Arap dünyasında İslamcılığın yükselişi: Devrimin mirasyedileri

Arap dünyasında İslamcılığın politik etkisi gözle görülür şekilde büyüyor. Kuzey Afrika’nın üç ülkesinde (Tunus, Fas ve Mısır) İslamcılar seçimleri kazandı. Libya’da ise en güçlü silahlı grubun İslamcılarınki olduğu ifade ediliyor. Suriye’de Esad sonrası için emperyalizm-Türkiye işbirliğiyle hazırlanan yeni iktidar formülünde Müslüman Kardeşler önemli bir yer tutuyor. Arap devriminin içinden İslamcılık çıktı. Ama bu nasıl bir İslamcılık?

Bilinmesi gereken ilk nokta şu: Bu İslamcı hareketleri, Arap dünyasını “yeniden dizayn” etme yolunda bir projeyi sistemli olarak uygulamaya koymuş olan emperyalizm yaratmadı, beslemedi, iktidara getirmedi. Tam tersine, Tunus’ta ve Mısır’da kitlelerin ayaklanması sırasında gerek ABD, gerek AB, sırasıyla bin Ali’nin ve Mübarek’in ardında kararlı biçimde durdularsa, devrimlerden büyük telaşa kapıldılarsa, bunun en somut nedeni bu rejimlerin İslamcı harekete karşı bir barikat olarak görülmesi idi. Emperyalistler devrimlerin kendi düzenlerine toptan bir tehdit oluşturabileceğini de hesaba katıyorlardı elbette. Ama bu daha uzak bir ihtimaldi. Yakın ihtimal, İslamcıların iktidara geçmesi idi. Bu da özellikle Siyonizmle Arap dünyası arasında çelişkilerin büyümesi ve Ortadoğu’nun yönetilmesinin güçleşmesi demekti. Suriye’de dahi emperyalizm, bugünkü çizgisine geçmeden önce, İsrail’in komşusu bu ülkede İslamcı hareketlerden ürktüğü için bir süre boyunca Esad’ın kendi rejimini reforme etmesini tercih etti. İkinci olarak, İslamcı rejimler El Kaide tipi radikal İslamcı hareketlerle ve İran ile işbirliğine gidebilirlerdi. Üçüncü olarak da, İran’a benzer biçimde, kapitalizmin küreselci düzeninin bir ölçüde dışında kalmayı seçebilirlerdi.

İslamcı hareketlerin yükselişi, Arap devriminin emperyalizmin bir “yeniden dizayn” çabasının ürünü olmadığının kanıtlarından biridir.

Devrim neden İslamcı hâkimiyet yarattı?

Cevap verilmesi gereken bir soru, devrimlerin neden İslamcı bir yükselişin önünü açtığıdır. Bu sorunun cevabı özlü olarak şöyle verilebilir. Devrimlerin neredeyse mavi gökte çakan bir şimşek gibi Arap toplumlarının gündemine girmesinden önce siyasi alanda bütün mücadele Batı yanlısı rejimlerle İslamcılar arasında olduğundan, rejimlerin yerini alacak başka bir siyasi güç henüz gelişmediği için. Burada solun büyük günahı açıkça ortaya çıkıyor. Arap dünyasında bir zamanlar hiç de küçümsenmeyecek bir güç olan solun esas hâkim gücü Stalinist partiler, milliyetçi rejimlerin kuyruğuna yapıştığı için onların yozlaşması ölçüsünde geriledi ve kitle desteğini yitirdi. Buna Doğu Avrupa ve Sovyetler Birliği’nde yaşanan çöküş sonucunda bütün dünya solunda olduğu gibi Arap solunda da “yenilenme” ve liberalleşme eklenince, İslamcılık diktatörlüklere karşı mücadele eden tek güç olarak kaldı. Tunus’ta halka neden Ennahda’ya oy verdiği sorulduğunda insanların büyük bölümünün cevabı, bu partinin bin Ali’ye karşı kahramanca mücadele ettiği oluyor. Buna karşı, eski “komünist” partisi Ettecdit (Yenilenme) hareketi, bin Ali’nin meclisinde muhalifçilik oynuyordu!

Devrimlerin kendisi kesinlikle İslamcı bir karakter taşımıyordu. Bütün olgular, Tunus’ta da, Mısır’da da İslamcıların başlangıçta devrimden uzak durduklarını, kitlelerin bütünüyle kendiliğinden harekete geçtiğini, İslamcıların ancak son vagona atladıklarını gösteriyor. Mısır’da bugün hâlâ Müslüman Kardeşler ordu ile devrim kampı arasındaki mücadelede taraf tutmayarak bu mücadelenin çatlaklarından sızma yoluyla iktidara oynamaktadır. Yani İslamcıların iktidara yükselişi devrimciler İslamcı olduğu için değil, devrimin gerçek bir önderliği olmadığı için olmuştur.

Emperyalizmin yeni taktiği

Emperyalizm Arap devrimini kendi “dizayn” etmemiş, ama yeni durumu hızla kavrayarak buna adapte olmuş ve Arap dünyasını hâkimiyeti altında tutmak için yeni bir taktik çizgi geliştirmiştir. Bu çizginin merkezinde, Mısır’da ve güçlü olduğu öteki ülkelerde, Müslüman Kardeşler (İhvanı Müslimin) ile ilişkiye geçerek pazarlığa oturmak vardır. En son ABD’li senatör (Obama’nın partisinden eski başkan adayı) John Kerry, Mısır’da İhvan’ın Özgürlük ve Adalet Partisi ile görüşerek Mübarek’in İsrail politikasının köşetaşı olan Camp David’i güvence altına almıştır. Tunus’ta ise Ennahda seçimi kazanır kazanmaz AB’ye “küreselci” politikalar izleyeceği, yabancı sermayeye dost olduğu ve laik hayat tarzına hoşgörü ile yaklaşacağı konusunda güvenceler vermiştir. Yani emperyalizmden icazet alarak iktidara geçmekte olan bir İslamcı hareket ile karşı karşıyayız.

ABD bir yandan İslamcı hareketle doğrudan pazarlık yaparken, bir yandan da son yıllarda İsrail ile yaşanan gerilim dolayısıyla uzaklaşmış olduğu AKP ve Tayyip Erdoğan’ı bir model olarak kullanmaya yönelmiştir. Arap İslamcılarına söylenen şudur: Siz de Erdoğan gibi emperyalizme biat ederseniz, ekonominizi emperyalizmle küreselci tarzda bütünleştirmeyi önünüze koyarsanız, başınız sıkıntı görmez, birlikte çalışabiliriz.

Emperyalizmin ve İslamcılığın bu yakınlaşması, iki gerici gücün devrimin karşısında kutsal ittifaka giriştikleri anlamına geliyor. Bazıları bu karşı devrimci kutsal ittifakı devrimin kendisi ile karıştırıp “yeniden dizayn” teorisini yayıyorlar. Oysa bu ittifak ABD’nin devrimlerden en düşük hasarla çıkmak üzere geliştirdiği “düzenli geçiş” stratejisinin yeni bir evresidir. Hepsi bu. Elbette bu ittifak tehlikelere gebedir. Elbette iki müttefik şu ya da bu nedenle birbirine girebilir. Üstelik Mısır söz konusu olduğunda, çok daha köktendinci olan ve emperyalizme uzak duran Selefi hareketin de seçimlerde Nur Partisi aracılığıyla oyların yaklaşık beşte birini almış olması, Müslüman Kardeşler üzerinde sürekli olarak emperyalizmden uzaklaşma yönünde bir basınç oluşturacaktır. Ama emperyalizm ile yeni müttefiki ılımlı İslamcılar arasındaki çelişki tam da devrimin gücünü gösterir. Tam da devrim gerici güçler için bu denli tehlikeli olduğu içindir ki, bu zorlu ittifak doğmuştur. Büyük tarihsel depremlerden kurtulmak o kadar kolay değildir.

Öyle görünüyor ki, Arap devrimi bir süre boyunca İslamcı bir evreden geçecektir. Devrimi harekete geçiren çelişkiler, dünya durumunun sınıf çelişkilerini kışkırtan karakterinin de etkisiyle, ağırlığını devam ettirirse, devrim bir süre sonra soluğunu yitirmezse, İslamcılık sınıf çelişkisini çözemeyeceği için gerçek devrim kampı kitlelere yeniden ve daha güçlü şekilde hitap etme olanağını bulacaktır. Bu aynı zamanda devrim kampınıın kendisinin örgütlülüğüne ve politik maharetine bağlı bir şeydir. Proletaryanın devrimci partisinin inşası her bir Arap ülkesinde bunun için bu kadar önemlidir.

* Bu yazı Gerçek Gazetesi'nin Ocak 2012 tarihli 27. sayısında yayınlanmıştır.