Roboskî’nin üçüncü yılı: sorumluluk AKP iktidarınındır!

++

 

 

Vurulmuşum 
   Dağların kuytuluk bir boğazında 
   Vakitlerden bir sabah namazında 
       Yatarım         
   Kanlı, upuzun... 

   Vurulmuşum 
   Düşüm, gecelerden kara 
   Bir hayra yoranım çıkmaz 
   Canım alırlar ecelsiz 
   Sığdıramam kitaplara 
   Şifre buyurmuş bir paşa 
   Vurulmuşum hiç sorgusuz, yargısız 

   Kirvem, hallarımı aynı böyle yaz 
   Rivayet sanılır belki 
   Gül memeler değil 
   Domdom kurşunu 
   Paramparça ağzımdaki... 

Ahmed Arif, “33 Kurşun”

 

Tam üç yıl oldu. 2011 yılının 28 Aralık gecesi, Şırnak (Şirnex) Uludere’nin (Qilaban) Roboskî köyü sakini, çoğunluğu çocuk yaşta 34 sivil Kürt, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin hava bombardımanı ile katledilmişti! Masum katırlarıyla birlikte. Bütün Türkiye’nin gözü önünde. Üzerlerinde silah milah yokken. Sadece yoksulluklarını hafifletmek için sınırın öteki yanındaki bir Kürt köyünden mazot ve başka ürünler alıp kendi köylerine getiriyorken. Bölgedeki askeriye onların bu seferi yapmakta olduklarından haberdarken. Köyün korucuları askeriyeyi “bunlar bizimkiler, vurmayın” diye uyarmışken. Göz göre göre. Taammüden.

Çoğunluğu çocuk 34 Kürt, aynen 1943’teki Mustafa Muğlalı olayında 33 Kürt “kaçakçı”ya yapıldığı gibi, bilinçli bir şekilde öldürüldü. 70 yıl ara, Kürt’ün kaderi aynı!

Roboskî’nin acılı insanlarına, küçücük çocuklarımızın analarına babalarına, Kürt halkına bir kez daha başsağlığı dileyelim.

Suç var, yargılama yok!

Katliamın ikinci yıldönümünde bu sütunda yazılan yazı “katiller nerede?” diye sorarak başlıyordu. İki yıl boyunca hiçbir yargı organı katliam konusunda en ufak bir işlem yapmamıştı. Bir tek Meclis İnsan Hakları Komisyonu’nun “Uludere Alt Komisyonu” raporu yayınlanmıştı. Alt Komisyon, raporunu 22 Mart 2013 günü açıklamayı seçmişti. Ondan bir gün önce Diyarbakır’daki Newroz kutlamasında Abdullah Öcalan’ın açıklaması okunmuştu. Bütün Türkiye bu açıklamayı tartışıyordu. Komisyon raporu açıklamak için o günü seçiyordu. Böylece bırakın gerçekleri, kendi raporunu bile gizlemeyi tercih etmişti!

Raporun içeriğine gelince, söyleyebildiği tek şey sivil ve askeri merciler arasında “koordinasyonsuzluk” olduğuydu. “Kasıt yok”tu. Zaten AKP sözcüsü Hüseyin Çelik olayın hemen ertesinde yaptığı açıklamada bu olayın eskilerden farklı olarak sonuna kadar gidilerek araştırılacağını söylerken aynı nefeste “ama kasıt yok” dememiş miydi? Alt komisyonun AKP’li üyeleri talimatı almışlar, Çelik’in siparişine uygun bir rapor hazırlamışlardı.

Şimdi durum farklı. İkinci yıldönümünün üzerinden bir ay geçmeden askeri savcı soruşturmasının sonuçlarını açıkladı. Katliamın sorumluları arasında genelkurmay başkanının olduğu ortaya çıktı. Emir ondan gelmişti. Ama askeri savcı bunun “kaçınılmaz” bir görev hatası olduğunu ifade ederek takipsizlik kararı verdi, dosyayı kapattı. Türkiye’nin skandallerle dolu hukuk tarihinde bile bu denli hukuk dışı bir karar bulmak kolay değildir!

Maktul yerde yatıyor, katil kararını kimin verdiği belli, yargı sistemi dosyayı kapatıyor. Askeri savcı, 16 sayfada olayın gelişimini anbean anlatmış. En dikkat çeken şeylerden biri emir genelkurmay başkanından geldiği halde şüpheliler arasında Necdet Özel’in adının olmaması. Anlaşılan insan çok yukarılara tırmanınca cinayet suçundan dokunulmazlık kazanıyor!

Bir başka önemli nokta da, kararda yer alan şu satırlar: “Neticede 34 kişi öldü. Saat 22.20’ye kadar köy halkından kimse köyden kaçakçılığa gidenler olduğunu askeri yetkililere iletmediği maddi vaka olarak tespit edilmiştir.” [Aslı böyle.] Ne tuhaf değil mi? Roboskî aileleri daha ilk günden beri hem kendilerinin, hem de korucuların askeri makamları “bunlar bizimkiler” diye erkenden uyardıklarını söylüyorlar. Bir tek yetkili çıkıp “böyle bir bildirimde bulunulmamıştır” demiyor. Sonra tam iki yıl sonra savcı “köyden kimse askeri yetkilileri uyarmadı” diyor. “Kabahat sizde” demeye getiriyor! Bari taksirli suç diye onlar hakkında kovuşturma açsaydınız! Acaba kim yalan söylüyor?

“Taksirli suç” kavramı “kusur” kökünden gelir. Kasten işlenmemiş suçlar arasında yer alır taksirli suç. Bir de ihmal yoluyla işlenmiş suçlar vardır taksirin yanı sıra. 34 masum insan ölmüş. Çoğu çocuk yaşta. Ama savcı diyor ki: “hay Allah, bir hata oldu, 34 kişiyi öldürmüşüz!” Hepsi bu! Haydi diyelim ki kasıt yoktu, kusur ya da ihmal de mi yok?

Aslında artık herkes biliyor bunun anlamını. “Biz gerekirse Kürtleri sinek gibi öldürürüz” dedi devlet. Sonra da “kaçınılmaz bir hata” oldu diyerek “öldürürüz ve kimseye de hesap vermeyiz” dedi. Devrimci İşçi Partisi başından beri söylüyor: Roboskî, bir ulusal ayaklanmayı askeri yöntemle bastırmak için ne kadar gerekliyse o kadar çok sivili katletmenin adı olan “Sri Lanka çözümü”nün test edilmesi idi. Devlet baktı Kürtlerin dışında ciddi tepki yok, “yaptım, hesap da vermem” dedi ve savcının kararıyla geleceğin çizgisini ortaya koydu: “On binler katledilmiştir, ama kaçınılmaz bir hatadır bu.”

 

Kaçınılmaz! Burada kilit kelime budur. Şunu demek istiyor: Ben bana karşı bir ayaklanma olursa, her türlü katliamı yaparım. Sivilmiş, çocukmuş, ayırmam. Gerekirse 2015’te 1915’tekini tekrarlarım. Bu kaçınılmazdır. Oturun oturduğunuz yerde! Böyle diyor ve diyecek devlet.

Katillerin yargılanmamasından AKP iktidarı sorumludur!

İş sadece hukuk işi değildir. Siyasi bir meseledir Roboskî. Askeri savcının takipsizlik kararının gerekçesinden bu yana bütün Türkiye’nin bildiği gerçeği, yani emrin genelkurmay başkanından geldiğini, hükümet ve o zamanın başbakanı Tayyip Erdoğan tabii ki ilk günden biliyordu. Ama aynı Tayyip Erdoğan bu “kaçınılmaz hata”yı yapan Genelkurmay Başkanı Necdet Özel’i katliamdan çok kısa süre sonra üstün hizmet madalyası ile ödüllendirdi bir de!

Buna hem dönemin başbakanı Tayyip Erdoğan’ın, hem de İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin’in (sonradan AKP’den ayrılıp kendi partisini kurdu) hukuki süreç devam ederken sürekli demeçler vererek katledilen 34 Kürt’ün kaçakçı olduğunu işlemesini eklemek gerekir. Kaçakçılığın (yasalarında artık idam cezası bile olmayan bir ülkede!) bu katliamı nasıl haklı göstereceği uzun ve muhatapların fikir yoksulluğunu gösteren bir tartışma. Ama bir hukuk süreci devam ederken, en yüksek iktidar mevkilerini ellerinde bulunduran insanların katliamın kurbanlarını böylesine kötülemelerinin savcıyı etkileme sonucu doğuracağı da açık.

Ama sorumluluk burada da bitmiyor. Çok daha derin. Ocak 2014’te askeri savcılık kararını açıkladıktan sonra Devrimci İşçi Partisi sözcüleri çeşitli vesilelerle Askeri Ceza Usulü Kanunu’na göre, askeri savcı bir olay konusunda takipsizlik vermiş olsa bile, Milli Savunma Bakanı’nın bu tür dosyaları açması için askeri savcıya emir verebileceğini, savcının bu emre uymasının da mutlak olarak zorunlu olduğunu açıkladı. Yani Roboskî dosyasının yeniden açılması hukuken mümkün. Sorumluluk da hükümete düşüyor. Ama ne Erdoğan hükümeti, ne de Ağustos ayında yapılan cumhurbaşkanı seçiminden sonra kurulan Davutoğlu hükümeti bu yasal yetkiyi kullandı. Hükümetin yetkisi olduğu halde Roboskî katliamını soruşturmaması sorumluluğun emir komuta ilişkileri içinde çalışan bir askeri savcının üzerine bırakılamayacağını gösterir. Roboskî katliamının sorumlularının yargılanıp cezalandırılmamasından AKP iktidarı sorumludur. Başka şeylerin yanı sıra bunun da hesabı bir gün mutlaka sorulacaktır.

Roboskî “Sri Lanka çözümü”nün testidir!

Ama mesele bundan çok daha derindir. Roboskî katliamının ilk gününden itibaren Devrimci İşçi Partisi “Sri Lanka çözümü” tezini ortaya attı. “Sri Lanka çözümü”, Hint alt kıtasında yer alan Sri Lanka’da Tamil ulusunun hakları için savaşan gerilla örgütü Tamil Kaplanları’nın başlattığı isyanı ezmek için Sri Lanka ordusunun on binlerce sivili soğukkanlı biçimde katletmesine verilen addır. Sri Lanka hükümeti bu yöntemle şimdilik de olsa başarı elde etmiş, Tamil Kaplanları’nın önderini öldürmüş, örgütün büyük ölçüde dağılmasını sağlamıştır. Avrupa sisteminin kıyısındaki Türkiye’de bu tür bir çözümü uygulamak uluslararası ilişkiler bakımından Sri Lanka’da uygulamaktan çok daha zordur, ama Ortadoğu çapında bir savaş çıkması halinde durum değişebilir. İşte Roboskî bu tür sivil katliamlarına toplumun ne yanıt vereceğini test etmek üzere kasten girişilmiş bir operasyondur.

Roboskî halkı katliamın taammüden ve planlı biçimde yapıldığını ilk günden beri söylüyor. Onların bu tespiti ile DİP’in bu tespiti bütünüyle uyum içinde. DİP aslında Roboskîlilerin tezinin siyasi içeriğini açıklıyor. Ama solda buna kulak veren yok. Tabii solun genelinden çok daha önemli olan Kürt hareketinin tutumu. (Bu konuda daha ayrıntılı bir tartışma için bkz. http://gercekgazetesi.net/ulusal-sorun/roboski-ozur-mu-adalet-mi-hesap-sorma-mi.) Hareket ilk bir yıl boyunca Tayyip Erdoğan’dan “özür” talep etti. Sonra Roboskî’nin birinci yıl anmasında Selahattin Demirtaş ve Aysel Tuğluk Erdoğan’a açık açık 28 Aralık’ı 29 Aralık’a bağlayan gece saat dahi vererek bu konuda emir verip vermediğini sordular. Belli, bir yerden istihbarat sızmıştı.

Daha sonra KCK yöneticisi Murat Karayılan çok önemli teknik açıklamalar yaptı. Birincisi, uçak saldırısında tek tek insanların olağan koşullarda böyle avlanamayacağını, bu vakada uçakların sadece 34 insanı değil katırları bile teker teker öldürmesinin bir dehşet duygusu yaratma amacına yönelik olduğunu belirtti. İkincisi ve daha da önemlisi, olayın MİT’in PKK askeri yöneticisi Bahoz Erdal’ın 34 köylünün arasında sınırı geçmeye hazırlandığına ilişkin “yanlış” istihbaratının ürünü olduğu, yani bir bakıma “kaza” olduğu efsanesine nokta koyan bir açıklamaydı: o mevsimde, bölgenin yüksek dağları karla kaplı iken, değil Bahoz Erdal’ın, en acemi gerillanın bile bu bölgeden sınır geçmeyi aklına bile getirmeyeceğini kesin bir tonla söyledi. Bu açıklamalar, DİP’in katliamın kasıtlı ve planlı işlendiği yorumunu düpedüz doğruluyor.

Şimdi askeri savcının emrin genelkurmay başkanından geldiğini açıklamasıyla birlikte, hem liberallerin ve sol liberallerin “Roboskî çözüm sürecini istemeyen Ergenekoncuların marifeti” tezi mahvolmuş durumda (Necdet Özel “Ergenekoncu” oluyor bu hesaba göre!), hem de “Sri Lanka çözümü” tezinin doğrulanmasına bir adım daha yaklaşmış oluyoruz. Yukarıda belirttik: aileler ve korucular askeri makamları uyarıyor ama savcı böyle bir uyarı yok diyor. Bunun kasıttan başka bir açıklaması var mı? Genelkurmay başkanı, bu kadar hassas sonuçları olabilecek bir kararı, doğrudan bağlı olduğu başbakana sormadan alır mı? Selahattin Demirtaş ve Aysel Tuğluk’un katliamın birinci yıl anması konuşmalarında sordukları soru asıl savcının açıklamasından sonra sorulmalıdır!

Roboskî’nin 34 canının kanı yerde kalmayacaktır! Halk bir gün hesabı mutlaka soracaktır!