Emperyalizmin ABC’si: AB işgalleri, silah tekelleri, iş takipçisi hükümetler

 

Temsil ettiğimiz siyasal akımın yıllardır dikkat çekmeye çalıştığı gibi coğrafyamızda toplumsal mücadelelerin düşük seyirde gitmesinin en önemli öznel faktörlerinden/nedenlerinden birisi, egemen akım olan sol liberalizm. Bu “sol” soslu sermaye ideolojisi, işçi sınıfı hareketini, sosyalist hareketi ve Kürt siyasal hareketini kanserli bir hücre gibi kemirmeye devam ediyor. “Anlı şanlı” sendikalar, sosyalist olduğunu iddia etmekte ısrar eden partiler ve çoğunluğu işçi, emekçi, yoksul köylü olan bir halkın kurtuluş mücadelesini yürütenler gizli ya da açık bir biçimde bu ideolojinin yansımalarını bağrında taşıyor.

Türkiye coğrafyasında bunun en açık ve “özgün” alanı, özellikle Türkiye’nin aday üyelik sürecinin başladığı 2004 yılından beri Avrupa Birliği ve çevresinde yaşanan tartışmalar. Biz bu tartışmaların başından beri AB’nin emperyalist bir sermaye örgütü olduğuna vurgu yapıyor, AB cephesinden işçi sınıfına, Kürt ulusuna ve toplumun diğer ezilenlerine saldırıdan, yıkımdan başka bir şey gelemeyeceğini bıkmadan usanmadan söylüyoruz. Fakat heyhat, gün geçmiyor ki yukarıda saydığımız partilerden, gruplardan biri,  AB’nin ilericiliğine, demokratlığına referans yapmasın, AB’nin şu veya bu organından medet ummasın! Son olarak, Şubat ayı başında Avrupa Parlamentosu'nda (AP) çeşitli temaslarda bulunan BDP, Fransa'nın Strasbourg kentinde düzenlediği basın toplantısında yapılan görüşmeleri şöyle özetliyor: “AB Komisyonu, AB Konseyi ve Avrupalı parlamenterler İmralı sürecine tam desteklerini yinelemişlerdir.”

İşte ironi tam da burada! Bugün fırtınalar kopartan tartışmaların yaşandığı müzakerelerin öznesi olan Öcalan’ı, Kürt hevallerimizin her 15 Şubat’ta daha gür sesle haykırdığı gibi “ABD ve AB komplosuyla kıskıvrak yakalayan” AB, yıllardır en hafifinden (hafif makineli tüfekler) en ağırına  (Leopar tankları) savaş bölgesinde Türk ordusunun kullandığı her türlü silahı, savaş makinesini satan AB, son olarak Paris Katliamı’nı örtbas eden AB, “İmralı sürecini” destekliyormuş. Geçmiş sicillerine bakınca “keşke desteklemeseler” demek gerekirken hâlâ umut, hâlâ beklenti! Ama görmek istenmese de, AB’nin ve üye ülkelerin kirli sicili, sadece eski Yugoslavya’dan Ruanda’ya ve Somali’ye kadar bizzat düzenledikleri ya da ortak oldukları katliamlar ya da soykırımlardan ibaret değil, güncel olgularda da hâlâ korkunç yüzlerini apaçık göstermeye devam ediyor.

Bunların en çarpıcısı Ocak ayında yaşanmıştı. Gazetemizin satırlarında yer verdiğimiz gibi Fransa  “Mali halkını köktendinci militanlardan kurtarma” bahanesi ile Mali’yi işgal etmişti. Bütün dünyanın, Nijer’deki uranyum işletme hakkını  Çin, Hindistan, İngiltere, Güney Afrika, ABD, Kanada ve Avustralya şirketlerine kaptıran Fransa’nın, ülkedeki uranyum kaynaklarındaki kontrolü kaybetmemek için yaptığını bildiği bu işgalin “sosyalist” Cumhurbaşkanı Hollande döneminde olması ayrı bir ironi. Ama bitmedi, ironi zincirine Şubat ayında bir halka daha eklendi.  Birleşmiş Milletler’in (Biz bu kuruluşa “emperyalist ülkelerin halkla ilişkiler ve suç aklama birimi” diyoruz) Bilim, Eğitim ve Kültür Örgütü (UNESCO), Felix Houphouet-Boigny adına düzenlediği barış ödülünü bu yıl Hollande’a vermeye karar verdi. Ödül komitesinin gerekçesi ise, sıkı durun:  Hollande’ın “Afrika’da barış ve istikrara yaptığı katkılar”! Şaka gibi değil mi? Bir ayrıntıyı da okuyucuya hatırlatalım. UNESCO’nun bu ödülü, 2010’da Arjantin’de 1976-1983 arasındaki diktatörlük rejimi boyunca çocuklarını kaybeden ve her hafta haksızlıkları protesto etmek amacıyla bir araya gelen “Plaza De Mayo (Mayıs Meydanı) Anneleri” ne verilmişti. Yani  “emperyalist ülkelerin halkla ilişkiler ve suç aklama birimi” BM’nin yaptığı şey tam olarak;  Türkiye halklarının pek sevdiği deyimle “hem nalına, hem mıhına vurmak”. Ama zaten öyle olmalı ki göz boyasın, inandırıcı olsun, hayallerin süslenmesine malzeme olsun!

Hayalcilerin “demokrasi abidesi” AB’nin üyesi Hollanda’nın kadın Savunma Bakanı Jeanine Hennis-Plasschaert ve Almanya’nın Savunma Bakanı Thomas, 22 Şubat’ta, Patriot füzelerinin konuşlandırıldığı İncirlik, Gaziantep ve Kahramanmaraş'taki üsleri bizzat denetledi. Haberlere göre, füzelerle birlikte oraya “konuşlandırılmış” olan kendi ülkelerinin askerleriyle yakından ilgilenen bakanlar, hepsiyle tek tek selamlaşmış, kahve içmiş, üşüyen Hollandalı kadın bakana da, Alman bakan paltosunu çıkarıp vermiş. Yani yakın iş takibi ve moral ziyareti! Ama asıl büyük ziyaret sadece iki gün sonra geldi. Savunma bakanının denetlemesi ve askerlerine verdiği moral yetmemiş olacak ki, Almanya bu kez başbakan düzeyinde iş takibi yaptı. Aynı yerleri 24 Şubat’ta Angela Merkel ziyaret etti. Kamuoyuna ısrarla “savunma” amaçlı diye yutturulmaya çalışan bu füzelerin neden bakan, hatta başbakan düzeyinde bizzat denetlendiği sorusu bile AB için ne anlama geldiğine ilişkin başlı başına bir sinyal. Sermaye çevrelerine destek için, iş dünyasının gösterişli fuarlarına, lüks otellerde yapılan toplantılarına katılmaya alışık “şık” kadın bakanlarına ve başbakanlarına Maraş’ın dağlarında, kışın soğuğunda, kar altında ziyaretler yaptırtan şey işte AB emperyalizminin, -tıpkı ABD emperyalizminde de olduğu gibi- arkasındaki tekellerin en kanlılarının, silah tekellerinin ve onların aparatı olan devletlerinin gücüdür, direktifidir.

AB’yi “demokrasi ve insan hakları kalesi” olarak görmek isteyenler, 23 ve 25 Şubat tarihli gazetelerde, yarın bütün Ortadoğu’yu kana bulayacak olan füzelerin altında, Hollandalı, Alman, Türk üniformalı askerlerin yanında, bir eğlencede imiş gibi gülücükler atan şımarık silah tekeli denetçileri, uşakları AB bakanlarının ve başbakanının yüzlerine iyi baksın! Sonra da Mali’de, Rojava’da, Suriye’de,  Kürdistan’da AB silahlarıyla öldürülenler çocukların yüzlerine! Ama hem akıl, hem de vicdan gözüyle!

Bu yazı Gerçek Gazetesi'nin Mart 2013 tarihli 41. sayısında yayınlanmıştır.