EEK yaz kampı: Pulyopulos’un çocuklarının Balkan Sosyalist Federasyonu

Dördüncü Enternasyonal’in Yeniden Kuruluş Koordinasyonu’nun Balkanlar ve Ege’nin batı yakasındaki partisi Ergatiko Epanastatiko Komma’nın (Devrimci İşçi Partisi) bu yılki yaz kampı Yunanistan’ın Larissa bölgesine yakın Agiokampos’ta gerçekleşti. Finlandiya’dan Güney Afrika’ya kadar birçok coğrafyadan uluslararası temsilcilerin katıldığı kamp bir bütün olarak emperyalist sistemin ele alındığı bir kürsü olarak muazzam tartışma ve fikir alışverişi için olanaklar sundu.

Lenin’in İkinci Enternasyonal’in  sosyal şovenizm  hastalığına tutulmasından sonra devrime hazırlanmak için İsviçre’ye doğru, Basel kütüphanesinde felsefe-teori çalışmak için yola çıktığı günlerin tamı tamına 100. Yılında gerçekleşen “yaz kampı” Lenin’in Felsefe Defterleri’nin bir izdüşümü gibiydi. Hem yoldaşımız Savvas Michail Matsas’ın Avrupa ölçeğinde tanınmış bir Leninist diyalektikçi olmasından, hem de diyalektik yöntemin EEK’in “yaşlı” ve “genç” tüm kuşakları tarafından hatmedilmiş olmasından dolayı,  kampta bizim açımızdan, diyalektiğin politikayı bu şekilde kavrayabilmesi çok öğreticiydi. Bu bize partinin ve tek tek yoldaşların uluslararası durumu nasıl olup da bu kadar iyi analiz edebildiğinin de bir açıklamasıydı.

Lenin’in “Felsefe Defterleri”nin yoğunlaştığı bütün kavramından yola çıkan ilk tahlil açılış oturumunda Savvas yoldaş tarafından “depresyonun bugün geldiği nokta ve nereye doğru gittiği” başlığında ortaya kondu. Burjuvazinin bütün çözümleri tükettiği noktanın adı kondu: Ya sosyalizm ya barbarlık! 100 yıl önce Rosa Luxemburg’la bayraklaşan bu şiarın bugün 100 yıl öncekinden daha güncel olduğu ortaya kondu. EEK’in Yunanistan ve doğu Avrupa tahlillerinde kullandığı “sosyal yamyamlık” kategorisi ele alındı. Savvas yoldaş konuşmasının bir yerinde şu vurguda bulundu: İnsanların tarihi yapabilmesi için hayatta kalması gerekir. Bunun için de üretim gereklidir. Marksizm de tam buradan, hayatın kendisinden çıkar. Bugün Avrupa Birliği emperyalizminin çevre ülkelere, Yunanistan’a, Balkanlar’a ve tüm doğu Avrupa’ya dayattığı yıkım, üretim araçlarının tahribatı ve özelleştirmenin ortaya çıkardığı üretimsizlik tam da sosyal yamyamlığın ta kendisidir. 

Pulyopulos’un çocukları...

Kampın açılış konuşmasından sonraki ilk gün “enternasyonalizm, milliyetçilik ve faşizm” başlığında bir oturumla açıldı. Aslını sorarsanız sonrasında o gün hiç bitmedi... O gün Balkan federasyonu tarihi, Yunan devrimci Marksizmi ve enternasyonalizm hakkında çok şey öğrendik ve Yunan devrimci Marksizminin en önemli anahtarını sıkıca kavradık: Pantelis Pulyopulos!  

O gün, Politeknik ayaklanması ile parça parça dökülmeye başlamış olan askeri cuntanın yıkılışının 40. yılına denk geliyordu. “Kocaman Palikari” Savvas yoldaş çocuklar gibi şendi!  “Kocaman” Türkçe-Yunanca ortak kelime, “palikari” de cesur demek. “Kocaman cesur çocuk” Savvas gibi bir anlam çıkıyor ortaya. Bu da tam, Yunan neo-nazilerinin “uluslararası Bolşevik komplo”nun parçası diye tanımladıkları yoldaş Savvas’ı anlatan bir tanımdır! Kaldı ki Savvas yoldaş “7 yaşındayım” demişti bize...   

Enternasyonalizm, milliyetçilik ve faşizm oturumu iki yoldaşın farklı teorik ve tarihsel boyutlardaki konuşmalarıyla açıldı. Komintern’deki zikzak politikaları ile Stalinizmin faşizmin değirmenine taşıdığı su konuşuldu önce. Tarih suya yazılmadı çünkü. Tarihin biriktirdiği her kibrit çöpü eninde sonunda bir kıvılcıma dönüşüyordu. Sonra Stalinizmin taşıdığı suyu arıtıp içen Yunan liberallerinin yurtseverliği/milliyetçiliği temize çıkarma çabasına karşı Yunan bolşevizminin büyük önderi Pantelis Pulyopulos’un yürüttüğü polemik oturumun düğüm noktasıydı. Pulyopulos üzerine kısa bir hatırlatmada fayda var:

SEKE’nin ve YKP’nin bugün “resmi tarih”ten silinen önderi Pantelis Pouliopoulos’tan bahsetmeden geçmeyelim. 19 Yaşında SEKE’ye katıldı, YKP [Yunanistan Komünist Partisi] Genel Sekreterliği yaptı, Türk-Yunan savaşında cephede yürüttüğü bozgunculuk faaliyetlerinden dolayı tutuklandı. Komintern’de YKP delegeliği yaptı. Sonrasında Uluslararası Sol Muhalefet’e katıldı, Yunanistan devrimci Marksist hareketinin kurucusu oldu. Dördüncü Enternasyonal’in kuruluşunda yer alan OEKDE’yi kurdu. Metaxas diktatörlüğünde tutuklandı ve İtalyan faşistler tarafından idam edildi. Marx’ın Kapital’ini Trotskiy’nin İhanete Uğrayan Devrim’ini, Buharin’in Tarihsel Materyalizmin Tarihi’ni ve Kautsky’nin Marx’ın Ekonomik Teorileri’ni Yunancaya çevirdi. Yunan Stalinizmi resmi tarihinden silse de enternasyonalizm tarihinde “savaş zamanı” enternasyonalisti ve dünya devriminin bir militanı olarak yaşıyor. (http://gercekgazetesi.net/ulusal-sorun/kibris-dosyasi-1-eeke-ve-dipe-dorduncu-enternasyonalin-yeniden-kurulus-koordinasyonu )

Ulusal sorunlar konusunda “anlaşılması gereken ulusların nereden geldiği, nasıl oluştuğu değil, sosyo-ekonomik bağlamın uluslara nasıl yükselme olanağı oluşturduğudur...” Bu vurgulandıktan sonra “ulusal sorunları tarihten soyutlayarak içe soyutlanmış bir tartışma”nın mümkün olmadığı anlatıldı. Bu noktada, Yunan devrimci Marksizminin tarihindeki tartışmalar bağlamında Makedonya ulusal sorunu ve Balkanlar tarihi ele alındı. Ulusal sorunların aynı zamandan hem toprak hem tarım sorunu olduğu anlatılırken AB emperyalizminin yarattığı sosyal yamyamlık koşullarında Balkanlar’daki ulusal sorunların son durumu ve Yunanistan’ın konumlanması konuşuldu.

Tüm bunlar konuşulurken söz Pulyopulos’tan dolandı Balkan Sosyalist Federasyonu şiarının tarihine geldi... Tarihte Balkan Federasyonu fikrini ilk ortaya atan Rigas Fereos’la tanışma sırası gelmişti bizim için. Balkan Federasyonu fikrinin bedeli büyüktü: 18. yüzyılda yaşamış olan Fereos, Yunan burjuvazisi tarafından öldürüldü! Fereos’un Balkan Federasyonu Balkanlar’dan Arap coğrafyasına kadar olan tüm haritaları ve coğrafyaları kapsıyordu: Marksizm’den ve Pulyopulos’tan çok önce yaşamış bir Yunanlı enternasyonalist!

Enternasyonalizm tartışmasında Yunanlı komünistlerin 1922 Türk-Yunan savaşında yürüttükleri bozgunculuk faaliyetleri üzerinde de duruldu. Sonrasında Savvas yoldaş Yunanistan’da Kapetan Kemal diye tanınan Mihri Belli’nin Yunan iç savaşında yer alışını Stalinizmin mabeti Kremlin’in kararlarına karşı bir pratik enternasyonalizm örneği olarak anlattı. Savaş ve devrim zamanlarındaki hakiki yoldaşlıklar tam da bu şekilde kuşaktan kuşağa bir hafıza ve bir pratikte birleşiyor. Mihri Belli ile Pulyopulos aynı tarihte buluşuyorlar. Mihri Belli’nin Yunanistan’da unutulmaması bile bunun bir örneği. EEK’in kurucu kadrolarından “yaşlı” bir yoldaş şöyle dedi bir konuşmamızda: Pulyopulos, Lenin gibi, Trotskiy gibi, Rosa Luxemburg gibi uluslararası devrimci hareketin bir önderidir, Yunanistan tarihine gömüldüğü için uluslararası hareket onu bilmiyor. Hele ki Pulyopulos’un Yunan Komünist Partisi, Komintern, Dördüncü Enternasyonal ve Yunanistan’da Marksist teorinin gelişmesi için ortaya koyduğu ömrünün yanında nasıl öldürüldüğünü de duyduğu zaman insan EEK’li yoldaşa hak vermeden edemez:

İtalyan idam mangası diğer devrimci Marksistlerle birlikte Pulyopulos’u kurşuna dizmek için hücresinden çıkarır. Komutan Pulyopulos’a sorar: Son isteğin ne? Pulyopulos cevap verir: Askerlere konuşma yapmak istiyorum! Pulyopulos sigara içmek, en çok sevdiği şarkıyı son kez dinlemek veya mektup yazmak istemez. İtalyan idam mangasına konuşma yapmak ister... İtalyan askerlere İtalyanca konuşma yapar Pulyopulos. Pulyopulos’un kaç dil bildiği bir muammadır. Savaşın gerçek taraflarını, işçi sınıfı ile burjuvazi arasındaki savaşı anlatır Pulyopulos İtalyan askerlerine... Sonra sıra komutana gelir: Nişan al! İtalyan askerlerden hiçbiri silahlarını Pulyopulos’a doğrultmazlar. Komutan tekrar ve tekrar bağırır. İtalyan askerler emre itaat etmezler. Komutan mecburen kendi işini kendi görür...   

Kampın en güler yüzlü yanı ise Türk ve Yunan çocukların Türkçe ve Yunanca şarkılar söylemesiydi. EEK kampının çocuktan sesler korosu ve Ege’nin yunusları Pulyopulos’un şarkısının bir parçasıydı...

Sosyal yamyamlık koşullarında sınıf mücadelesi

Bir sonraki günün konusu “işçi sınıfı hareketi ve konsey örgütlenmesi” olsa da tartışmanın göbeğinde işsizlik vardı. Bir önceki günün konusu olarak faşizmle birlikte tartışılmaya devam edildi. Kölelik koşullarında iş bulmanın bile bir lüks olduğu Yunanistan’da işsizlerle işçi mücadelelerinin nasıl bir araya getirilebileceği ana gündemdi. Birçok istatistiki verinin ortaya konduğu tartışmalarda işsiz gençliğin yüzde 25’inin hayatında hiç çalışmadığı, bu kitlenin de doğal olarak sendika ve örgütlenme deneyiminden yoksun parçalanmış bir toplum içerisinde faşizmin tabanı olmaya müsait olduğu ortaya kondu. İşsiz “işçi” sınıfı, proleterleşen kır, merkezi sanayi bölgeleri ve parçalanmış toplum içerisindeki çeşitli ilişkiler ve örgütlenme biçimleri tartışılırken Yunan devletinin grevlere karşı yürüttüğü taktik manevralar da birçok örnekle ortaya kondu. Kontrolden çıkan grevlerde işçilerin askere çağrılması ve asker olarak grev yapmalarının yasaklanması bunlar arasında en çarpıcısı. Diğer yandan genel grev yorgunu kitlelerin, ücret kesintilerine karşı dayanma sınırına ulaşmış çalışan kesimlerin başarısız grevler karşısında umutsuz da olsa daha kolay yol olan sol liberal-popülist SYRİZA veya faşist Hrisi Avgi’ye oy vermeyi tercih ettikleri ortaya kondu. Trotskiy’in 1930’lu yıllar Almanya’sı üzerine yazdığı işsizliğin bu kadar yüksek olduğu koşullarda “işçi partisi” için parlamenter yolun kapalı olduğu yönündeki yazıları hatırlatıldı. Bunların yanında faşist Hrisi Avgi’nin Yeni Demokrasi Partisi geleneğinden geldiği, armatörler ve sanayi burjuvazisi tarafından desteklendiği ve polisin yüzde 50 oylarını aldığı ortaya kondu. 28 Bangladeşli çilek işçisini katleden Hrisi Avgi çetelerinin bu hafta içi Çarşamba günü mahkemenin aldığı kararla beraatı da tüm bu tespitlerin özeti. Faşistler devletin üstyapısında ciddi bir hakimiyet sağlamış durumdalar. Bu koşullarda politik sistemi cezalandırmak için Hrisi Avgi’ye oy verdiğini söyleyen kitleler de finans kapitalin ideolojisi olan faşizmle, işçi sınıfına karşı finans kapitalin elinde bir balyoza dönüşmektedir. Tüm örneklerde gördüğümüz üzere faşizm küçük burjuvazinin işçi sınıfına karşı nefretini ve mücadelesini örgütlemektedir. Tam da bu yüzden işçi sınıfı ile işsiz “işçi” sınıfının nasıl bir araya geleceği mücadelenin ana omurgasını oluşturmaktadır.

Bu tartışmayı taçlandıranlar da Bio.Me (Vio.Me okunur) işçilerinin akşam oturumundaki konuşması ve Sosyal Tıp Merkezleri’nde faaliyet yürüten EEK’li doktorlardı. 2011 Haziranından bu yana temizlik malzemeleri üreten Bio.Me fabrikasını önce işgal eden ve sonrasında da işçi konseyi kontrolü ile üretime geçen öncü işçiler ve sosyal tıp merkezlerinde halk sağlığı mücadelesi veren doktorlar yürüttükleri mücadelelerin izole olmaması için mücadele ediyorlar. Bio.Me işçileri örnek olmak ve domino etkisi yaratmak istiyorlar. Başka kapanan fabrikalarda da işçi denetiminde üretime geçilmesine öncü olmaya çalışırken diğer yandan da hem kendi uluslararası kampanyalarını örgütlüyorlar hem de ayakta-hayatta kalma mücadelesi veriyorlar. Tek köyde veya tek fabrikada sosyalizm olamayacağının bilincinde olan işçiler ısrarla vurguladılar: Bio.Me uluslararası işçi hareketinin bir parçasıdır! EEK’li doktorlar da sağlığa karşı burjuvazinin yürüttüğü sınıf taaruzunun sınıf mücadelesinin bütününün bir parçası olarak ele alınması gerektiğini, sağlık mücadelesinin sivil toplum/vakıf alanına sıkışma tehlikesi karşısında uyarılarını yükseltiyorlar.

Ukrayna!

“Sarajevo’dan Kiev’e emperyalizmin krizi ve Birinci Dünya Savaşı’nın yüzüncü yılı” başlığı altında uluslararası durumun iki güne yayılmış tartışmalarla geniş bir dökümü yapıldı: Kampın tümünün belirleyici gündemi olan Ukrayna burada enine boyuna uluslararası bir çatışmanın dinamikleri açısından incelendi . Bu konuda hem Rusya Komünistleri Partisi’nden Yosif Abramson hem de Savvas yoldaş konuşmalar yaptı. Şunu belirtmek gerekir ki kampta konuşma düzeninde bir divan mantığı yoktu. Tam bir “sovyet demokrasisi” vardı. Giriş konuşması sonrasında onlarca yoldaşın süre sıkıntısı yaşamadan rahatça tartışabildiği herkesin çıktığı bir kürsü vardı. Etkileyici olan ise 50 yıllık bir parti olan EEK’in kuşakları arasındaki diyalektik düşünme kapasitesinin bütünlüğüydü. Herhangi bir “kuşak çatışması” yerine kuşakların birliği vardı.  

Farklı kaynaklardan biriken Ukrayna verilerini karşılaştırarak tartıştığımız uluslararası durum oturumu Finlandiya’dan Güney Afrika’ya farklı coğrafyalardan gelen Marksistlerin aynı bütünü kavrayışının zenginliğini ortaya koydu.

Savvas yoldaş konuşmasında Ukrayna’nın emperyalizmin neden ve nasıl zayıf halkası olduğunu tartıştı ve Ukrayna ile Rusya karşılaştırması yaptı. Avrupa Birliği emperyalizminin sosyal yamyam taaruzunun ortaya çıkardığı maddi yeni koşullar, tahrip edilen üretim araçları ve özelleşirmeler, sermaye ihracı ile çözülmüş olan 2007 krizinden yeni bir kriz çıkarıyordu. Bir “filozof” olarak Savvas yoldaşın ifadesi ile söylersek:  “Süreklilik, aynı olanın artması, genişlemesi ve tekrarlaması değildir. Keskinleşmesi ve doruğuna ulaşmasıyla, aşılarak başka bir yeni çelişkiye dönüşmesinin yolunu bulan bir çelişkidir. Süreklilik kendi zorunluluğunun olduğu kadar sağlanmasının imkânsızlığının ürünüdür.”  (“Lenin ve diyalektiğin yolu”, Yeniden Lenin, Otonom yayınları, derleyenler: Zizek, Budgen, Kouvelakis)

Tam da bu süreklilik içerisinde Ukrayna’nın uluslararası bir çatışmanın tüm dinamiklerini barındırdığı ve böyle bir savaşın insanlığın “ya barbarlık ya sosyalizm” ayrımına geldiği bugün, sanıldığı kadar zor ve imkânsız olmadığı “kamp”ın ortak sesiydi. Savvas yoldaş Ukrayna üzerinden bir de sömürge tanımı yaptı: “herşeyi üretip hiçbir şeyi olmaması durumu.”

Ukrayna konusunda uluslararası solun tarafsızlığa saklanmasına neden olan konular karşısında berrak bir şekilde iki tez savunuldu:

1.Maidan aşırı sağın tepeden örgütlenmesidir.

2.Rusya değil doğu Ukrayna’yı silahlandırmak, doğuyu Batı emperyalizmi karşısında silahsızlandırmak için çalışmaktadır. Doğuda yürütülen mücadele Kremlin’in çıkarları çerçevesinde diplomatik olarak soğrulmaya çalışılmaktadır.

Pulyopulos’un, Lenin’in, Liebknecht’in, Kristiyan Rakovskiy’in çocukları...

EEK kampının asıl özeti şudur: Lenin’in Basel’deki felsefe defterleri istasyonundan ta güneye, Avrupa’nın acil çıkış kapısı olan Yunanistan’a uzanan bir tren hattında diyalektik felsefeyle hatmedilmiş Leninist emperyalizm teorisi ile okunan bir bütün dünya sistemi.  Ve bu durum karşısında uluslararası devrimci Marksizmin görevlerini bir programa dönüştürmesinin, Dördüncü Enternasyonal’in inşası için daha çok çalışmanın can alıcılığı... EEK kampının özeti bu!

Diyalektik, önemini 14 yıllık 21. yüzyılda ulusal sorunlarda defalarca yeniden ortaya koydu: Bugün saf ve berrak devrimler beklentisi içerisinde bulunan uluslararası sola karşı haritaların ve coğrafyaların her bir bucağından ulusal sorunlar fışkırıyor. Saf bir işçi devrimi olmayacak. Uluslararası sol saf bir işçi devrimi beklediği sürece de gericiliğin ağlarını örmeye devam edecek! Ukrayna’da tarafsız kalmak için elini kolunu dilini kulaklarını birbirine dolayan bir uluslararası sol karşısında 1940’ların başında Trotskiy’in yazdığını hatırlamak gerekiyor: (Mealen yazıyorum) Ukrayna bütün Avrupa’yı savaşa ve şiddet sarmalına sürükleyecek tüm dinamiklere sahiptir. Trotskiy o satırları yazdıktan 75 yıl sonra Savvas yoldaşın kampta dediği gibi, “şimdilik ormanın sadece bir kısmı yanıyor, henüz ormanın tamamı değil!”

İşte burada bu yangını söndürmek uluslararası programın parçasıdır. Burada Pulyopulos’un, Lenin’in, Liebknecht’in, Kristiyan Rakovskiy’in çocuklarının yapması gerekeni yapacağız...