Devrimin kıyısındaki Cezayir: Système dégage!

system degage

Aşağıda okuyacağınız yazı, Cezayir halkının Cuma eylemlerinin III. Perdesinin ertesinde İngilizce olarak yazılmış ve 11 Mart 2019 Pazartesi günü RedMed sitesinde yayınlanmıştır. Yazı yoldaşlarımız tarafından Türkçeleştirildi. Aşağıda yazıyı tam tamına İngilizce yazının çevirisi olarak okuyacaksınız. Buna karşılık, daha yazının yayınlandığı günün akşamı çok önemli gelişmeler oldu. Bu yüzden Türkçe versiyon için aşağıdaki ek bölümü yazdık. Ama bu yazıldıktan sonra çeviri tamamlanana kadar 15 Mart Cuma günü IV. Perde eylemler geldi. İktidarın sözde halkı yatıştırmak için yaptığı manevraya rağmen, kitle hareketinde en ufak bir gerileme olmadı. Hatta tam tersine IV. Perde daha önceki bütün Cumalardan daha güçlüydü. Başkent Cezayir, Oran, Konstantin, Tizi Uzu, Setif ve diğer şehirlerde yüz binlerce insan, ülkenin tamamında ise sayılamayacak milyonlar bütün günü sokaklarda geçirdi.

Bu IV. Perde’nin sembolik iki kahramanı da vardı. Bir polis memuru kitle kontrolü için kendisine verilen görevi boşlayarak kitlenin yanına geçti, eline bir pankart alarak bir arabanın üzerine çıktı ve üzerinde üniforması bütün gün boyunca kitle ile birlikte yürüdü. Elindeki pankartta ise “Polis halk, kardeştir kardeş” yazıyordu. Devrim, gerici tarafın saflarını bölmesiyle de gösterir kendini. Bu, Cezayir’de daha başlangıcında ama aşağıda verilen örneklerde de görüleceği gibi şimdiden gözlenebiliyor.

Bir de ikinci kahramanı vardı IV. Perde’nin: Fatma Teyze. Onun muhatabı eski sömürgeci güç Fransa’nın Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’du. Bütün Fransa cumhurbaşkanları gibi, Cezayir devletinin ve burjuvazisinin şımartmış olduğu bu sözde liberal, Cezayir’in yarı-ölü cumhurbaşkanı Buteflika’nın arkasına sığınmış despotik rejimi, Cezayir halkının özgürlük mücadelesine karşı olaylar başlayalı beri destekliyor. Fatma Teyze de elindeki dövizle ona sömürgecinin anlayacağı dilden, Fransızca cevap veriyor: “Macron, Fatma sana diyor ki, Cezayir’in kendi insanları var, sen kendi sarı yeleklilerinle meşgul ol!” İki ülkede de halk isyan etmiş, keyfinden geçilir mi?

Aşağıda, İngilizce versiyonun yayınlanmasının ertesi günü yazdığımız kısa ek bölümü italik olarak veriyoruz. (Yazarın notu)

 

Hacı Musa, Musa Hacı

Cezayir’in bir devrime doğru geçmekte olduğunu ileri  süren yazımızın yayınlandığı günün (11 Mart) akşamı, zombi devlet başkanı Abdülaziz Buteflika’dan bir mektup daha geldi. Bu mektupta Buteflika kitle haraketini, özellikle de kadınları ve gençleri bir güzel yağladıktan sonra, aynen Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron gibi “sizi duydum” mealinde bir şeyler söylüyor, ardından Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ertelendiğini, kendisinin bir sonraki seçimler yapıldığında aday olmayacağını, şimdi hükümette değişiklikler yapacağını belirttikten sonra önümüzdeki aylar için bir program açıklıyor. Cezayir toplumunun adil bir biçimde temsilini sağlayacağı iddia edilen “Kapsayıcı ve Bağımsız bir Ulusal Konferans”, çalışmalarını 2009 sonundan önce tamamlayacaktır. Bundan sonra bir referandum düzenlenecektir. Ancak bunlardan sonra cunhurbaşkanı seçimi yapılacaktır.

Özetçesi, Buteflika’nın bu yeni manevrasının anlamı şudur: Cezayir halkı Buteflika’yı 5. dönem cumuhurbaşkanlığından men etmiş, Buteflika kitlelerin gücü tarihi boyutlar alınca taviz verir gibi yaparak bu sefer seçimsiz olarak başta kalmaya gözünü dikmiştir! (Tabii biz bütün bunlar zombi devlet başkanının marifetleriymiş gibi konuşuyoruz, ama aşağıdaki yazıda da anlattığımız gibi, aslında bütün bunları yapan bir iktidar kliği, en başta Buteflika’nın kardeşi Said Buteflika ve ülkenin genelkurmay başkanı Ahmed Kayyid Salih ve onların ardına gizlenen bir iktidar blokudur.)

Buteflika’nın planında bir başka önemli nokta var: Cezayir halkının yeni bir politik ve sosyo-ekonomik yapı kurma çabasını çalmış, kendi projesi haline getirmeye çalışıyor. “Ulusal Konferans”ın görevi “yeni bir Cumhuriyet”in kuruluşudur. İşte burada iktidar sorununun her devrimin nasıl merkezi sorunu olduğu bir kez daha ortaya çıkmıştır: Cezayir halkı bir “geçiş hükümeti” ve/veya bir “kurucu meclis” tartışırken iktidar kliği onlara, “geçiş hükümeti de, kurucu meclis de benim!” demiş olmaktadır. Yani “yeni bir Cumhuriyete evet, ama benim karar verdiğim Cumhuriyet”. Ya da: “Ancak ben baştayken yeni bir Cumhuriyet tartışılabilir.”

Cezayir isyanı ilk büyük sınavından geçiyor. Bu devrim hırsızlığına karşı halk “sistem”i devirmekte ısrar edecek midir? İlk işaretler olumludur. Bir dizi şehirde (başkent Cezayir, Becaya, Konstantin, Maskara, Tizi Uzu, Guelma, Buira ve başka kentlerde) “4. Dönemin uzatılmasına hayır!” gösterileri başlamıştır. Bunlardan Becaya’daki durum özellikle önemlidir. 10 Mart’ta başlayan genel grev orada iki gün sürmüştür. Ülkenin petrol şirketi olan Sonatrach’ın işçileri ayaktadır. İşçi sınıfı varlığını gittikçe daha fazla hissettiriyor.

Son bir nokta: Macron Buteflika’nın açıklamasına derhal destek vermiştir. Eski sömürgeci güç, perde arkasındaki esas güç olmasın?

Biz “ha Ali Veli, ha Veli Ali” deriz. Cezayirliler bunu şöyle söylüyorlar: “Hacı Musa, Musa Hacı”! Ha 4. Dönem, ha 5. Dönem! Ha seçimle gelmiş, ha seçimsiz başta kalmış! Düşman başta. Mücadeleye devam!

 

Devrimin kıyısındaki Cezayir: Système dégage!

Cezayir’de tansiyon yükseliyor. Kitle hareketinin kendine güveni herhangi bir rejimin halkı geri döndürmesinin çok zor olduğu bir seviyeye doğru gidiyor. Gelecek seçimlerde beşinci defa aday olmak isteyen Cezayir’in ölüm döşeğindeki başkanı, Abdülaziz Buteflika’nın temsil ettiği rejime karşı yapılan gösterilerin üçüncü turu, 8 Mart’ta, Dünya Emekçi Kadınlar Günü’yle aynı anda, ortaya muhteşem bir güç gösterisi koymayı başardı: pek çok kaynak sadece başkent Cezayir’de yüzbinlerce insanın ve ülke çapında milyonlarca insanın katılımdan bahsediyor. Bir Cezayir gazetesi (Le Matin d'Algérie), güvenlik güçlerinin açıklamalarına dayandığını iddia ederek, ülke genelinde geniş çapta gösteri yapan insan sayısının 15 milyon gibi devasa bir rakama ulaştığını ileri sürüyor.

Bu kulağa abartı gibi gelse de, gerçek sayı ne olursa olsun, 1954-1962 arasındaki Cezayir devrimi ve kurtuluş savaşından bugüne gerçekleşen en yaygın kitle seferberliğiyle karşı karşıya olduğumuz inkâr edilmez bir gerçek. Bu devrim elbette, İkinci Dünya Savaşının ardından dünya çapında ortaya çıkan sömürgecilik karşıtı devrimin en kahramanca ve ileri giden örneklerinden biriydi. Cezayir’in sömürge değil Fransa’nın ayrılmaz bir parçası olduğunu ifade eden “Algérie française” formülünden, sonunda kazanılanın “Algérie indépendante” (özgür Cezayir) Fransa için muazzam bir küçük düşme anlamına geliyordu. Benzer türde bir küçük düşmenin ister içeride olsunlar ister ülke dışında, mevcut rejimin tüm destekçilerini beklediğini söyleyebiliriz.

Rejimin Direnişi

Daha önce yayımladığımız bir yazıda iktidardaki rejimi zaten tarif etmiştik (https://www.gercekgazetesi.net/uluslararasi/cezayir-zombi-devlete-meydan-okumak). Bu rejim, 1962'den bu yana iktidara tutunmak için devrimin şanını kendine sermaye edinen bir takım eski kurtlardan oluşur. Buteflika’nın kendisi iş göremez hale geldiğinden beri gerçekte kardeşi Said Buteflika ve onula birlikte silahlı kuvvetlerin başı Ahmed Kayyid Salih’in ipleri elinde tuttuğu herkesçe biliniyor. Bununla beraber, daha önemlisi perde arkasından hüküm süren koskoca bir sosyal sınıf ve katmanlar toplamıdır. Başta, politik olarak çok güçlü ve ekonomik yozlaşmaya bulaşmış silahlı kuvvetler olmak üzere yüksek kademe sivil bürokrasiyi de içeren bu blok, ülkenin sahip olduğu bol miktarda doğal gaz ve petrolün ürettiği muazzam zenginliğin tadını çıkaran tüm bu katmanları bir araya getirir. Bunların arasında 2000 yılında, mevcut rejim ve İslamcı kökten dinciler arasındaki iç savaşın sonunda kurulan ve o günden beri rejimin ve Buteflika kabilesinin bitmek bilmez iktidarının sadık bir destekçisi olan, güçlü iş adamları örgütü le Forum des chefs d’entreprises (FCE) (Girişimciler Forumu) var. FCE kapitalistleri, herkese malum olduğu üzere eski sömürgecisine hizmet eden Cezayir rejimi gibi Fransız burjuvazisinin hizmetindedir.

Bu rejim halkın coşkun akan seline direnmeye çalışıyor. Buteflika geçirdiği felçten bu yana şahsen toplum önüne çıkmadığı için insanları sakinleştirmek amacıyla onun imzasıyla mektuplar üretiliyor. Bu mektupların ilki “eğer seçilirse” Buteflika’nın sistemi halkın isteğine uygun şekilde modernize etmek için bir ulusal danışma süreci başlatacağı ve kendisinin aday olmayacağı bir erken seçim yapacağı sözünü veriyordu. İkincisi, Cezayir toplumunun demokratik olgunluğunu övmek maksadıyla kendini tebrik eden bir tonda başlayıp sonrasında ülkeyi karışıklığa sürüklemek için kenarda bekleyen iç ve dış güçlerin olası müdahalesine dair sert bir uyarıda bulunuyordu. Yani, hükümet ya da daha doğrusu iktidardaki kabile 1990’ların “kanlı on yılı” heyulasıyla Cezayir halkını tehdit ederek boyun eğdirmeye çalışıyor. Baskı henüz zincirlerinden boşanmış olmasa da gençlerin hareket içindeki önemini göz önüne alan hükümet hareketi bölmek ve zayıflatmak için üniversiteleri erkenden kapattı. Fakat birçok üniversite şaşırtıcı bir yanıt verdi; bakanlığın emirlerini görmezden geldi ve kurumları açık tuttu. Profesörlerin de öğrencilerinin yanında yer aldıkları görüldü. 10 Mart Pazar günü lise öğrencileri okulları boykot etti ve Buteflika’nın aleyhinde sloganlar attıkları şehir merkezinde bir araya geldiler. Bu, Eğitim Bakanının öfkesini kabarttı, ama nafile.

Bu büyüklükte bir kitle hareketini kontrol etmek veya geri püskürtmek asla hiçbir hükümet için kolay değildir. Geçmiş devrimci yükselişler devrimci dürtülere kapılmış bir halka uygulanan baskının sadece öfkeyi arttırdığını ve kararlılığı güçlendirdiğini bize öğretmiştir. Yani Cezayir rejimi, şu an için, iç savaş korkusunu kitlelere aşılamaya ve onları bölmeye çalışırken zamana oynuyor.

Bu yozlaşmış iktidar yapısının karşısında mevcut güç bloğunun ikiyüzlü ulusal egemenlik ve bağımsızlık retoriğinin aksine daha açık şekilde emperyalizm yanlısı neoliberal bir yönelime sahip yeni bir güç yer alıyor. Şu anda bu akım, en başta kendisi de eski bir general olan ve rejimin mevcut yöneliminden soyut biçimde “kopuş” vaat eden başkan adayı Ali Kadiri tarafından temsil ediliyor.

Bu muhalefetten daha önemlisi halkın öfkesi sonucunda FCE içinde çatlakların ortaya çıkmasıdır. Patronlar örgütünün başkanı Ali Haddad rejime bağlı kalsa da başkan yardımcısı ve iki önemli üye aidat ödemelerini durdurdukları bir tür boykot ilan ettiler. Zombi rejim en azından hâkim burjuvazinin bir kısmı açısından artık hayatta değilmiş gibi görünüyor. Bu, halk ayaklanmasının acil talepleri açısından iyiye işaret olsa da kitle hareketinin, nihayetinde burjuvazinin bir kanadınca kontrol altına alınması tehlikesini de ihtimal olarak içeriyor.

İktidar yapısının kendisinde bile çatlaklar var. Eski mücahitlerin bir organizasyonu olan ONM, yani Fransa’ya karşı verilen bağımsızlık savaşı gazileri, halkın yanında olduğunu ve taleplerini desteklediğini açıkça ilan etti. Benzer şekilde, kurtuluş savaşının önde gelen bir kadın kahramanı Cemile Buhired, Cuma günü göstericiler arasındaki yerini aldı. Kimileri Merkez Komite üyesi kimileri eski parlamenter, en az yedi önde gelen şahsiyet iktidar partisi FLN’den istifa etti ve Buteflika’nın peşinde olduğu beşinci döneme karşı gösterilere katıldı. Görünen o ki, rejimin günleri gittikçe sayılı hale geliyor.

Ayaklanmanın hızla olgunlaşması

Kitle hareketi, saflarına katılanların sayısı bir yana, siyasi açıdan, gösterilerin ilk turunun düzenlendiği Şubat’ın 22’sinden itibaren iki haftalık bir sürede çok hızlı bir şekilde olgunlaştığı için gerçek bir tehdit halini alıyor. İlk tur boyunca politik hedef zombi başkandan kurtulmak gibi görünüyordu. 1 Mart’taki ikinci turla birlikte, halk kitleleri gerçek zombinin Buteflika’nın iplerini elinde tutan rejim olduğunu fark etti ve bu yüzden tüm rejimi ateş altına almaya başladı. Şimdi hem sloganlar hem de tartışma yeni bir seviyeye yükseldi. Artık mesele rejimden kurtulup kurtulmamak değil, bunun nasıl olacağı.

Bu sıçrama sloganlara da yansıyor. Birçokları için, belki de çoğunluk açısından, seçimlerin Buteflika'sız yapılmasını sağlamak yeterli değil. Talepler sadece Buteflika'nın geri çekilmesini değil aynı zamanda hükümetin istifasını, hem de meclisin her iki kanadının feshedilmesini içerecek şekilde gelişti. Bunlar, özgür ve demokratik bir ülkeye geçişin ön koşulları olarak ortaya konuyor. Ülkenin birinci noktadan ikinciye nasıl geçmesi gerektiği yoğun bir tartışma konusu. Geçici hükümet ve kurucu meclis tartışmaları var. Sık sık tekrarlanan bir slogan mevcut; “Çeteler gitmeden seçim yok”. Bu taleple birlikte kitle hareketinin sosyoekonomik alana doğru uzandığı ve kalkışmanın hedeflerinin siyasi olduğu kadar toplumsal hale de geldiği göz önünde bulundurulmalı. Bu da gösteriyor ki, burada şimdiden hem politik hem de toplumsal bir devrim eğilimi doğmaktadır.

Halkların devrimci hareketlerinin birbirinden nasıl kolayca ve hızlı bir şekilde öğrendiğini ve hatta diğer ülkeler tarafından kullanılan kalıpları nasıl bilinçli olarak taklit ettiğini görmek büyüleyici. Cezayir'deki Cuma eylemleri, artık tıpkı Fransız Sarı Yelekliler hareketinin Cumartesilerinin baştan itibaren isimlendirildiği şekilde tiyatro jargonundaki gibi “perdeler” olarak tanımlanıyor. Öte yandan, şaşırtıcı olmayan bir şekilde, iktidar güçleri de birbirlerinden öğreniyorlar. Cezayir hükümeti, çok muhtemeldir ki, hareketi zayıflatmak için üniversiteleri erken kapatırken Sudan hükümetinden ilham aldı. Ve elbette, daha komik bir şekilde, Buteflika'nın seçimlerden sonra bir ulusal danışma süreci organize etme vaadi Macron’un taktiklerinin densizce bir taklidi. Bunu, yalnızca Cezayir’in iktidar yapısı eski sömürgeci yöneticisinin izinden gitmeye hevesleniyor diye değil, “ulusal danışma süreci” asıl anavatanında bile bir güldürü olarak kalmış olduğu ve bu nedenle, rejim tarafından çaresizlik içinde tutunulacak bir ipten daha çok Cezayir halkının zekâsına hakarete benzediği için de mizahi buluyoruz.

2011-2013 döneminin Arap devriminin meşhur sloganının geri dönüşü de kayda değer. Bu yıllarda “Halk rejimin yıkılmasını istiyor” tezahüratı bütün Arap dünyasında yankılandı. Dünyayı dolaştı, Sarı Yelekliler sayesinde Paris’in duvarlarına (Fransızca) yazıldı ve ardından bugün Cezayir’deki kalkışmada tekrar ortaya çıktı. Cezayir basınından okuduklarımız kadarıyla, görünür bir farkla: Cezayirliler tüm Arap halkları içinde Fransızcaya en aşina olanlar olduklarından sonda “nizam” (rejim) kelimesi yerine Fransızca “système” kelimesini kullanıyorlar. Bu aynı zamanda bazı pankartlarda Système dégage” yazmasının da sebebidir. “Dégage” (“defol!” demek), ilk olarak “Ben Ali, dégage” şeklinde Tunus’ta kullanıldı. Defolması gerekenin artık tek bir diktatörden ziyade rejim veya sistem olması Cezayirli kitlelerin hızla siyasi açıdan olgunlaştığını gösteriyor.

Beklentiler

Cezayir ayaklanmasının III. Perde’sinde pek çok nokta oldukça açık bir şekilde ortaya çıkmıştır. İlk olarak, iktidar bloğu çatlaklarla yüzleşiyor olsa da rejimin alternatifinin neoliberal kanadın temsilcisi Kadiri’de aranacağını düşünmüyoruz. Bir burjuva alternatif ortaya çıkacaksa, bu hâkim iktidar bloğunun içinden çıkmak durumundadır. Bunun sebebi şudur: Üçüncü Büyük Depresyon’un yarattığı baskı altında dizginlenmemiş bir neoliberalizm ve özellikle neoliberalizmin uluslararası uzantısı küreselleşme, depresyonun yansımalarını kendi kapılarının önünde bulan hâkim sınıflar için artık bir çözüm yolu sunmuyor. Cezayir 2014 yılından beri gaz ve petrol fiyatlarındaki düşüşten kaynaklı olarak krizin çok derin yaşandığı böyle bir ülkedir. Bu durum burjuvazinin çıkarları için bile daha müdahaleci bir yaklaşımı gerektiriyor.

İkincisi, işçi sınıfı kavgaya kendi yöntemleriyle giriyor. 10 Mart Pazar günü, Cezayir basınındaki haberlere göre oldukça yüksek oranda işçi ve çalışanın katıldığı bir genel grev ilan edildi. En büyüklerden Sonatrach ve Cevital’in de içinde bulunduğu kamu işletmelerinde veya özel işletmelerde, limanlar ve ulaşımda yüksek katılım görüldü. Bazı şehirlerde hayat tamamen durma noktasına geldi. Bu noktaya kadar kalkışma, farklı sınıfların bir arada olduğu bir çeşit vatandaşlar hareketi gibi görünüyordu. Tüm kesimlerden insanlar arasındaki bu birlik, bazılarına hareketin gücü olarak göründü. Bazı öne çıkan şahsiyetler genel greve bu nedenle açık bir şekilde karşı çıktı. Bu insanlar, açık bir biçimde, şahsi niyetleri ne olursa olsun, eğer burjuvazinin muhalif kanatlarının değilse küçük burjuvazinin sözcüsü olarak davranıyorlar. Bu sınıflar işçi sınıfının kendi kuvvetlerini bağımsız bir güç olarak ortaya koymasını istemiyorlar, çünkü rejimden yana en küçük bir yumuşama işaretinde hareketi kontrolden çıkmadan ve devrime dönüşmeden önce esir almanın onlar için daha zor hale geleceğini biliyorlar.

Hareketin geleceği için esas önemli olan, işçi sınıfının kendi sınıfsal yöntemleri ve her geçen gün artan şekilde kendi sınıfsal talepleriyle bağımsız hareketidir. Şu an için resmi sendikalar daha isteksizken, sadece ”özerk” olarak adlandırılan sendikalar halk isyanının yanında yer alıyor gibi görünüyor. Fakat 11 Mart Pazartesi günü bu satırlar yazılırken Tizi Uzu vilayetinin resmi sendika federasyonu Union générale des travailleurs algériens (Cezayir İşçilerinin Genel Birliği-UGTA)’ya bağlı 20 sendikası Buteflika’nın beşinci dönem adaylığına açık şekilde karşı olduğunu ortaya koydu. Bunların hepsi rejimin unsurlarının kitlelerden yana döndüğünün son derece önemli işaretleri. Daha önemlisi, işçi sınıfı bağımsızlığını kazanıyor. Sadece işçi sınıfı isyanın bağımsız sürükleyici bir gücü olduğu ölçüde hareketin geleceği garanti altına alınabilir ve mücadelenin ılımlı üst sınıf güçler tarafından satılmasından kaçınılabilir.

Cezayir devrimi gerçekleştiğinde küçük burjuvazinin daha yoksul katmanları dâhil tüm halk sınıflarına ihtiyacı olacak. Bununla birlikte devrimin devamlılığı için işçi sınıfının damgasını vurduğu bir devrime ihtiyaç var. Bu, Tunus ve Mısır’da da geçerliydi. Tunus örneğinde devrimin başlangıçtaki kaynağı, ivmesini ülkenin (en azından turizmin avantajlarına sahip olan sahil şeridinin aksine) “iç kısımları” olarak adlandırılan bölgedeki gençlerin önemli bir kısmının mustarip olduğu yoksulluk ve işsizliğe borçluydu. Devrim kalabalıkları ayağa kaldırdığında, güçlü işçi sendikası konfederasyonu UGTT, baş organizatör ve devrimcilerin yuvası rolü oynadı. Mısır’da bir buçuk milyon işçi, askeri bir düzen altında kontrol edildikleri resmi sendikaları terk ederek yeni bağımsız sendikalar kurdu. Hüsnü Mübarek’in düşüşünü  açıkça hızlandıran geniş çaplı bir grev hareketi gerçekleşti.

Üçüncüsü, emekçi kitleler son on yılda Üçüncü Büyük Depresyonun en belirgin biçimde, petrol ve doğal gaz fiyatlarındaki düşüş şeklinde gerçekleştirdiği hasar sebebiyle ciddi ıstırap çektiler. Dolayısıyla isyanın siyasi sebepleri kadar sosyoekonomik temelleri de var. Ancak, tepkiler henüz burjuvazinin hâkimiyetinden ziyade “yolsuzluklara” yönelik. Sınıf bilinçli bir tepkinin ortaya çıkması zaman alacaktır.

Ancak bu sınırlara rağmen, bizim fikrimize göre Cezayir’de tam anlamıyla bir devrime geçiş başlamıştır. Bunun sebebi kitle hareketinin yeni devlet yapılarının oluşum biçimlerini düşünüp tartışıyor olması. Sadece yaşadıkları sıkıntılara karşı isyan etmiyor, aynı zamanda meseleleri kendi eline alıyor ve yeni bir siyasal iktidar biçimlenmesinin unsurlarını hazırlıyor. Henüz bir devrim olarak adlandırmak için çok erken fakat eğilim çok açık bir şekilde ortada, bu en önemli nokta. İktidar sorunu zaten gündeme geldi, işçi sınıfının bu mücadele sırasında, iktidarın bir sınıftan başka bir sınıfa geçmesinin temelini oluşturabilecek örgütler (konseyler, fabrika komiteleri ve en önemlisi bir devrimci parti) inşa edip etmeyeceğini bekleyip göreceğiz. Bu ölçüde kitle desteğine sahip bir devrim, bir kez yola koyulduğunda, yıllar boyunca sürecek bir potansiyele sahiptir. Dolayısıyla, kitlesel ayaklanma bir devrime dönüşürse nihai sonucu hiç kimse tahmin edemez.

Görevlere dair bazı düşünceler

En azından o ülkede kitlelerin nabzını tuabilecek bir dayanağınız olmadığı sürece, uzaktan net bir taktik hat önermek imkânsız değilse bile zor. En arzu edilmeyecek şey, ülkedeki sınıfların ve siyasi güçlerin somut konumuna bakılmaksızın,  kendinden menkul Enternasyonal’lerin hazır çözümler ve sloganlar ileri sürmesidir. Öte yandan, sahadaki devrimciler ile enternasyonalist bir diyalog da arzu edilir bir şeydir, hatta zorunludur.

Bu koşullar altında seçimlerin reddedilmesi ve iktidar yapısının var olan tüm kurumlarının kendini feshetmesini ve yerini yeni yapılara bırakmasını talep etmek elbette doğrudur. Bu (hükümetin seçimlere gitmekte ısrar etmesi halinde)  tam olarak bir boykotun  gerekli hale geldiği en saf şartları taşıyan andır: kitle hareketi, parlamento dâhil mevcut kurumları yeni ve daha demokratik olanlarla değiştirecek potansiyel güce sahiptir.

Bugün kitle hareketinin büyük bölümleri tarafından paylaşılan bu tutuma sırtını dönen herhangi bir kurum, yozlaşmış rejim karşısında teslim olmuş olarak görülmelidir.

Bununla birlikte, dolaşımdaki iki formül, yani bir geçiş hükümeti ve egemen bir kurucu meclis arasında, proletarya sosyalistleri kesinlikle ikincisini seçmelidir.

Ülkeyi demokratik seçimlere hazırlaması beklenen, seçilen herhangi bir kuruma hesap vermek zorunda olmayan bir geçiş hükümeti, kitle hareketinin burjuva sınıf iktidarının sınırları içine çekilmesi ve geri kazanılması için bir formüldür. Devam eden Sudan devrimi deneyimi bize somut bir şekilde bu tip hükümetin “teknokrat” yapıda olacağını (Sudan devrimi hakkında yazımıza bakınız https://gercekgazetesi.net/uluslararasi/sudan-devrimi) ve böylece iktidarın kendi saflarında “uzmanları” olan ve başka bir gücün yokluğunda emperyalizmin hükümlerine uyacak olan küçük burjuvazi ve burjuvazinin elinde kalacağını öğretmektedir. Bir egemen kurucu meclis, geçiş hükümetinin hesap vermesi gereken güç olmalıdır.

Elbette kurucu meclis fetişizmi yapmamak gerekir. Eğer işçi sınıfı ve köylü kitleleri veya işsizler ve diğer ezilen katmanlar öz örgütlenme organlarını kurarsa, o zaman proletarya sosyalistleri, güç dengesi izin verdiğinde, kurucu meclis çağrısının ötesine geçerek bu öz örgütlenme organları temelinde kurulacak bir işçi-emekçi veya işçi-köylü hükümeti talebini dile getirmelidir.

Tüm bunlar Cezayir’deki proleter devrimcilere yol gösterici olmak için gerçekten de çok genel. Hangi taktiklerin izlenmesi gerektiğini değil, hangi taktiklerin izlenmemesi gerektiğini tarif ediyor.

Hareketin “barışçıl” yapısı hakkında son bir söz. Bu yeni değil. Mısır devrimi sırasında da modaydı. Devrimcilerin halkı silahlandırmaktan kaçınmasının (kökten dinci İslamcılar hariç) ülkedeki tek silahlı kuvvetlerin başı, Bonaparte al Sisi’nin ekmeğine nasıl yağ sürdüğü artık herkesin görebileceği şekilde açık. Mısırlı devrimcilere tüm devrimlerin muallakta kalan problemlerini nihayetinde silahla çözdüğünü mütevazı şekilde hatırlatmaya çalıştık. Cezayirli kitleler, sokakta gösterideyken Sudan’lılar gibi “silmiya, silmiya” (“barışçıl, barışçıl”) sloganını atıyorlar. Bu, 1990'larda on yıl boyunca süren yıkıcı bir iç savaşın izlerini hala taşıyan bir ülkede anlaşılabilir bir durum. Her neyse, yukarıda da belirttiğimiz gibi, birçok devrimin sadece “en sonunda” silahlı mücadeleye başvurması gerekti. Ancak şu an için kitlelerin psikolojisine dikkat etmek, onları silahsızlandırmaktan farklıdır.

Enternasyonalizm

Bir isyan durumunda proleter enternasyonalizminin somut görevlerinin farklı yönleri vardır. Cezayir meselesinde sadece çok özel bir noktaya işaret edeceğiz. Cezayir kitle hareketinin, Fransa'daki Sarı Yelekliler hareketiyle kalıcı ve yakın ilişkiler kurması son derece önemlidir; bu, Fransız hareketi için de aynen geçerlidir. Bunun bir nedeni açıktır ki iki ülkedeki iki isyan hareketi arasında karşılıklı dayanışmadır. Bir diğeri, isyancı kitlelerin iki ülkenin hakim sınıfları arasındaki dayanışmaya cevabıdır. Fransız emperyalizmi, Tunus devrimine burnunu soktu ve Cezayir'de de aynı şeyi yapacağına şüphe yok; buna ortak bir cevap verilmesi gerekiyor. Bir başkası, iki ülke arasındaki ilişkilerin tarihinin sömürgeci yönünden kaynaklanıyor: ezilen ve sömürülenlerin bir ittifakı, dünyanın geri kalanı için enternasyonalizmin güzelliğinin bir örneği olacaktır. Bir başkası, ki burada konunun özüne geliyoruz, iki hareket arasında çok ihtiyaç duyulan dayanışmayı kurmak için bağlantı oluşturmakta etkili olabilecek, Fransa'da yaşayan ve çalışan Cezayir kökenli büyük bir göçmen topluluğunun varlığıdır. Son olarak, yukarıda “bu, Fransız hareketi için de aynen geçerlidir” demiştik: Bu durum sadece Cezayir’li hareketin Sarı Yelekliler hareketiyle temas kurmasına yardım etmekle kalmaz, aynı zamanda Fransa'daki büyük Arap göçmen toplulukları ve özellikle “beurs” diye anılan, Fransa'da doğmuş nesiller  arasında yeni ve çok güçlü bir müttefik yaratacağı için Fransız hareketi için daha da faydalıdır.

Uluslararası mücadelenin yeni bir safhasının şafağındayız. Biz bu döneme dünya devriminin üçüncü dalgası diyoruz. Hareketlilik, 2011-2013’teki başlangıç aşamasından sonra durulmuştu; bizim “parlamenter uğrak” olarak adlandırdığımız bir sürecin içinden geçiyor gibi görünüyordu. Ancak 2018, tüm dünyada halk isyanlarına tanık oldu. Yani, devrimlerin ve isyanların farklı ülkelerde mücadele koşullarını bir kez daha belirleyeceği yeni bir aşama başlıyor gibi görünüyor. (Konunun detayları için şu yazıya bakabilirsiniz https://www.gercekgazetesi.net/uluslararasi/2018-dunya-devriminin-ucuncu-dalgasinin-yeniden-yukselis-yili). Sanki bu başlangıcın tamamen yeni bir süreç olmadığını, 2011-2013 devrimci dalgasının devamı olduğunu doğrulamak içinmiş gibi, günümüz mücadelesi, tepe noktasına iki Arap ülkesi Sudan ve Cezayir’de ulaşmış bulunuyor..

Sadece Arap dünyasında değil, Zimbabve’den Macaristan’a, Haiti’den Irak’a her yerdeki bu ayağa kalkışları, isyanları, nerede gündeme geliyorsa düpedüz devrimleri incelemek bizi yaklaşmakta olan kasırgaya hazırlayacaktır. Fakat devrimci proletarya partileri ve bunlara dayanan devrimci bir Enternasyonal olmadan işçi sınıfı kazanamaz. Program, strateji ve taktikler, sadece savaşan partiler var olduğunda ve işçi sınıfını iktidara taşımak için politikalarını bu program, strateji ve taktiklere dayandırdığında hareket için gerçek bir kılavuz haline gelir.