Tozun dumanın arasından görülebilen (2): Kürt hareketinde farklılaşma

Son günlerde Türkiye’nin dört bir yerinde, ama özellikle Kürt illerinde yaşanan büyük halk hareketi öylesine karmaşık biçimler aldı ki, işin gerçek karakterini anlamak, çatışma ve ölümlerin ötesinde alanı belirleyen siyasi güçlerin titiz bir analizini yapmak ilk anda zor görünüyor. Ama bütün bu kargaşa görünümüne rağmen, bazı ana eğilimleri şimdiden saptamak mümkün. Dün hükümet ve borazan basının iç savaş kışkırtıcısı yaklaşımını inceledik. 1990’lı yıllarda Kürt halkı içinde bir iç savaş örgütü olarak devlet eliyle büyütülmüş olan Hizbullah’ın Hüda-Par adı altında AKP hükümeti tarafından hortlatılmış olduğuna ve bu serhildan ile birlikte göreve sürüldüğüne işaret ettik. Gezicilerin olaylardan uzak ve Kürt halkına mesafeli durmasının tarihi bir hata olduğunun altını çizdik. Bugün olayların gelişiminin Kürt hareketi konusunda çok önemli bir dizi hakikati ortaya koyduğuna dikkat çekeceğiz.

İmralı’dan gelen esrarengiz mesaj

Tarihler bile önemli. Olguları teker teker sıralayalım. 9 Ekim günü Kürt halkının önemli kurumları, HDP, DTK ve DBP Diyarbakır’da hep birlikte bir basın toplantısı düzenledi. Bu toplantıda Selahattin Demirtaş başka şeylerin yanı sıra, çok önemli, hatta başka koşullarda belirleyici olabilecek bir açıklama yaptı. Bir gün önce Abdullah Öcalan’dan yazılı bir mesaj geldiğini ifşa etti. Bu mesajın içeriği “Provokasyonlara izin verilmeden demokratik tepkilerin gösterilmesi” olarak özetleniyor.

Bu yazılı mesajın olağanüstü karakteri insanı hemen düşündürmeli. Bu mesaj İmralı’dan nasıl çıktı? Bunun tek cevabı olabilir: devlet çıkarttı! Bu cevabın peşi sıra ikinci soru gelir: neden? Çünkü devlet olayları kendi başına bitiremiyor, serhildanı bastıramıyor, o yüzden Kürt halkı üzerindeki en yüksek otoriteye sahip olan siyasi şahsiyetin, Öcalan’ın yardımına muhtaç duruma düşüyor. Sonuç bir: demek ki, Efkan Ala ve Yalçın Akdoğan ile başlayan, Cumhurbaşkanı yaveri Ahmet Davutoğlu ile devam eden, en sonunda Tayyip Erdoğan ile doruğuna ulaşan “asarız keseriz” dilinin mezarlıktan geçerken ıslık çalmaktan farkı olmadığı ortaya çıkıyor. Bu hükümet, serhildana karşı Abdullah Öcalan’dan yardım dilenecek duruma düşmüştür!

Ama esrarengiz mesajın önemi bununla sınırlı değildir. Tarihleri saptamaya devam edelim. Demirtaş Öcalan’ın mesajını “dün” diyerek 9 Ekim’de açıkladı. HDP serhildanın zincirlerinden boşanır tarzda başlamasına yol açan açıklamayı 6 Ekim Pazartesi akşamı yapmıştı. 7 Ekim bütün Kürt illeri ve Batı’nın çeşitli kentleri ayağa kalktı. Demek mesaj 8 Ekim’de gelmiş oluyor. Demirtaş bunu bütün toplumun duyacağı şekilde 9 Ekim’de açıklıyor.

Öcalan’ın mesajına rağmen ne oldu? Serhildan devam etti. 10 Ekim günü özellikle sarsıntılı bir gün oldu. Bingöl’de polislere saldırı o günün olayı. Antep’te ve Dargeçit’te büyük olaylar yaşandı. Kürt illeri sarsılmaya devam etti. Bu yazının kaleme alınmakta olduğu 12 Ekim sabahı bile olaylar durulmuş değil.

Bütün bunlar Öcalan’ın mesajından sonra, ona rağmen oluyor. Örneğin Cumhuriyet gazetesinin bu konudaki manşeti “Diyalog çağrısı yetmedi”. Alt başlık ise “İmralı’yı da dinlemediler”.Bunun anlamı şu: pratikte alanda büyük kitleler, Öcalan’dan bile bağımsızlaşma eğilimindedir. Bunun en ileri ifadesi gençlik içinde görülmektedir. Ama bu tutum gençlikle sınırlı değildir.

Kandil farklı bir yöne bakıyor

Sadece olaylar devam etmedi. Öcalan’dan mesaj geldiği gün KCK’den de bir mesaj geldi. KCK eylemlere devam diyordu açıkça: “Halkımız haklı ve meşru mücadelesini zafere kadar yüksek bir kararlılıkla sürdürmelidir. Milyonlar sokaklardan ve mücadele alanından çekilmemelidir. Halkımız; mücadeleden atılacak her geri adımın önümüzdeki günler, aylar ve zamanlarda daha büyük bedellere mal olacağı bilinciyle hareket ederek, mücadelesini kesintisiz yükseltmelidir.” Burada bir noktayı gözden kaçırmak için siyasetin inceliklerinden bihaber olmak gerekir. KCK sadece halkı açık açık mücadeleyi sürdürmeye çağırmıyor. Geri adımlara karşı uyarı yapıyor. Bunun siyasi olarak bedellerinin daha büyük bedellere yol açacağını vurgulayarak mücadelenin bırakılmasının önünü kapatıyor. KCK kadar deneyimli bir siyasi öznenin bunu neden yaptığını sormadan ilerlemek çok yanlış olur. KCK, Kürt hareketi içinden bazı aktörlerin mücadelenin durdurulması yolunda çağrı yapacağını hesaplamış olmalıdır. Yoksa bu denli deneyimli bir örgüt durup dururken “mücadeleden atılacak her geri adım”a karşı polemik yapmazdı!

Sonuç çıplaktır: Aynı gün (8 Ekim) İmralı’dan gelen mesaj “provokasyonlar”a karşı bir uyarı vurgusu içerirken Kandil’den gelen mesaj “her geri adım”a karşı kitleyi donatmaya çalışıyor. Gerçek gazetesinin ve Devrimci İşçi Partisi’nin tarihi 2013 Newroz’undan bu yana vurguladığı Kürt hareketi içindeki farklılaşmalar büyük bir testte bütün çıplaklığıyla ortaya çıkmıştır.

Gençlik meydan okuyor

İş bununla da kalmadı. Çok daha çarpıcı bir gelişme 11 Ekim’de geldi. Yurtsever Devrimci Gençlik Hareketi (YDG-H) yazılı bir açıklama yaptı. Bu açıklamayı uzun uzun okumak çok öğreticidir:

“Biz Kürdistan’ın direnen ve Kürdistan topraklarını direnişiyle her yerde serhildanları yükselterek özgürleştirmesi gereken, öz savunma içinde bulunması gereken bir gücüz. Yani biz Kürdistanlı gençleriz. Önder Apo’nun açıklamasını doğru algılamak gerekir. Direnişi süreklileştirmek gerekir. Bu temelde öz savunmayı geliştirerek halkımızın ve topraklarımızın savunmasını yapmalıyız. Önder Apo’dan kesin bir talimat olmadan kesinlikle eylemlerimiz devam edecektir. Bu konuda son söz Önder Apo’nundur.

Serhildan sürecinde okul, bayrak yakma ve büst yıkmanın bizimle bir alakası olmadığı bilinmelidir. Ancak yandaş ve işbirlikçi medya eliyle yapılmak istenen, bu tür girişimleri ön plana çıkararak, son derece bilinçli gelişen serhildanı manipüle etmektir.

Tüm gençlik sokak sokak örgütlenmelidir. Eylemler büyüyerek devam etmelidir. Yapılan açıklamalar doğru algılanmalı ve serhildan daha örgütlü bir temelde öz savunma gerçekleştirerek cevap bulmalıdır.

Büyük serhıldanımızı halkımıza kutluyor başarıya ulaşana kadar halkımızın hizmetinde olduğumuzu duyuruyoruz.”

YDG-H’nin önderleri bu incelikli mesajla uzun vade için ne amaçlıyorlar, bunu bilmek zor. Ama kısa erimde, Öcalan’ın mesajının “provokasyonlara izin verilmeden” kısmını “provokasyonları zaten biz yapmadık” diye cevaplandırarak “demokratik tepkilerin gösterilmesi” kısmını vurgulayarak “direnişi süreklileştirme” sonucunu çıkararak HDP’nin “sağduyu çağrısı”na bir solduyu ile cevap verdikleri kesindir!

Dinamikleri doğru okumak

Toz duman arasından görülebilen başka şeyler de var. Serhildan gibi bir deneyim bütün siyasi güçler için testtir, bu testin sonuçlarını değerlendirmeye devam edeceğiz. Ama Kürt hareketi içinde serhildan karşısında çıplak göze görünür hale gelen bu farklılaşmanın bir ilk bilançosunu çıkarmak bundan sonra yapılacaklar konusunda yol gösterecektir. Bekleyemez.

Önce yukarıdan beri anlatılanları kısa bir tablo halinde sıralayalım:

6 Ekim: HDP halkı tepki göstermeye çağırıyor

7 Ekim: Halk tepkisini göstermeye başlayınca AKP hükümeti polis şiddeti ve Hüda-Par adlı iç savaş örgütünün harekete geçirilmesiyle ortalığı kana buluyor.

8 Ekim: AKP hükümeti kendi döktüğü kanın kendisi aleyhine çalışacağından korkarak İmralı’dan yardım istiyor. İmralı provokasyonlara karşı uyarıda bulunuyor.

8 Ekim: Kandil bir açıklamayla halkı mücadeleyi kararlılıkla sürdürmeye çağırıyor, “her geri adım”a kapıyı kapatıyor.

9 Ekim: Kürt kurumları HDP, DTK ve DBP adına Selahattin Demirtaş “sağduyu çağrısı” yapıyor, bu çağrının aynı zamanda Abdullah Öcalan’in çağrısı olduğunu ekliyor.

10-11 Ekim: İmralı ve HDP’nin çağrılarına rağmen mücadele devam ediyor.

11 Ekim: YDG-H açıklama yaparak İmralı’nın açıklamasını farklı yorumluyor ve “Zafere kadar serhildanı yükseltelim, devrimimizi inşa edelim” diyor.

Gerçekgazetesi ve Devrimci İşçi Partisi, 2013 Newroz’undan bu yana geçen bir buçuk yıl boyunca genel olarak sol, özel olarak da HDP içinde Kürt hareketine asimile olma yolunda ilerleyen sol “çözüm süreci”nden hiçbir ciddi kuşku duymazken sürekli olarak iki noktaya işaret etti.

Birincisi, Rojava sorunu varken çözüm süreci (bundan meram ne olursa olsun) muazzam kırılgan bir karakter taşımaktaydı. Nitekim bugün herkesin kafasından aynı soru geçiyor: “Çözüm süreci çöktü mü?” Henüz bu konuda keskin bir yargı verilemez, ama Rojava sorununun çözüm sürecini çökertebilecek kadar büyük bir çelişkiyi bağrında taşıdığı siyasetten en bihaber olan insanların bile kabul edeceği kadar çıplak biçimde ortaya çıkmıştır.

İkincisi, daha 2013 Newroz’undan başlayarak biz Kürt hareketi içindeki farklılaşmalardan söz ettik; İmralı’nın, Kandil’in, HDP, DTK, DBP üçlüsünün, Kürt yoksullarının ve Kürt gençliğinin eğilimlerinin ve politikalarının nasıl değişik yönlere işaret ettiğini vurguladık. Bunun sonucunda da solun “çözüm süreci”ne yaklaşımının genel olarak yanlış olduğunun altını çizdik. İlk büyük test bunun doğruluğunu bütünüyle kanıtlamıştır.

Bu yazının bir sonraki bölümünde Kobani krizinde ve serhildan içinde Barzani’nin tavrının Irak Kürtlerinin bu liderine tuttuğu ışığa değineceğiz.