Çokuluslu üç maymun kumpanyası

Rusya’nın bundan iki gün önce yaptığı girişim, devletler arası ilişkilerde kolay kolay görülmeyen bir olaydır. İki komşu devletten birinin Savunma Bakan Yardımcısı, basın toplantısı düzenliyor. Birçok devletin temsilcisini davet ediyor. Bu temsilciler arasında askeri yetkililer de var. Bakan yardımcısı yanına askeri istihbaratın bazı komutanlarını almış. Onlar, bir ders anlatır gibi, DAİŞ’in (IŞİD’in) Türkiye topraklarına üç güzergâhtan petrol ihraç ettiğini, bunların ikisinin İslam Devleti adıyla kurulmuş olan savaş ağalığı coğrafyası ile Türkiye arasındaki ortak sınırdan, birinin ise Irak’ın kuzeyinde yer alan Kürdistan Bölgesel Yönetimi sınırları içinden en ufak bir engel olmaksızın sevk edildiğini ileri sürüyor. Sayısız uydu görüntüsü ile bunu destekliyor. Bu güzergâhlardan biri İskenderun limanına açılıyor ve petrolün çeşitli ülkelere (başka iddialardan bilindiği kadarıyla İsrail’e) ihraç edilmesini sağlıyor. İkincisi, doğrudan Batman’daki rafineriye ulaşıyor. Kürdistan Bölgesel Yönetimi yoluyla gelen ise zaten Kürt petrolüne karışarak geldiği için sınırdan geçtiğinde çoktan yasal statü kazanmıştır.

Rusya Savunma Bakanlığı’nın bundan ayrı bir iddiası var. Bu ithalat/ihracat işleminin içinde doğrudan doğruya Recep Tayyip Erdoğan ve ailesinin bulunduğunu ileri sürüyor. Basın toplantısında buna ilişkin herhangi bir kanıt ileri sürülmedi. Buna karşılık Rus yetkililer ellerinde bulunan delillerden sadece bir kısmını açıklıyor olduklarını ısrarla vurguladılar. Yani önümüzdeki günlerde ya da haftalarda başka basın toplantıları, başka iddialar ve başka deliller görebiliriz. Tabii, ilgili devletler, ABD’nin de devreye girmesiyle, sorunlarını el altından çözme başarısını gösteremezlerse.

Biz bu yazıda Tayyip Erdoğan ve ailesi hakkındaki iddiaları bütünüyle bir kenara bırakacağız. Ortada Bilal Erdoğan’ın İsrail’e ihracat yapan şirketle ilişkisine dair bazı iddialar vardır. Tayyip Erdoğan’ın damadının Enerji Bakanlığı’na getirilmiş olması da bir soru işareti doğurmuyor değil. Ama biz şimdi kendi başına büyük önem taşıyan Rus iddiaları üzerinde duruyoruz. Rus devleti Tayyip Erdoğan ve ailesi konusunda henüz herhangi bir delil ileri sürmemiştir. Dolayısıyla meselenin bütün boyutlarını birbirine karıştırarak demagojik cevaplara, doğrunun ve yanlışın birbirine karışmasına kapı açmamak için konuyu sınırlayacağız.

Çok ciddi bir iddia

İddia korkunçtur. Elbette DAİŞ’in petrolünü Türkiye üzerinden pazarladığı biliniyordu. Ama bunun bu ölçekte, bu kadar sistematik olarak ve Türkiye devletinin bu kadar açık bir işbirliği temelinde yapıldığına dair deliller ilk kez ortaya konulmuştur. Daha önemlisi başka bir şeydir. Geçmişte iddialar iki türdendi. Biri yerli ve yabancı çeşitli gazetelerde yer alan yazı ve haberlerde yer alıyordu. Elbette bu tür haberlere herkes önem veriyordu, ama doğru ile yanlışın birbirine en çok karıştığı alan olan istihbarat alanında bağımsız bir doğrulama ya da yanlışlama kolay olmadığı için bunlar üzerinde ısrarla durulmuyordu. Öteki türden iddia esas olarak ABD devleti yetkililerinin çeşitli düzeydeki imaları ve ihtarlarıydı. Ne var ki, bu emperyalist devletin yetkilileri sopayı “aba altından” gösteriyor, iş kanıtlara geldiğinde sessizliğe bürünüyorlardı.

Şimdiki durum farklıdır. Ortada Soğuk Savaş döneminin iki süpergücünden birinin doğrudan mirasçısı olan bir devlet vardır. Bu devletin şimdiki çok güçlü başkanının da içinden geldiği istihbarat örgütü, o zamanki adıyla KGB, bugünkü adıyla FSB, dünyanın en gelişkin istihbarat sistemlerinden birine sahiptir. Yani elinde ciddi istihbarat olması ihtimali çok yüksektir. Öte yandan, siyasi açıdan bakıldığında, bu devlet, elinde ciddi istihbarat olmasa böyle bir basın toplantısı düzenleyerek kendini düpedüz rezil etme riskini kolay kolay almaz. Buradan şu sonuç çıkar: Rusya’nın ileri sürdüğü iddialara ve görüntülere dayanan delillerine derhal inanmak gerekmez, ama bunların ciddiye alınması gerekir, araştırılması, soruşturulması, iddiaların ciddi olup olmadığının belirlenmesi gerekir.

Peki, durum böyle iken tepki ne olmuştur?

Anlaşılmaz sessizlik

Gerek Türkiye’de, gerekse dünyada tepki sosyal medya ve birkaç yayın organıyla sınırlı kalmıştır. Türkiye’de parlamenter, hatta parlamento dışı siyasi partiler suskundur. Kimsenin ağzını bıçak açmıyor. Medya suskundur. Havuz basını birinci sayfasında haberin kendisini vermeden Erdoğan’ın Katar’dan verdiği cevabı haberleştiriyor. Doğan medyası Türkiye’de deprem yaratması gereken bu gelişmeyi arka plana atmayı tercih ediyor. Sözcü gazetesi bile birinci sayfasında bu habere yer bulamamıştır! Sosyalist basını bir kenara bırakırsak bir tek Cumhuriyet manşetini bu habere ayırmıştır.

Türkiye’de belirleyici olan “milli çıkar” safsatasıdır. Haberin kaynağı Rusya’dır. Rusya hem NATO’nun hasmıdır, hem de Türkiye’nin “ezeli düşmanı” diye anılır. Üstelik son dönemde savaş uçağının düşürülmesiyle birlikte iki ülke arasında savaş rüzgârları esmeye başlamıştır. O zaman risk almamak gerekir. Bu konuyu deşmek, iki ülke arasındaki çelişkide “karşı taraf”ın yanında yer almak suçlamasıyla karşılanabilir. Böyle bir risk almaktansa gerçekleri toptan görmezlikten gelmek daha emin bir yoldur.

Bu tutum bütünüyle yanlıştır. Medyanın bu yaptığı açıkça Türkiye halklarının ezici çoğunluğunun çıkarlarına, yani sözde “milli çıkar”a aykırıdır. Türkiye’nin başındaki yönetimin, DAİŞ’i finanse edecek faaliyetlere girişmiş olması halinde Türkiye’yi hızla bir uçuruma sürüklemekte olduğu ortadadır. Bu tür bir destek varsa ortaya çıkarılmalıdır ki bu intihar politikası durdurulsun. Öyleyse, meselenin üstünü kapatmak amaca bütünüyle ters düşecek bir davranıştır.

NATO dayanışma derneği mi?

ABD yönetiminin çok çeşitli sözcüleri uzun zamandır Türkiye’nin (Suud ve Katar ile birlikte) Suriye’deki mezhepçi tekfircileri ve bu arada DAİŞ’i desteklediğine dair iddialar ileri sürüyor. Bu iddia, Başkan Yardımcısı Joseph Biden’la açıldı, en son Rusya Savunma Bakanlığı’nın basın toplantısından bir gün önce Obama’nın kendisinin “Suriye sınırı konusunda Türkiye ile çalışıyoruz, ama hâlâ çözülecek sorunlar var” mealinde konuşmasına kadar vardı. Demek ki ABD yönetimi Türkiye ile DAİŞ toprağı arasında bir alışveriş olduğunu kabul ediyor.

O zaman soru şu oluyor: Bu alışveriş Türkiye devletinin DAİŞ’le işbirliği ile mi oluyor, hoşgörüsüyle mi, bilgisi bile olmadan mı yoksa karşı olduğu halde, ona rağmen mi? Öncesini unutalım. Musul’u ele geçirdikten sonra DAİŞ İslam Devleti’ni ilan edeli bir buçuk yıl oluyor. O süre içinde bile DAİŞ’in Türkiye’nin bilgisi olmaksızın ya da iradesine aykırı olarak petrol ticareti yapabileceğine inanmak isteyen kendini aldatmaya gönüllü olarak razı demektir. Öyleyse, Biden’dan Obama’ya ABD yönetim yetkililerinin söyledikleri Türkiye’nin de bu petrol ticaretinde doğrudan (yani işbirliği yaparak) ya da dolaylı yoldan (yani hoşgörü göstererek) katkısı olduğunu ortaya koyuyor.

Oysa Rusya Savunma Bakanlığı’nın basın toplantısından sonra ABD Dışişleri Bakanlığı sözcüsü açıklananların bir kanıt içermediğini, “akıldışı ve saçma” olduğunu söyledi. Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu?!!

Öyle anlaşılıyor ki, NATO üyeleri arasında “kol kırılır yen içinde kalır” politikası izleniyor. NATO’nun baş hasım bellediği iki ülkeden biri (öteki Çin’dir) söz konusu olunca, karşılıklı eleştiri bastırılıyor, beyzbol sopaları ortadan kaldırılıyor!

Tek çözüm Uluslararası Soruşturma Komisyonu

Şunun iyi anlaşılması lazım: Şayet Rusya’nın görüntülü olarak ve sayılarla destekleyerek verdiği bilgiler doğru ise, şayet Türkiye hükümeti veya daha dar anlamda Tayyip Erdoğan kliği DAİŞ’le petrol ihracatında işbirliği yaptıysa, o zaman ortada insanlığa karşı suç tanımına girecek kadar ciddi bir şey vardır. En azından bugüne kadar toplanan resmi delillere göre Suruç, Ankara, Sina Yarımadası’nda Rus yolcu uçağının düşürülmesi, Beyrut ve Paris katliamı gibi sayısız katliamdan sorumludur. DAİŞ’in finansmanına katkıda bulunanlar da bu suçlara ortak olurlar!

Rusya’nın sunduğu delilleri ve gelecekte sunabileceği yeni verileri değerlendirmek için uluslararası işçi sınıfı hareketi ve demokratik hareketlerin desteğiyle ve dünya çapında güvenilir aydınların yönetiminde bir Uluslararası Soruşturma Komisyonu’nun kurulması, mühendis ve bilgisayar teknolojisi uzmanlarının örgütlerinin ve hukukçuların kurumlarının desteğiyle ortaya atılan delilleri değerlendirmesi tek çıkar yoldur.

Devletler sistemi kurulmuş ittifakların çıkarı dolayısıyla uluslararası üç maymunu oynuyor. Sessizlik kumkumasını bozmalıyız!