ABD seçimleri sonrası… tufan!

ABD seçimleri sonrası… tufan!

Amerikalılar D-day demeye bayılır. “Büyük gün geldi çattı” gibi bir şey. 3 Kasım geldi. Amerika başkan seçimine gidiyor. Adaylardan Joseph Biden “Amerikan tarihinin en önemli seçimi” bile dedi. Kendisi gibi bir hiçliğin yarıştığı bir seçimin böyle bir tarihi önem taşıması biraz şaşırtıcı. Ama seçimlerin gerçekten önemli olduğu kesin.

Amerikan başkanının kim olduğu her zaman önem taşıdı. Dünyanın en büyük ve hâlâ en güçlü ekonomisinin üzerinde yükselen, emperyalizmin teknoloji, finans, tedarik zincirleri, kültür ve ideoloji üretimi açısından merkezi olan, en yakın rakiplerini defalarca katlayan bir askeri kuvvete sahip, dünyanın dört bir köşesinde yüzlerce üssü ve askeri tesisi elinde tutan, NATO denen emperyalist savaş makinesi sayesinde kendi gücünün de ötesinde bir askeri kudreti kontrol eden bu ülkenin kimlerce yönetildiği elbette önemli. Ama Trump’ın tarihi önem taşıyan yön değişikliği, bu seçimleri gerçekten de her zamankinden daha önemli kılıyor.

Evet seçim önemli ama Biden’ın söylediği nedenden değil. O “Amerika’nın Trump’tan kurtulması çok önemli” demek istiyor. Yani “oylarınızı bana verin”. Oysa halk Biden’ı seçse de Amerika Trump’tan (ya da Trumpçılıktan) kurtulmuş olmayacak! Bunu birazdan anlatacağız. Seçimler Biden’ın söylediğinin tersi nedenle önemli: Trump kazanırsa, Amerika’da ırkçılık, gericilik, keyfi yönetim, militarizm ve faşizmin önünü açan Trump coşacak. Seçim bunun için önemli.

Olasılıkları hızla gözden geçirelim. Biden kamuoyu yoklamalarında, aylardır büyük bir istikrarla önde gidiyor. Hem de bazen on puana kadar çıkıyor fark. Ancak Trump dört yıl önce Hillary Clinton karşısında da (puan farkı daha az olsa da) aynı durumdaydı. Amerikan seçim sistemi, belirli hassas eyaletleri alan başkan adayının, oyu daha düşük olsa da seçimi kazanmasını mümkün kılıyor. O eyaletlerde durum belli değil ve puan farkı ülke geneline göre çok daha düşük. Üstelik Trump gibi herkesin aşağıladığı bir adaya oy kullanacağını kamuoyu yoklamalarında bile açıklamaktan çekinen bir seçmen kitlesi olduğu da saptanmış durumda. Onun için Biden’ın şansı elbette daha yüksek ama sonuç belli değil.

Üç olasılıklı seçim

Şaşırtıcı görünecek ama seçim sonucu bakımından iki değil üç olasılık var. İlk olasılık, Trump’ın küçük farkla da olsa seçimi kazanıp koltuğunu koruması. İkinci olasılık, Biden’ın seçimi kamuoyu yoklamalarında göründüğü gibi yüksek farkla kazanması. Bu da olağan bir sonuç.

Olağan olmayan üçüncü sonuç, seçimin “mahkemede ya da karakolda bitmesi” olasılığı. Şayet Biden seçimi çok düşük bir farkla kazanırsa, Trump ciddi şekilde olay çıkarabilir. Bir kere, Amerika’yı kasıp kavurmakta olan Covid-19 dolayısıyla postayla oy kullananların sayısı çok yüksek olacak. Bunlar genellikle Demokratları destekleyen burjuva katmanlardan ve modern küçük burjuvaziden gelecek. Trump’ı destekleyen işçi sınıfı, kasaba halkı ve köylülerin ise posta yoluna çok daha az başvuracağı kesin. Bunun sonucu şu olacak: Sandıklar açıldığında hassas eyaletlerde Trump kazanmış görünecek, üç-beş gün sonraya kadar postadan çıkacak oylar ise buralarda Biden’ı öne geçirecek. Trump aylardır “posta yoluyla oy kullanma seçim hilesine yol açacak” deyip duruyor. Yine diyecek. “İşte oldu” diyecek.

Peki, durum böyle olursa karar nasıl verilir? 2000 yılında oğul Bush ile Al Gore arasındaki tartışmalı seçimden biliyoruz: Amerika’nın, bizde sık sık Anayasa Mahkemesi olarak anılan ama aslında daha geniş yetkileri olan en yüksek mahkemesi Yüce Mahkeme karar verir. Burada durum tamamen Trump’ın lehine: Mahkemeye dört yıl içinde üç aday göndermeyi başardı. (Başkan seçmiyor, o sadece aday gösteriyor, Senato seçiyor. Ama bu dört yıl boyunca Senato’da Cumhuriyetçiler çoğunluktaydı.) En son, seçime bir hafta kala son derecede tutucu bir kadın aday onaylandı. Şayet başkanlık seçimine ilişkin karar Yüce Mahkemeye giderse beklenen 6’ya 3 Trump lehine karar çıkması. Bu “seçimin mahkemede bitmesi” dediğimiz şey.

Bunun da ötesinde Trump çamura yattığında taraftarları belirli eyaletlerde sokağa çıkabilir. Hem de öyle “barışçı gösteri” adı altında falan değil, silahlı! ABD’de silah taşıma Anayasa’ya İkinci Değişiklik denen bir hükümle bir hak durumunda. Beyaz üstünlükçü, ırkçı, gerici, faşizan güruhlar son dönemde çeşitli kentlerde böyle gösteriler yaptı, insan öldürdü. Michigan eyaletinde seçimden sadece bir ay önce eyaletin kadın valisini kaçırmayı planlayan silahlı bir çete ele geçirildi. Trump taraftarı milisler ile karşıtları arasında yumruk kavgası artık sıradan bir olaya dönüşmeye başladı. Dolayısıyla, bu sağcı milisler sevgili başkanlarına yapılan “haksızlığı” engellemek için sokak çatışmaları bile yaratabilirler. Tabii esas amaçları kendilerine örgütlenmek ve sokak savaşlarına hazır hale gelebilmek için dört yıl daha kazanmak olacak.

“Seçimin karakolda bitmesi” işte bu demek. Amerika derhal bir iç savaşa falan girecek değil. Son aylarda Siyahilerin Hayatı Önemlidir halk isyanı toplumu ciddi şekilde kamplaştırmış, Trump da yangına körükle giderek kutuplaşmayı kasıtlı şekilde keskinleştirmişti. Ancak, Trump’ın gerçek bir sokak gücü olarak inşa etmek istediği beyaz üstünlükçü, ırkçı, milliyetçi ve gerici sokak güçleri daha emekleme aşamasında. Şu ya da bu eyalette parça parça oluşmuş, merkezi bir koordinasyona bağlı olmayan, üstelik birçok eyalette muhtemelen henüz örgütlenmemiş olan bu güçlerin bir sonuç elde etmesi şimdilik mümkün görünmüyor. Ama bu sokak sürüleri, bu çeteler Amerika’nın geleceğinde neler yattığını göstermek bakımından önemli. Yüce Mahkeme seçimi Trump’a vermezse sokak çatışmalarının sonucu Trump lehine değiştirmesi bugünkü güçler dengesi ile mümkün değildir. Böyle bir gerilim olsa olsa ekonominin durumu dolayısıyla zaten durumu kuşkulu olan borsada bir çöküşe yol açabilir. Ama her halükârda bunlar seçim sonrası Amerika’yı hazırlamak bakımından çok önemli bir iz bırakacaktır.

Amerika’nın ve dünyanın geleceği

2016’da Trump seçileli beri anlatıyoruz. Anlattıklarımızın bir kısmı zamanla solda başkaları tarafından da dile getirilmeye başladı. Trump, bir birey değildir. Amerikan burjuvazisinin bağrında Üçüncü Büyük Depresyon’un kapitalistler için yarattığı çaresizlik karşısında gelişmekte olan yeni bir yönelişin saldırgan bir temsilcisidir. Bir bakıma, Türkiye burjuvazisinin 2003’ten itibaren yaşadığına benzer kansız bir iç savaşa benzer bir çatışma, farklı nedenlerle, 2017’de Trump iktidara geçeli Amerikan burjuvazisinin içinde yaşanmaktadır. Trump, Amerikan burjuvazisinin küreselci kanadına karşıt olarak korumacılığa, uluslararası müttefiklerle çatışmaya, Amerikan sermayesinin çıkarlarını dünya sisteminin muhafazası görevinin önüne çıkarmaya (“önce Amerika”), hem göçmenlere hem ülke içinde başta siyahiler ve Latinolar olmak üzere bütün azınlıklara karşı ırkçılığa, kadın ve eşcinsel düşmanlığına dayanan bir yeni politikayı gündeme getirmiştir. Bu politika faşizmin tarihi programının faşist bir partiye ve sokak güçlerine sahip olmayan bir lider tarafından savunulmasıdır. Bunun için de biz bunu faşizm olarak değil ön-faşizm olarak niteliyoruz.

Böyle bir eğilimin kolay kolay ortadan kalkacağını beklemek hiç doğru olmaz. Trump başkanlığının anormalliklerini Trump’ın kişiliğinin tuhaflığına bağlayanlar için, Biden’ın seçimi kazanmasıyla Trump’ın ya da Trumpçılığın (yani Amerikan tipi ön-faşizmin) de tarihe karışması beklenebilecek bir şeydir. Amerikan burjuvazisinin bağrında bir eğilim olarak ön-faşizm, bizce Trump golf oynamaya dönse de, kısa süre sonra ölse de varlığını sürdürecektir.

Bir örnek verelim: Adaylar arasındaki son televizyon tartışmasında Biden “fracking” olarak anılan ve gelecekte doğaya bugün hesaplanamayacak kadar büyük zarar vermesi ihtimali yüksek olan kaya petrolü ve gazı (shale oil and gas) çıkarımı tekniğini yasaklayacağını söyledi. (Bu, aslında Demokrat Parti solunun programı. Biden kendi açısından ölçüyü kaçırdı.) Oysa kaya petrolü ve gazı 21. yüzyılda Amerika’nın petrol sektörünü esas canlandıran ve yeniden net ihracatçı konumuna dahi geçmesini sağlayan teknik olmuştu. Biden’ın bu sözü üzerine petrol şirketleri yemediler içmediler, hemen ertesi sabah açıklama yaptılar ve “endişeleri”ni belirttiler. Sınıf analizinden biraz anlayan, petrol şirketlerinin, güçlü bir sol kanadın basıncı altında bulunan bir Demokrat Parti adayı ile ABD’yi Paris Anlaşması’ndan çıkaran, Çevre Kurumu’na şirket temsilcilerini atayan, yani kuzuyu kurda teslim eden, bir de burjuvaziye muazzam bir vergi indirimi yapan Trump arasında hangisine destek vermek isteyeceğini tahmin etmekte zorluk çekmez. Bu sadece bir örnektir. Burjuvazinin bağrında demir çelikten otomotive, çevre kirletici bütün sektörlerden Çin’in rekabetinden rahatsız olanlara kadar Trump’a yöneliş çok gerçek bir olaydır.

Bazen önemli bir politik eğilim kendine uygun kanallar ve güçlü bir lider bulamayınca darbe yiyebilir. Trump özel hayatına döner veya ölürse, Amerikan ön-faşizminin başına da bu gelebilir. Ama petrol şirketleri de, o sokak milisleri de Trump tipi politikayı (elbette farklı nedenlerle) kolay kolay tarihe havale etmek istemezler. Bizce Trump’ın şişkin egosu da yenilgiyi efendice kabul edip kenara çekilmeye müsait olmadığı için hareket ve lider Amerika’nın ve dünyanın başına gelecekte de bela olmaya devam edecektir.

Amerikan solunun zaafları

Amerikan solu iki konuda bütünüyle sınıfta kalmıştır. Buna Bernie Sanders ve Alexandra Ocasio-Cortez önderliğindeki Demokrat Parti solu, yine Demokrat Parti içinde örgütlü bir hizip olarak çalışan Democratic Socialists of America (DSA-Amerika Demokratik Sosyalizmi) ve Demokrat Parti dışında yer alan sosyalist solun neredeyse tamamı dâhildir.

İlk konu, beyaz üstünlükçü, ırkçı, Amerikan tipi faşizmin sokak örgütlenmelerine karşı bir hareketlenme yaratılması için hiçbir ciddi adım atılmamış olmasıdır. Sadece örnek olarak seçim sonrasına ilişkin hazırlıksızlığa değinelim. Trump ve sempatizanı milisler aylardır seçim sonrası için hazırlanıyor. En son, adaylar arasındaki ilk tartışmada bu silahlı milisler gündeme gelince Trump efelendi, “kimden bahsediyorsunuz, söyleyin” dedi. Moderatör Proud Boys (Gururlu Çocuklar, tabii ki beyaz Amerikalı olmaktan gurur duyan çocuklar) adında bir grubu örnek verdi. Trump da “Proud Boys, stand back, stand by” dedi. Yani: “bir adım geri çekilin, desteğinizi sürdürün”!  Bunun anlamı açık değil midir? Trump aylardır Siyahilerin Hayatı Önemlidir isyanına karşı MAGA’yı sokağa çağırıyor. Kim bu MAGA? “Make America Great Again”, yani “Amerika’yı Yeniden Büyük Yapma” taraftarları. Bunun da anlamı açık değil mi?

Şimdi seçim sonrasında karakolluk bir durum doğarsa hazırlıklı ve silahlı bir gücün karşısında sol ne yapacak? Birkaç bölgede yerel sendika birlikleri (mesela bizim Gebze Sendikalar Birliği gibi oluşumlar), Trump seçim sonuçlarını tanımazsa genel greve gitmek için kampanya başlattılar. ILWU adlı militan rıhtım işçileri sendikası Batı yakasında genel greve hazırlık yaptığını açıkladı. Ülkenin tek büyük konfederasyonu AFL-CIO’nun sınıf işbirlikçi ve Demokrat Parti kuyrukçusu bürokratlarının başı Richard Trumka “anayasayı korumaktan” söz etti ve sonra konuyu kapattı. Sendika hareketi üzerinde solun ciddi bir basınç uyguladığına dair hiçbir işaret yok! Ayrıca sokak kargaşası sırasında ne yapılacağını da tartışmıyor sol. Yani faşizm kıpırdanıyor ama sol Biden’a oy vererek faşizmi yeneceğini umut ediyor. Sonra 2024’te Alexandra Ocasio-Cortez gibi genç, dinamik, karizmatik, güçlü bir milletvekilini aday göstererek Amerika’yı sosyalist yapacaklar!

Bu ilk noktaya faşizme karşı hazırlıksızlık dersek ikincisine de sınıf körlüğü diyebiliriz. Amerikan işçi sınıfı, özellikle Covid-19 koşullarında sermayenin zalim tutumu karşısında bu yıl çok daha faal oldu. Bölgeler ve sektörler arası iletişim içinde işçiler tabandan inisiyatiflerle birtakım yasal olmayan grevler de düzenlediler. Ne var ki, işçi sınıfının çoğunluğu yüzünü 2016’dan sonra 2020’de de Trump’a dönmüş durumda. Kamuoyu yoklamalarında Biden gerek genel nüfus, gerek kadınlar, gerekse üniversite eğitimli erkekler arasında açık ara önde giderken Trump üniversite eğitimi olmayan erkek nüfus içinde rakibine tam 30 puan fark atıyor! AFL-CIO’nun Demokrat Parti’nin işçi bürosu gibi çalıştığı hatırlanınca bu durum insana şaşırtıcı gelebilir. Oysa Amerikan işçilerinin yüzde 10 kadarı örgütlü. Gerisi tamamen vahşi koşullar altında çalışıyor. Ayrıca son dönemde sendikalı işçiler bile on yıllardır oy verdikleri Demokrat Parti’den yüz çevirip Trump’a oy vermeye başladı. (Bunun bu sefer ne ölçüde devam ettiğini ancak seçimlerde anlayabileceğiz. Seçim sonucunu belirleyeceğini söylediğimiz hassas eyaletlerin önemli bir bölümü, Rust Belt (Pas Kuşağı) olarak anılan geleneksel sanayi bölgelerinde: Pennsylvania, Ohio, Michigan, Wisconsin vb. Bu bölgelerin sanayi proletaryası Trump’ı desteklemeye devam ederse, ibre yine onun lehine dönebilir. Ancak çok etkili bir eyalet de sanayiden ziyade turizmle yaşayan Florida olacak.)

İşçi sınıfı neden Trump’a oy kullanıyor? Bazıları Türkiye’de halkı küçümsediği gibi Amerika’da da “Stokholm sendromu” diyecektir. İlgisi yok! Çok basit bir nedenle: Trump ticarette korumacılığı ve göçmen düşmanlığı ile onların ekonomik çıkarlarına hitap ediyor. Çevre düşmanlığının bir boyutu, petrol, kereste, ağır sanayi gibi kirlilik ve doğa tahribatı yaratan sektörlerde işini yitirme korkusu içinde olan işçileri rahatlatıyor. Demokrat Parti, on yıllar içinde Wall Street’in küreselciliğinin partisi haline geldi. Bizim tatlı su solcularının pek beğendiği Clinton ve Obama da, Trump’ın 2016’daki rakibesi Hillary Clinton da, Obama’nın başkan yardımcılığından şimdi başkanlığa sıçramaya çalışan Biden da (bu sonuncusu mütevazı sınıf kökenine rağmen) Wall Street’in ve küreselci burjuvazinin temsilcileriydi, temsilcisidir.

Amerika’nın kendine sosyalist diyen solu, bu sınıf gerçeğini önce fark edemedi. Biz 2016’da bu durumun ön-faşizmin (Fransa, İtalya, Britanya, Almanya kısacası Avrupa ön-faşizmine paralel olarak) işçi sınıfı üzerinde hegemonik bir etki kurmasının tehlikesine dikkat çekerken Amerikan solunun bir bölümü Trump’ın faşizmle ilgisi olmadığına, seçilir seçilmez “normalleşeceğine” iman etmiş, bütün bunların sınıf sorunuyla da ilgisini fark etmekten bütünüyle mahrum kalmıştı. Dört sene sonra birçok yorumcu “faşizm” diyor, herkes işçi sınıfının bu eğiliminin farkına varmak zorunda kaldı. Ama Amerikan sosyalist solu hâlâ bu korkunç sorun karşısında bir stratejik yöneliş değişikliği gerektiğini anlayamamış durumda. Daha doğrusu anlamak işine gelmiyor.

Trump seçimi yitirse de…

Kimseye Biden kazandı diye sevinmesini tavsiye etmeyiz. Genç kuşak bile Obama’dan dolayı şerbetli olmalı. Aman ne övüldü ilk siyahi başkan. Siyahiler için bile kılını kıpırdatmadan gitti! Biden ise bambaşka bir vaka. 78 yaşındaki bu vasat politikacı, muhtemelen yarı yolda görevi yardımcısına devredecek. Böylece ABD ilk kadın başkanına kazara kavuşacak. Ama dikkat edin: Bu kadın Demokrat Parti’nin ön seçimlerinde aday adayı olmuştu. Kimsenin doğru dürüst desteğini almadığı için erkenden seçimden çekildi. Başkan olunca nasıl muhalefetteki Trump ve benzerleriyle aşık atacak güçlü bir şahsiyet olacak?

Bundan da daha önemlisi, dünya ekonomisinin Üçüncü Büyük Depresyon ile pandeminin ortak etkisi altında vahim bir döneme girmiş olması. Kim başta olsa büyük sarsıntılar karşısında zorlanacak. Aranızda Biden’a alkış tutan olursa, Amerika’nın onun döneminde işçi sınıfına saldırılar düzenleyebileceğini, Çin’e karşı Trump’ınkine benzer bir düşmanlığı sürdürerek bir dünya savaşını kaçınılmaz hale getirebileceğini hiç unutmasın.

Bu ekonomik durumda sınıf mücadelesinin yükselmesi neredeyse kaçınılmaz. Şayet sınıf örgütlenmeleri güçlü olmazsa Amerika, işçi sınıfının kendiliğinden eylemlerine karşı güçlü bir faşist tepkiye bile teslim olabilir. Bugün kilit görev, yüzünü işçi sınıfına dönmek, burjuvazinin bütün kanatlarından bağımsız bir işçi partisi kurmak, faşist çetelere karşı örgütlenmektir. Biden’a oy çağrısı bu yüzden bu kadar yanlıştır: Seçimlere bağımsız bir işçi adayıyla girilmiş olsaydı, bu, yakın gelecek için hayati bir önem taşıyan işçi sınıfının siyasi bağımsızlığı için en ileri adım olan parti kurulması yolunda muazzam bir dinamik yaratabilirdi. Mesele Trump’ı bu seçimde yenilgiye uğratmaktan ibaret değil. Mesele Amerika’da ön-faşizmin güçlü bir faşist harekete dönüşerek iktidara aday hale gelmesini engellemek üzere sınıf mücadelesini yükseltmek.

Bu görev Trump seçimi yitirse de devam edecek. Ama ya bütün halkın umudu Biden’a bağlanmışken Trump bir de kazanırsa? Solda doğacak boşluğu hayal etmek bile zor. Bu boşluğu ancak bir işçi partisi doldurabilir.