Britanya seçimleri: İşçi Partisi’ni küreselcilikle boğmak

Britanya seçimleri: İşçi Partisi’ni küreselcilikle boğmak

Britanya’nın İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana en önemli seçimi olarak anılan dünkü genel seçimlerinin sonucu belli olur olmaz, solun post-Leninist kesimlerinde bir yastır başladı. Anlaşılan İngiliz işçi sınıfının reformist tarihi partisi Labour Party’ye (İşçi Partisi’ne) öyle bir umut bağlamışlar ki, yenilgiyle dünyaları yıkıldı. Evet, Muhafazakâr Parti’nin gerici başkanı ve başbakan Boris Johnson seçimden büyük bir zaferle (% 43,7, 361 milletvekili, 66 yeni sandalye) çıktı. Evet, İşçi Partisi son çeyrek yüzyıl boyunca halka sunduğu en ilerici programa rağmen büyük bir yenilgi aldı (2017’deki çok başarılı seçime göre 7,7 yüzde puanı kayıpla % 32,3, 42 sandalye kayıpla 202 milletvekili). Evet, sonuç gericilerin zaferi. Ama önce bir sorun: Neden yitirdi İşçi Partisi seçimi? Britanya işçi sınıfı ve emekçi halkı, İşçi Partisi’nin seçim platformunda yer alan sağlık ve eğitime harcamaların arttırılması, altyapının kamulaştırılması, zenginden alınıp yoksula verilmesi gibi önlemlere karşı olduğu için mi? Hayır, bunlara rağmen.

Blair’in Corbyn’den aldığı intikam

Britanya seçimlerinde ortaya çıkan sonucu anlamak için çeyrek yüzyıl geri dönmek gerekir. 1979’da başa geçen Muhafazakâr başbakan Margaret Thatcher’ın emperyalist ülkeler arasındaki ilk bütünsel neoliberal programı uygulamaya koyması ve çok uzun yıllar başta kalması, İşçi Partisi’nin de içten içe değişmesi yönünde dinamikler yarattı. Bu süreçte partinin başına geçen Tony Blair, partiyi işçi sendikalarından uzaklaştırdı, parti içindeki devrimci solu ihraç etti, partinin ekonomi politikasını yumuşak bir Thatcherizm haline getirdi. Bu da yetmedi, Afganistan ve Irak savaşlarında oğul Bush’un “süs köpeği” lakabını kazanacak derecede onun yardakçısı rolüne soyundu. Bütün bunlar, en başta büyük Irak yalanı, popülaritesini eritti ve partini başından çekilmek zorunda kaldı. Ama İşçi Partisi liberal virüsü kapmıştı. Meclis grubu büyük ölçüde küreselci, AB emperyalizmi taraftarı, modern küçük burjuvazinin fikirlerine açık, işçi sınıfından kopuk milletvekilleriyle dolmuştu.

İşte Jeremy Corbyn, uzun yıllar İşçi Partisi içinde kendine Marksist diyen, Britanya’nın emperyalist politikalarına ve İsrail yanlısı çizgisine karşı çıkan, ekonomi politikasında da kamu mülkiyeti ve sosyal hizmetlere ağırlık veren çizgisine rağmen 2016 Brexit referandumundan sonraki sarsıntılı dönemde partinin başına getirildiğinde durum buydu. Yani İşçi Partisi derin bir iç çelişki yaşıyordu. Bu diyalektik, partinin politikasının merkezine yerleştirilmeden partinin yeniden gerçekten işçi sınıfına hitap edebilmesi mümkün değildi.

Daha önce, Britanya’nın Avrupa Birliği’nden ayrılması konusundaki Brexit referandumunun hemen ertesinde yazdık (https://gercekgazetesi.net/uluslararasi/brexit-tarihin-sonunu-gomerken), şimdi hatırlatalım: Brexit referandumunun başarısı, esas olarak, geleneksel işçi sınıfının küreselciliğe karşı isyanına yaslanır, Bu sınıf bugün artık tam 40 yıldır (1979-2019) Thatcher’ın ve “Thatcher’sız Thatcherizm” olarak anılabilecek Blair politikalarının serbest piyasacı ve küreselci yönelişi sonucunda, kelimeyi dikkatle kullanıyoruz, mahvolmuştur. 2008’de başlayan Üçüncü Büyük Depresyon’dan en ağır etkilenen ülkelerden biri Britanyadır. İşçi Partisi’nin liberal yöneticileri AB taraftarı olduğundan Brexit referandumu döneminde işçi sınıfı büyük ölçüde İngiliz milliyetçisi, Trump’ın kankası kapitalist iş adamı, nevhuzur politikacı Nigel Farage’ın etkisinde kalmıştır. Bir de bu konuda kendi içinde ikiye bölünen Muhafazakâr partinin Boris Johnson gibi Brexit taraftarı kanadının. Dolayısıyla, Brexit konusunda doğru tavır almayan bir İşçi Partisi’nin sınıfı geri kazanması mümkün değildi.

Corbyn, kendisi bütün politik hayatı boyunca AB karşıtı olduğu halde, partide liberallerin basıncı altında Brexit konusunda kendi tutumunu ortaya koyamamıştır. Brexit, Britanya toplumunu, “küreselleşme” denen süreçten yararlanan toplum kesimleri (Londra ve güney bölgeleri) ile başta geleneksel işçi sınıfı olmak üzere ağır zarar gören sınıf ve katmanları arasında keskin biçimde bölmüşken, Corbyn parti üzerinde hâlâ çok etkili olan Blair ve şürekâsının basıncı altında bir ip cambazlığı politikası sürdürmüştür. Britanya’nın önüne sınıf temelli, ilerici bir Brexit koyamamıştır. Bu yüzdendir ki, İşçi Partisi İngiltere’nin kuzeyindeki daha yoksul bölgelerde ve ülkenin çeşitli yerlerinde bulunan işçi sınıfı kalelerinde bazı bölgeleri (Britanya’da dar bölge sistemi vardır) onlarca yıldır ilk defa Muhazakârlara yitirmiştir. Bu seçimde Muhazakâr Parti’nin zaferi geleneksel seçmeni ile küreselcilikten zarar görmüş işçi sınıfının oylarının son derecede çelişkili biçimde birleşmiş olmasından kaynaklanıyor.

Brexit’in anlamı Britanya’nın kendi içine kapanması değildir. AB yerine ABD ile bütünleşmesidir. Bu yüzden Brexit tartışması hep ABD-Britanya serbest ticaret anlaşması ile iç içe girmiştir. Britanya burjuvazisi dünya ekonomisinin bloklar arasında bölünmesinin yaklaştığı bir çağda kaderini ABD ile birleştirmeye yönelen bir kanadın adım adım hâkimiyetine giriyor. Bu seçimlerde kazanan Trump-Boris Johnson-Farage ittifakıdır. Corbyn bunun karşısına anti-emperyalist, enternasyonalist, ilerici bir Brexit programı ile çıkamadığı için kaybetmiştir. Blair Corbyn’i devirememiştir ama öylesine kıskıvrak bağlamıştır ki seçim sonrasında ona “gelecek seçimde partinin başında olmayacağım” dedirtmiştir! Başka şekilde ifade edelim: Jeremy Corbyn seçimleri Boris Johnson’a karşı değil, İşçi Partisi’ni içinden fethetmiş olan burjuva liberal güçlerin cisimleşmesi olan Blair’e karşı kaybetmiştir! Yukarıda bu yüzden Corbyn’in yanında Johnson’un değil Blair’in fotoğrafı var.

Bütün bunları düşünmeden, solun içine ölümcül bir virüs olarak giren küreselleşme taraftarlığını karşısına almadan, reformist bir parti seçimi kaybetti diye üzülmek, tek bir şey gösterir: Sosyalist solun kendisinin hâlâ bir ölçüde Blairizm’in etkisinde olduğunu! Siz hâlâ böyle devam edin, uyanmayın sakın, bakın halk ne Trump’lara, ne Boris’lere, ne Farage’lara oy veriyor!

Kemerlerinizi bağlayın, fırtına bölgesine giriyoruz

Bu seçimlerle birlikte hem Britanya’yı hem de emperyalist sistemi büyük sarsıntılar bekliyor. Yazıyı kısa tutmak için satırbaşlarıyla ifade edelim:

  • Boris Johnson kumarbazdır. AB’den ayrılma konusunda daha iyi koşullar elde edebilmek için anlaşmasız Brexit yoluna girmeye istekli olduğunu son aylarda kanıtlamıştır. Buna daha önce meclis engel olmuştu. Şimdi mecliste mutlak çoğunluğa sahip olduğuna göre (648 sandalyede 359) bu kumarı oynamakta serbest kalacaktır. Anlaşmasız Brexit, zaten her ikisi de ekonomik daralmanın eşiğine gelmiş olan Britanya’da ve AB’de devasa bir ekonomik krizi tetikleyebilir.
  • İskoçya Britanya’dan ayrılacaktır. İskoç bağımsızlıkçıları 2014’te bağımsızlık referandumunu kıl payı kaybetmişlerdir. Şimdi Avrupa’dan kopma tam bir gerçeklik haline geldiğinde Britanya’nın bu tarihsel olarak ezilmiş ulusunun içindeki dengeler değişecektir. Seçim sonuçları bunun işaretlerini vermiştir. İskoç Ulusal Partisi, milletvekili sayısını 35’ten 48’e çıkarmıştır (İskoçya’da açık ara birinci, ülke çapın da ise üçüncü parti konumundadır). 2014’te referandumun yapılmasına izin veren Britanya hükümeti, bu sefer bağımsızlık kararının az çok kesin olduğunun bilincinde olacağından, İspanya’da Katalanların kendi kaderlerini tayin hakkının İspanya merkezi devletince ezilmesine AB’nin ünlü demokrasisinin hiç ses çıkarmadığını da yaşamış olduğundan referandumu yasaklamaya yönelebilir. Bu, Britanya’nın sert çelişkilerle sarsılması anlamına gelecektir.
  • Britanya içinde işçi sınıfına karşı büyük bir taarruz başlayacaktır. Bu, Britanya sınıf mücadelesinin en ironik ve çelişkili yanlarından biridir. Burjuvazinin bir kanadının milliyetçi retoriğine kanan işçi sınıfı şimdi ABD-Britanya serbest ticaret anlaşması sonucunda tarihi kazanımı NHS’in (Ulusal Sağlık Hizmeti) Amerika’nın sağlık sigortası ve ilaç şirketlerince paramparça edilişiyle karşılaşacaktır!
  • ABD-Britanya serbest ticaret anlaşması başarılı biçimde bağlanabildiği takdirde, dünya pazarının bölünmesinde büyük bir sıçrama yaratacaktır. Son dönemde Trump ile Tayyip Erdoğan arasında sürekli gündeme getirilen 100 milyar dolarlık ticaret hacmi hedefi işte bu bağlamda değerlendirilmelidir.
  • AB’de merkezkaç odaklar güç kazanacaktır. Yaklaşan ekonomik daralma bazı ekonomileri (aynen 2008 sonrası Yunanistan’ın yaşadıkları gibi) zor duruma düşürünce buralarda Brexit’ten esinlenen güçler hızla taraftar kazanacaktır. Özellikle Polonya, Macaristan gibi Doğu Avrupa ülkelerinde böyle eğilimlerin gelişmesini, bir büyük rakip olarak AB’den rahatsız olan Trump da kışkırtabilir.

Çözüm Fransızca konuşmak

Britanya işçi sınıfı kişisel olarak Corbyn’in solculuğuna rağmen, reformist, yarı-liberal bir önderlik tarafından yenilgiye sürüklenmiştir. Ama Üçüncü Depresyon çağında bir seçim zaferini istikrarın temeli gibi gören, topluma ve siyasete Marksist yöntemle değil parlamenter budalalık hastalığına tutulmuş bir halde bakıyor demektir.

Ne demek istediğimizi anlamak isteyen başını çevirip Manş denizinin öteki yakasına baksın. Macron sadece iki buçuk yıl önce, ikinci turda oyların üçte ikisini alarak iktidara gelmişti. Bugün önce Sarı Yeleklilerin, şimdi de örgütlü işçi sınıfının, toplumun büyük çoğunluğunun desteğiyle örgütlediği sınıf taarruzunun darbeleri altında şaşkın durumdadır. Britanya, yukarıda anlattığımız nedenlerle daha da büyük sarsıntılara gebedir.

Çözüm Fransızca konuşmaktır. İşgal, grev, direniştir. Britanya işçi sınıfının partisi hep reformist olmuştur, ama ülkenin muazzam bir sendikal mücadele geleneği vardır. İşçi Partisi’nin içinde ve dışında, Dördüncü Enternasyonal geleneğine bağlı gelişmiş olan çok güçlü devrimci örgütleri olmuştur. Bugün bunların çoğunun yerinde yeller esiyor. Ama Britanya işçi sınıfı, aydınları ve gençliği böyle bir geleneğe sahiptir. Bugün dünya devriminin üçüncü dalgası yaşanırken dönemin dinamiklerini kavrayan bir önderlik büyük bir atılım yapabilir.

Çözüm Fransızca konuşmaktır. Devrimci yola giren bir önderlik inşa etmektir.