Roboski'den sonra Cizre: AKP'yi yenmeden katliamlar bitmez!

TRT'nin Cizre'de 60 kişinin öldürüldüğünü duyurmasıyla tüm Türkiye katliamdan haberdar oldu. Cizre'de yıkılan bir evin bodrumunda sıkışan onlarca yaralı uzun süredir ambulansların ulaşmasını ve tedavi görmeyi bekliyordu.  Demokratik Bölgeler Partisi (DBP) Eş Başkanı Kamuran Yüksek, bu evle birlikte yine çok sayıda yaralının bulunduğu bir başka eve operasyon yapıldığını ve 30'dan fazla kişinin öldürüldüğünü açıkladı. Halkların Demokratik Kongresi (HDK) daha önce 9 kişinin yandığı bir evde 52 yaralının bulunduğunu, bu evden bir çocuğun beyaz bayrakla sokağa çıktığı sırada vurularak öldürüldüğünü, bu eve giden cenaze aracına polislerin 30 adet ceset torbası alarak geri gelmesini söylediklerini duyurdu. Yine HDK, 30 kişinin operasyon yapılan bir evden çıkartıldığını ve üzerlerinde kurşun yarası izi olmadan, yanarak can verdiklerini açıkladı. 60 kişinin öldürüldüğünü açıklayan devletin resmi kanalı önce Valilik ardından askeri kaynaklar tarafından yalanlandı. Valilik 10 kişinin öldürüldüğünü duyurdu. Genelkurmay ise 10 kişinin öldürüldüğü operasyonda biri av tüfeği olmak üzere 4 tüfek bir roketatar ele geçirildiğini açıkladı.

Rakamlar net olmamakla birlikte, kesin ve net olan şey Türkiye tarihinin en ciddi katliamlarından biriyle karşı karşıya olduğumuzdur. Cizre'de Roboski'den de büyük bir katliam yaşanmıştır. Devletin verdiği çelişkili rakamlar söz konusudur. Ancak öldürülen insan sayısı en az 10 kişi olduğu halde bulunan silahların en fazla 5 kişi tarafından taşınabilecek olması bu katliamda sivillerin de hedef alındığını doğrular niteliktedir. Kaldı ki pek çoğunun yakılarak katledildiği anlaşılan bu insanların, yargısız infaza kurban gittiği açıktır. Devletin bu aşamadan sonra bu kişilerin örgüt üyesi olup olmadığına ya da silahlı direnişe katılıp katılmadıklarına dair vereceği bilgilerin hiçbir önemi yoktur. Belli ki kuşatma altındaki tüm Cizre halkı devlet tarafından düşman ilan edilmiştir. Ancak devlet, düşman ettiği halka karşı savaş kurallarına dahi uymamaktadır. Ambulansla yardım talep eden insanların öldürülmesinin, beyaz bayrakla evin önüne çıkan çocukların vurulmasının savaş koşullarında dahi meşru bir gerekçesi olamaz.

Devlet yürüttüğü operasyonlarda "Sri Lanka çözümü" olarak adlandırdığımız sivil katliamlarını da içeren topyekûn bir saldırı politikasını adım adım geliştirmektedir. Cizre katliamı bu doğrultudaki bir adım olarak görülmelidir. Sri Lanka tipi çözümde sivil katliamları birer operasyon hatası değil, operasyonun bizatihi hedefidir. Amacı sivil halkın silahlı direnişe desteğini azaltmak üzere, yılgınlık ve korku yaratmaktır. Hiç şüphesiz ki bu tür bir katliam politikasının uyandıracağı tepki de büyük olacaktır. Bu tepkiyi susturmak için sadece silahlar değil cephe gerisinde halkı susturacak her türlü baskı aygıtı da devreye sokulmaktadır. Nitekim Cizre katliamı, ülkenin dört bir yanında barışçıl eylemlere polis saldırılarının gerçekleştiği, gazetecilerin tutuklandığı, devletin katliamlarına karşı imza toplayan akademisyenlerin evlerinin basıldığı, savcılık tarafından sorgulandığı, görevlerinden uzaklaştırıldığı bir ortamda gerçekleşmiştir.

Cizre ve Sur'da sürmekte olan kuşatmanın hiçbir meşruiyeti yoktur. Sivillerin katledilmesi politikası, barikatlarda öz savunma yapanları kırmak bir yana bu insanların büyük kitleler nezdinde haklı görülmesine yol açmaktadır. Devlet "elinde silah olana müsaade etmeyiz" demekte ama elinde beyaz bayrak, kamera olanları, yaşlıları ve çocukları da öldürmektedir. Sadece kuşatmanın ve ölümlerin durdurulması için değil, halka karşı suç işleyen tüm sorumluların cezalandırılması için, bu politikayı uygulayan ve işlenen suçların örtülmesi için aktif bir çaba sarf eden Erdoğan ve AKP iktidarına karşı mücadeleyi yükseltmek gerekiyor. Bir kez daha "AKP'yi yenmeden bu savaş bitmez" sözümüzün gerçekliği tüm acımasızlığı ile karşımıza çıkıyor.