ABD seçimlerinden sonra tufan!

AKP milletvekili Şamil Tayyar “üç saat içinde Şam’dayız” heyecanında. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun parmağı tetikte. Tayyip Erdoğan, Suriye halkının kendisini Şam’da kahramanlar gibi karşılayacağı günün hayaliyle tutuşuyor. AKP hükümetinin bir “savaş kabinesi” haline gelmesine ramak kaldı. Elini ABD ve NATO tutuyor. ABD seçimleri yaklaşırken Obama başına bir bela almak istemedi. O kadar savaş aleyhtarlığı yapmış, şimdi bir Ortadoğu savaşını başlatmış olmanın sorumluluğunu tam seçime girerken nasıl üstlensin? Ama seçim sonrasına dikkat! Obama seçilirse derhal, Romney seçilirse Ocak’tan itibaren, şayet Beşar Esad’ın işi başka türlü görülemediyse, Suriye bir savaşın merkezi haline gelebilir. Türkiye işçi sınıfına, bütün halkı yanına alarak bu savaşı durdurma, durduramazsa sınıf mücadelesine çevirme görevi düşüyor!

Komşum Türkiye uyuyor, aman gürültü yapmayayım!

Tayyip Erdoğan ve Ahmet Davutoğlu, Türkiye toplumuna bir Suriye savaşı satmaya çalışan seyyar satıcılar gibiler. Hangi toplantıya gitseler, nerede konuşsalar, konu hep dönüp dolaşıp neden Türkiye’nin Suriye ile savaş yapması gerektiğine geliyor. Bununla da yetinmiyorlar, provokasyon üstüne provokasyon yapıyorlar. Suriye karasularına askeri uçak yolluyorlar. Rusya’dan Suriye’ye giden yolcu uçağını indiriyorlar. Ermenistan’ı bile işin içine katıyorlar. Suriye’den gelen havan toplarının kimin tarafından atıldığını bile araştırmadan misilleme yapıyor, meclisten tezkere çıkarıyor, tankları sınıra yığıyorlar.

Nedir gerekçeleri? Bu soruyu sormak gerekçelerinin ne kadar kof olduğunu görmek demek! 

  • Uluslararası hukukun ihlali: AKP hükümeti, özellikle beş insanımızı yitirdiğimiz Akçakale olayının “uluslararası hukukun ihlali” olduğunu, Türkiye’nin buradan doğan haklarını kullanacağını söyledi durdu. Bu en önemli gerekçe, çünkü muhtemelen gelecekte bir savaş çıkarsa, büyütülmüş bir Akçakale dramının toplumda yarattığı infiale dayandırılacak. Kendisi 1990’lı yıllardan itibaren egemen bir başka devletin, yani Irak’ın topraklarını defalarca bombalamış, birkaç kez de karadan işgal etmeye girişmiş bir ülkenin, komşusu olan bir ülkede iç savaş devam ederken, kasıtlı olduğuna dair hiçbir iddia ileri sürülemeyen bir bombalamayı uluslararası hukuk ihlali sayıp, buna cevaben o ülkeye savaş açmaktan söz etmesi gülünçtür. Üstelik, Türkiye’nin Irak sınırları içinde yaptığı bütün askeri operasyonlar, o ülkenin kuzeyinde kendi ulusal güvenliğini tehdit ettiğini ileri sürdüğü bir askeri gücün (PKK’nin) bulunmasına dayandırılmıştır. Türkiye’nin Hatay ilinde Suriye yönetimine karşı iç savaş başlatan güçleri barındırdığını dünya âlem biliyor. Aradaki fark ne? İkiyüzlülüğün bu kadarı biraz fazla olmuyor mu?
  • Ulusal güvenliğe tehdit: AKP hükümeti gittikçe daha fazla ABD devleti gibi konuşmaya başladı. ABD, durup dururken ulusal güvenliğini her türlü korsanlığın gerekçesi olarak ilan eder. Şimdi AKP hükümeti de öyle yapıyor. Suriye hükümeti kendi halkına karşı suçludur. Mülksüzlerin devrimci ayaklanması emperyalizmin ve bölge gericiliğinin beslediği çetelerin savaşına dönüşmeden önce halka zulüm uygulamıştır. Ama devletin kendi halkıyla ilişkisini belirlerken, “komşum Türkiye uyuyor, aman gürültü yapmayayım” demek gibi bir görevi yoktur. Siz mahallenin kabadayısı mısınız? Üstelik, bugün Suriye’deki savaş Türkiye’nin güvenliği için tehlike oluşturuyorsa, bunun esas nedeni Türkiye’nin, emperyalizmin ve Suudi Arabistan’ın Vahhabi gericiliğinin silahlı çetelerini o ülkeye salmasıdır. Türkiye kendi isteğiyle Suriye iç savaşına boylu boyunca girmiş, sonra da şikâyet ediyor: “ulusal güvenliğime tehdit var!” Varsa çık o savaşın içinden. Çıkmıyorsan, sus: hamama giren terler!
  • İnsani trajedi: Suriye’de önce devrimci halk kitlelerinin kitlesel olarak katledildiği, şimdi de iki tarafın birbirine karşılıklı olarak kayıplar verdirdiği doğrudur. Ama Türkiye bu insani trajedinin sorumlularından biridir. İç savaşı kışkırtan başlıca güçlerden biridir. Üstelik Türkiye Suriye’ye karşı savaş açarsa, ölümler azalmayacak artacaktır. Ayrıca, Suriye halklarından kayıplara, bugüne kadar savaştan zarar görmemiş Suriye’nin Kürt halkından kayıplar da katılacaktır. Yetmedi, birçok Türk ve Kürt genci de Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Suriye operasyonlarında hayatını yitirecektir. En kötüsü, Türkiye’nin Suriye’ye savaş açması, AKP hükümetinin de katkısıyla bir barut fıçısına dönüştürülmüş olan Ortadoğu çapında bir savaşı bile tetikleyebilir. İnsani trajedi neymiş, siz o zaman görürsünüz!

Gerçek nedenler

Tayyip Erdoğan ve Ahmet Davutoğlu’nun “Suriyeli kardeşlerimiz” için döktükleri gözyaşları bütünüyle ikiyüzlülüktür. Kapitalist devletler insani yardımı her zaman çıkarlarını gizlemek için bir örtü olarak kullanırlar. AKP hükümetinin Suriye’ye karşı savaş açmanın eşiğine gelmiş olmasının nedenleri bambaşkadır. Türkiye burjuvazisinin ve devletinin çıkarlarıyla ve AKP’nin Türkiye’nin bölgesel rolü konusundaki stratejisiyle ilgilidir bu nedenler.

  • Türkiye burjuvazisinin bölgesel nüfuz politikası: Türkiye burjuvazisi, ihracatıyla, büyük ölçekli inşaat faaliyetleriyle, giderek bankalarının ve sanayi şirketlerinin gözlerini dışarıya çevirmesi ile belirli bölgelerde (Ortadoğu, Balkanlar, Kafkasya, Orta Asya, giderek Afrika) ekonomik faaliyetlerini kolaylaştıracak ve güvence altına alacak bir nüfuz politikasına ihtiyaç duyuyor. Sovyetler Birliği çökeli beri bunun siyasi ortamı da bir ölçüde oluşmuştur. Turgut Özal’dan 1990’lı yılların sonunun dışişleri bakanı İsmail Cem’e, oradan Tayyip Erdoğan ve Ahmet Davutoğlu’na kadar geliştirilen yayılmacı politikanın temelinde bu yatmaktadır. Suriye ile ilgili olarak sürdürülen politika, Ortadoğu çapında ve daha ötede bütün Arap dünyasında böyle bir hegemonya çabasının parçasıdır.
  • AKP’nin, ABD emperyalizminin Müslüman dünyadaki aktarma kayışı olma stratejisi: Arap devriminin patlak vermesinden bu yana AKP, ABD tarafından bütün liberal İslamcı hareketlere (Müslüman Kardeşler, Tunus’ta Ennahda vb.) model olarak sunulmaktadır. AKP hükümeti, Suriye’de katliamı önleyen güç olarak bütün Arap dünyasında prestij kazanmanın yanı sıra, hiç olmazsa bugüne kadar Suriye’ye boylu boyunca dalmaktan çekinen ABD’nin adına bu meseleyi çözerek kendini daha da vazgeçilmez kılmak yolunda yürümek ve Suriye’de Müslüman Kardeşlerin güçlenmesiyle yeni bir üstünlük kazanmak istiyor.
  • Türkiye devletinin Batı Kürdistan (Rojava) korkusu: Sadece AKP değil, Türkiye devletinin tamamı, Suriye krizinin yaratacağı iktidar boşluğunda Suriye Kürtlerinin özerklik ya da bağımsızlık elde etmesinden, daha da önemlisi bunu PKK’ye yakın PYD hegemonyasında başarmasından başlangıçtan itibaren korkuyordu. Temmuz sonunda bu bölgede (Rojava) ortaya çıkan durum tam da korkulanın gerçekleşmesi anlamına geliyor. Suriye ile çıkarılacak bir savaşta Türkiye’nin ilk çabası Rojava’daki özerk yönetimi ezmek olacaktır.
  • Türkiye’nin İran’ın nükleer güç olmasını engelleme çabası: Türkiye devleti, hem hükümet kanadıyla (çünkü İran Şii’dir), hem asker kanadıyla (çünkü İran bir tehdit olarak algılanmaktadır), hem de muhalefetiyle (çünkü CHP, İslami Cumhuriyeti tehdit olarak görür), İran’ın nükleer bir güç olmasını engellemek istiyor. Tayyip Erdoğan bu yüzden Suriye’yi uzun süredir İran’dan koparmaya, İsrail’le barıştırmaya çalışıyor. Bu yöndeki diplomatik çabası, 2008 sonunda İsrail’in Gazze’ye savaş açmasıyla akamete uğradı. Diplomatik yolla elde edilemeyen amaç (Suriye’yi İran’dan koparmak) şimdi askeri yöntemlerle gerçekleştirilmek isteniyor.
  • Tayyip Erdoğan’ın Ortadoğu’da Sünnilerin lideri olma hevesi: İran’a karşı mezhep temelli mücadele Suudi Arabistan’ın ve öteki Körfez ülkelerinin yerleşik politikasıdır. Suriye içindeki mücadele de Suudilerin ve Katar’ın çabasıyla bir mezhep savaşına dönüştürülüyor. Erdoğan, hem kendi tabanını tatmin etmek için, hem de Ortadoğu’da Sünnilerin lideri konumuna yükselebilmek için boylu boyunca onlarla ittifaka girmiştir. Burada, AKP hükümetinin dünya ekonomisinin depresyonu bağlamında Körfez sermayesini (İslami finans) bir sığınak olarak görme stratejisi de önemli rol oynuyor. Erdoğan bu yüzden Vahhabiliğin fedaisi haline gelmiştir. Bu üç ülke ateşle oynuyorlar: Suriye savaşı bu yüzden dolaysız biçimde Ortadoğu çapında bir Sünni-Şii savaşına dönüşebilir.

İşte gerçek nedenler! Her kim Türkiye burjuvazisinin yayılmacı politikasına destek vermek, emperyalizme hizmet etmek, Kürtlerin özgürlüğünü engellemek, Suudi Arabistan’ın gerici Vahhabiliğini güçlendirmek, Erdoğan’ı kahraman haline getirmek istiyorsa, Suriye savaşının yanında dursun. Biz karşıyız!

 

Ateşle oynamayın!

AKP’liler “üç saatte Şam’dayız” kolaycılığındalar. Kim bilir belki de olur! Ama kendilerini üç günde cehennemin orta yerinde bulabilirler! Bu bizi çok üzmezdi… Ancak ne yazık ki, Türkiye’yi de sürükleyecekler!

  • Herkes biliyor, emperyalizm, Suudi gericiliği ve Türkiye, Esad rejimini İran’ı zayıflatmak için zorluyor. Ya Türkiye Suriye’ye savaş açınca İran da Türkiye’ye savaş açarsa. Üç saatte Tahran’a da girebilecek misiniz? 22 milyonluk Suriye’yi nasılsa ezeriz diye düşünenler, 75 milyonluk İran’ı da kolayca halledebileceklerini düşünüyorlar mı?
  • Herkes biliyor, Suudi Arabistan, Suriye’deki savaşı Ortadoğu çapında bir Sünni-Şii yarığını derinleştirerek İran’ı sıkıştırmak amacıyla kullanıyor. Ya Türkiye’nin Suriye’ye girişi Ortadoğu çapında böyle bir mezhep savaşını kışkırtırsa, üç saatte girdiğiniz Şam’da ne halt edeceksiniz?
  • Herkes biliyor, Rusya Suriye’yi ABD’nin rejim değişikliği dizisine “dur!” demek amacıyla savunuyor. Türkiye ABD’nin ve Suudi Arabistan’ın fedailiğine soyunduğu takdirde, Rusya’nın Türkiye’yle bozuşmayacağını kim garanti ediyor? En son Gürcistan’da Saakaşvili bu bölgedeki ülkeler açısından Rusya ile uğraşmanın ne kadar büyük bir maliyeti olduğunu yaşayarak öğrendi: önce 2008 savaşını yitirdi, ülkesini böldürdü, sonra da iktidarı kaybetti. Türkiye Gürcistan değil elbette, ama ders derstir!
  • ABD sivil asker bir milyondan fazla Iraklının ölümüne yol açmanın yanı sıra, Irak’ta kendisi de 5 bine yakın ölü bıraktı, 35 bin askeri de yaralandı. Binlerce asker memlekete dönüşte intihar etti. Yüz binler post-travma sendromu yaşıyor, ailelerine de yaşatıyor. Siz ABD’den daha mı iyi kıvıracaksınız bu işi?

Ateşle oynamayın! Hesabını sorarız!

 

Batı Kürdistan ve Kürt sorunu

Irak’ın kuzeyinde bir Kürdistan Bölgesel Hükümeti’nin kurulmasından sonra şimdi de Suriye’nin kuzeyinde bir özerk bölge kurulması, Kürdistan’ın Birinci Dünya Savaşı sonunda dörde bölünmüş bir ülke olduğu gerçeğini Türkiye’ye nihayet açıkça gösterdi. Türkiye devletinin kurmayları, özel olarak da AKP hükümeti, bir süredir zaten Kürt sorununu ele alırken bu gerçeği hareket noktası yapıyorlardı. Bunun sonucu, Irak’taki Kürdistan parçasını bir nüfuz alanı, bir yarı-sömürge haline getirme yolundaki projenin güçlenmesi oldu. Şimdi Suriye Kürdistanı’nın (Rojava) ortaya çıkması, projenin yeniden değerlendirilmesi anlamına geliyor. İlke olarak Irak Kürdistan’ında oluşturulacak bir yarı-sömürgenin Rojava’yı da kapsayacak tarzda genişletilmemesi için hiçbir neden yok. Ama Rojava’daki oluşumda siyasi bakımdan PKK’ye yakın olan PYD’nin hegemonyası bütün oyunu bozuyor. Türkiye devleti bu sorunu iki yoldan birinden çözmek istiyor. Ya Barzani Rojava’da kendine yakın güçlerin PYD’yi yenilgiye uğratmasını sağlayacak (çok zor), ya da Türkiye PYD’yi askeri olarak ezecek (çok riskli). Suriye’ye olası bir savaş, işte bu ikinci tür politikanın aracı olacak.

Rojava gerçeği Türkiye’deki Kürt hareketi için de mücadelenin verilerini ciddi şekilde tadil ediyor. Güneyde kendisine karşı, hatta geçmişte düşmanı olmuş, ABD yanlısı bir siyasi önderliğin (Barzani) dümende olması, Kürt hareketi için Türkiye sınırları dışında bir atılım olanağını ciddi şekilde sınırlamıştı. Ama Rojava’daki özerk bölge yeni bir ufuk açtı. Şimdi Kürt hareketinin çok daha Ortadoğu ölçekli düşünmeye ve hareket etmeye başlaması beklenir.

 

Suriye muhalefeti kontrolden çıkıyor!

Ahmet Davutoğlu’nun Suriye politikası sapır sapır dökülüyor! Bundan bir yıl önce büyük tantana ile kurulmuş olan Suriye Ulusal Konseyi darmadağınık durumda, artık sözünü bile ettiremiyor. Onun askeri kanadı gibi planlanan Özgür Suriye Ordusu ise hiçbir biçimde merkezi bir komuta kontrol mekanizması kurabilmiş değil. Ülke içinde savaşmakta olan grupların önemli bir bölümü hem Özgür Suriye Ordusu’ndan hem de birbirinden büyük ölçüde bağımsız.

Bunun emperyalizm ve yandaşları açısından yarattığı ilk tehlike Suriye’nin Libyalaşması. Bilindiği gibi, zaten bir aşiretler ve bölgeler mücadelesi olarak başlamış olan Libya ayaklanmasının sonunda merkezi bir hükümet kurulmuş olduğu halde, aşiretler ve savaş ağaları silahlarını bırakmamakta ısrar ediyor. Bu yüzden şimdi ABD, Libya merkezi devletinin iktidarını pekiştirmek üzere, bu milisleri silahsızlandırmak amacıyla kendisi adım adım işin içine giriyor. Suriye’de mücadele bölge ya da aşiret temelinde başlamadı. Suriye, her biri başka bir gücün (Katar, Suudi Arabistan, Türkiye, El Kaide vb.) etkisinde olan savaş ağalarının eline kalacak. Buna, hâlâ devrimin başlangıçtaki doğrultusunda yürümek isteyen birtakım yerel meclislerin milislerini de eklemek gerekiyor.

İkinci büyük tehlike, bu savaş ağaları arasında ABD’nin ve Türkiye’nin istediğinden çok daha radikal İslamcı grupların üstünlük sağlaması olasılığı. Türkiye’nin Suriye Müslüman Kardeşlerine destek verdiği herkesin bildiği bir hakikat. Kimi kaynak Katar’ın da aynı çizgide olduğunu belirtiyor. Ama Suudi Arabistan farklı. Suudilerle Katar arasına kara kedi girdi. Suudiler Selefi İslamcıları, yani çok daha radikal bir dizi akımı destekliyor. Bu devlet politikasının yanı sıra, ABD’deki “televanjelistler” gibi Suudi televizyon kanallarında son derecede radikal Sünni İslamcı fikirler savunan Suriyeli mülteci Şeyh Adnan Arur (“teleselefilik” mi diyelim?) gibileri de yangına körükle gidiyor. Suriye’de savaşan güçler arasında Suudilerin Selefilerinden farklı olarak, Suudi Arabistan rejimine de karşı olan cihadiler var. Bunlar bütün İslam dünyasında, özel olarak da Suriye’de hilafet yönetimi oluşturmak için mücadele ediyor. Bunlar arasında Irak El Kaidesi, ABD ordusuna ve Irak silahlı kuvvetlerine karşı mücadelesinde kazandığı deneyim sayesinde ön plana çıkıyor. Bu yabancı cihadilerin yanı sıra Suriye köktendincilerini örgütleyen Cephetül Nusret (Allah’ın Yardımı Cephesi) güç kazanıyor. El Kaide’nin de onunla işbirliği yaptığına dair bazı haberler sızıyor. Ayrıca Ahrar el Şam (Büyük Suriye’nin Hür İnsanları) ve Sokur el Şam (Büyük Suriye’nin Şahinleri) gibi örgütler de var.

Toz duman dağıldığında Suriye de Libya ve Irak gibi olabilir. Libya’ya yukarıda değindik. Irak ise ABD savaşından İran’ın müttefiki olarak çıktı! Ya Suriye de El Kaide’nin eline düşerse? Tabii emperyalistler de bu tehlikenin farkında. Suriye Dostları’nın İstanbul toplantısında “Suriye devletinin kurumlarının ayakta kalması” konusunda belirtilen hassasiyet boşuna değil. Şimdilerde esas yöneliş Esad’a karşı bir ordu darbesi gibi görünüyor.

Gerçek diyor ki!

Mezhep savaşı değil, sınıf savaşı!

  • Emperyalistler, Arap gericiliği ve Türkiye, Suriye devriminin önünü kesmiş, halk ayaklanmasını savaş ağalarının yönetimindeki silahlı çetelerin askeri mücadelesine dönüştürmüştür. Bazı yörelerde mülksüzler hâlâ kendi hedefleri doğrultusunda meclisler kuruyor. Bunları desteklemeliyiz. En önemlisi, Suriye devriminin soluğunu yitirdiği anda yarattığı Rojava özerk bölgesini savunmalıyız. Hükümet, elini Rojava’dan çek!
  • Türkiye’nin Suriye’ye açacağı bir savaş, ancak Türkiye burjuvazisinin, emperyalizmin ve Vahhabi Suudi Arabistan’ın çıkarlarını ilerletmeyi amaçlayabilir. Türkiye’de halkın ezici çoğunluğunun böyle bir savaşta en ufak bir çıkarı yoktur. Ne Sünnisi ve Alevisi ile işçi sınıfının ve emekçilerin, ne de Kürtlerin. Hep birlikte haykıralım: Hükümet, elini Suriye’den çek!
  • Suriye’deki savaştan demokrasi de çıkmaz, yoksulların sorunlarına çözüm de. Bu savaşı olanaklı kılan Türkiye’nin gerici askeri güçlere verdiği destektir. Silahlı savaş ağaları Hatay’da ellerini kollarını sallayarak dolaşıyor. Lübnanlı aracılar yoluyla Suudiler ve Katarlılarla pazarlık ediyor. Mültecilere bütün hakları verilsin! Paralı askerleri kovun!
  • “Komşularla sıfır sorun” diye başlayan Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Suriye’nin yanı sıra, İran ve Irak’la, hatta Rusya ile de savaş tehlikesi doğuran bir politikanın mimarı olmuştur. Dış savaş bakanı Davutoğlu görevden alınsın!
  • Suriye’ye açılacak bir savaş, Avrupa’dan Türkiye’ye doğru gelmekte olan ağır ekonomik kriz koşullarında, halkın boğazından kesilenin, savaş uçaklarına, tanklara, füzelere harcanması anlamına gelecektir. Bu savaş üstelik Ortadoğu çapında Sünni ve Şiiler arasında bir kardeş katliamı doğurma yeteneğine sahiptir. Mezhep savaşına karşı sınıf savaşı!


Bu yazı Gerçek Gazetesi'nin Kasım 2012 tarihli 37. sayısında yayınlanmıştır.