Savaş karşısında HDP'nin konumu ve sosyalistlerin görevleri

HDP, Erdoğan'ın savaşı karşısında en güçlü muhalefet odağı olarak yükseliyor. AKP'nin bir dizi önde gelen isminin de itiraf ettiği gibi bu savaş bir anlamda da HDP'ye karşı yapılıyor. "Seni başkan yaptırmayacağız" diyen ve barajı aşarak AKP'yi tek başına iktidardan eden HDP hedef tahtasında. Geçtiğimiz seçimlerde HDP'ye oy çağrısı yaptık; elbette ki bu saldırılar karşısında da HDP ile dayanışma içindeyiz ve olmaya devam edeceğiz.

Düşmanla müttefiki karıştırmak

Her ne kadar savaş Erdoğan ve ekibi tarafından tetiklenmişse de bu savaşın en temelinde Türk sermayesinin sömürgeci çıkarları ve ABD emperyalizminin bölgesel hesapları yer alıyor. "Sarayın savaşı"na karşı çıkarken bu gerçekleri görmezden gelmek büyük bir hatadır. Bu bağlamda, Demirtaş'ın ABD ve NATO'nun bu savaştaki rolünü görmezden gelmesi, gerek  Brüksel’e yaptığı ziyarette gerekse  Washington Post'a verdiği demeçte AB ve ABD'yi müttefikmiş gibi göstermesi ve NATO’ya çağrı yapması  büyük bir hata. Seçimlerden önce düşmanımın düşmanı dostumdur mantığıyla HDP temsilcilerine açılan CNN Türk ve Fox TV kanallarının şimdi kapı duvar olması boşuna değil. HDP'nin propaganda için her türlü fırsatı değerlendirmesi şüphesiz ki doğruydu. Ama sermaye böyledir işte; açtığı kapıdan size propaganda olanağı verdiğinde, sizi burjuva siyasetine çekmek için de elinden geleni yapar.

Hiç kuşkusuz, HDP'nin, Türkiye’nin batısında yaşayan, milliyetçi propagandanın etkisi altındaki seçmen nezdinde ilk kez bu kadar meşruiyet kazanmasında, sermayenin taktik desteğinin de bir etkisi vardı. Ama bunu abartmamak gerek. Sermayenin kapıları kapandığında da Kürt halkı derdini anlatabilir. Demirtaş, AB'yi, ABD'yi, NATO'yu göreve çağıracağına, ortak düşman olarak bunlara karşı mücadele çağrısı yapsaydı emekçi halkın kalbinde birçok kapı açılabilirdi. Ama bu yol henüz denenmedi. HDP büyük baskılar altında politika yapmaya çalışırken, meşruiyet kaygısı ile kendine siyasi parti rolü değil de bir arabulucu rolü biçti. Temel söylemi "Eller tetikten çekilsin" oldu. Bu söylem, HDP'nin yüzüne kapatılan kapıları açmaya yetmeyince, PKK eylemlerinin lanetlenmesine, “ahlâksızca” diye nitelendirilmesine kadar vardı. Kandil'le Demirtaş ve HDP arasında basın aracılığıyla sert atışmalar bile yaşandı.

Gezi'de Poma, Silvan'da hendek

HDP bu çizgiyi sürdürürken, Kürt illerinde gençlik, demokratik özerklik ilanlarıyla birlikte hendekler kurarak direnişe geçti. Bu eylemler aslında Gezi ile büyük bir paralellik arz ediyordu. Gezi'de halk bir iş makinesini ele geçirip onu polise doğru sürdüğünde büyük bir çoğunluk "Poma" benzetmesiyle sempati göstermişti. Kürt gençliği bu makineleri daha etkin kullandı; barikat niyetine hendek kazdı. Çünkü Türkiye'nin gerçeğidir ve Gezi zamanı halk görmüştür ki devlet her zaman batıdaki zulmün katmerlisini Kürde reva görmektedir. Kürtler, Gezi tarzı barikatların kendi memleketlerinde yeterli olmayacağını görüyorlardı.

Arabuluculuk politikasının açmazları

HDP, izlediği politika gereği, Kürt gençliğinin bu mücadelesini açıktan ve doğrudan sahiplenemedi. Kürt halkının sahiplendiği cenazelerde de yeterince bulunamadı. Bunun sebebini son olarak Van Milletvekili Tuğba Hezer'in bir gerillanın tabutunu omzuna almasından sonra gördüğü baskıda ve medyada kopartılan fırtınada görebiliyoruz. HDP'nin izlediği politika, ne yaparlarsa yapsınlar düzen cephesinden kabul görmüyor. Ama Kürt gençliğinden ve genel olarak savaşın en büyük acısını çekmenin yanı sıra büyük bedeller ödeyerek direnen halktan da adım adım tepki alıyor, kopuyor.

Sosyalistlerin işi arabulucuk değil gerçeğin sesini yükseltmek olmalı

HDP böylesine abluka altında iken, Türkiye sosyalist hareketine arabuluculuk yapmaktan çok,  savaşın gerçek sebeplerini ortaya koymak, Erdoğan'ın rolünün yanı sıra sermayenin sömürgeci çıkarlarını ve emperyalizmin müdahalelerini teşhir etmek, halkın ve gençliğin direnişine hakkını vermek düşüyor. DİP Genel Başkanı Sungur Savran'ın Silvan ziyaretinin ardından yaptığı açıklamada dediği gibi: "Kürt halkı bir bütün olarak, yaşlısıyla genciyle ayaktadır. Farklı yöntemler kullanabilirler ama hepsi birden ayaktadır ve muazzam bir mücadele veriyorlar. Yetişkinler, çeşitli bölgelerde özyönetim ilan ederek Kürt halkının kendi kendini yönetme iradesini ortaya koyuyor. Gençler özsavunma örgütlüyor. Dolayısıyla Kürt halkı sadece mazlum değildir, aynı zamanda ayaktadır."

Bu yazı Gerçek gazetesinin Eylül 2015 tarihli 71. sayısında yayınlanmıştır.