken ve İtalya, Avusturya gibi ülkelerde hükümetin içerisindeyken (ki bu gidişe dur demezsek faşistlerin hükümette olduğu ülke sayısı kaçınılmaz artacaktır) bu adımların son olmayacağı ortadadır.

Nihayet yıllarca Suriye ile ilgili olarak dünyayı göçmen sorununa kayıtsız kalmakla suçlayan iktidar da göçmen avcılığına başlamış durumda. Daha önce de Avrupa Birliği’ni insani görevini yerine getirmemekle suçlarken milyonlarca göçmeni AB’den daha fazla para kopartmak için kendi deyimleriyle “Kayseri pazarlığı”na konu etmişlerdi. Şimdi yine iktidar, İstanbul’da göçmen avcılığına çıkarak ve AB ile yapılan “geri kabul” anlaşmasını askıya alarak Kayseri pazarlığına oturma niyetini gösteriyor. AB’den gelen yaptırımlara cevap olarak ya para verirsiniz, vize serbestisi sağlarsınız ya da bu insanları otobüslere doldurup Avrupa sınırından yollarız diyorlar. Türkiye’yi yönetenler bir kez daha insanlık görevi, misafirperverlik gibi kavramların içi boş birer yalan olduğunu ve emperyalist efendilerinden farksız olduklarını ortaya koyuyor.

Tüm dünyadaki işçilerin kalbi Latin Amerikalı, Libyalı, Suriyeli, Arakanlı vs. fark etmeksizin bütün mülteci kardeşleriyle birlikte atmaktadır. Almanya geçtiğimiz haftalarda onlarca kentte İtalyan hükümetine karşı düzenlediği protestolarla buna bir örnek olmuştur. Artık bütün emekçilerin yani bizim görevimiz; bu dayanışmayı en yüksek seviyesine çıkarmak, yükselen faşizmi işçilerin uluslararası mücadelesi ve birliğiyle alt etmek, insanları kendi topraklarında aç bırakan emperyalizmi dünyadan silip atmaktır.